Gündem

'Dershanelerin tek bir şubesinin tek bir taşına dokundurmama noktasında kararlıyız'

Osman Şimşek: Birilerine diz çöktürmek ve boyun eğdirmek isteniyorsa, bilinmelidir ki: Biz hakkaniyet ve makuliyete biat ettik, nefsaniyet ve enaniyete boyun eğmeyeceğiz

25 Kasım 2013 07:32

Fethullah Gülen ile birlikte ABD'nin Pensilvanya eyaletinde bulunan ve Gülen'in konuşmalarının yayınlandığı Herkul.org internet sitesinin Genel Yayın Yönetmeni olan Osman Şimşek, Twitter hesabından yayımladığı 62 maddelik mesajda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a seslenerek, "biz okul, dershane, okuma salonu gibi müesseseleri doğru, faydalı ve gerekli görüyoruz; onların tek bir şubesinin tek bir taşına dokundurmama noktasında kararlıyız. Bu niyetimizin tahakkuku için elimizden gelen her meşru vesileyi değerlendirecek; illa bunlardan biri ya da birkaçı kapatılacak olursa, bu dünyada bütün hukuki yollara başvuracak ve ahirette mahkeme-i kübrada davacı olacağız" dedi.

Gülen cemaati mensubu olan ve son dönemde dershanelerin kapatılması tartışmasında da, "Hocamızdan da teyid aldım" sözleri ile tweetler atan, cemaatin bir nevi sözcüsü konumunda olan Osman Şimşek, Başbakan Erdoğan'a ithafen AKP'lilerin yakıştırdığı "usta" lakabına göndermede bulunarak, "senelerdir Türkiye’den uzaktayım; 'usta' sözünün şimdilerde nasıl algılandığını, zemm mi yoksa medih mi kabul edildiğini iyi bilmiyorum ama 'Kalblerimizi kırdın, bari paramparça etme be usta!' diyeceğim. Nasıl demezsin ki? Sevdiğin, kendisi için dua dua yalvardığın, televizyonda gördüğünde ağabeyini görmüş gibi inşirah duyduğun bir insan sizin hakkınızda 'para tatlı, kara propaganda, rantçı, komplocu, karşı taraf, nankör, paralel idare, kokutucu ve muhalefetin yemi…' gibi bir sürü hakaret sıralıyor. Bir kere olsa, 'dil sürçmesi' deyip sineye gömeceksin ama damara basmak istenircesine tekrar edilen kelimeler/cümleler duyuyorsun.” ifadelerini kullandı.

Herkul.org Genel Yayın Yönetmeni Osman Şimşek'in Twitter hesabından yayımladığı mesaj şöyle:

"Birgün elimdeki çay tepsisini bir yere mi çarptım fazla mı salladım bilemiyorum, bir bardağı düşürüp kırmıştım. Çay ocağının ustası öyle sert bakmıştı ki yüzüme, adeta yerin dibine sokmuştu beni onun nazarları. Sonra azar işitecek olmuştum ki; mahcup bir sesle 'Ben en fazla bir bardak kırdım, sen ise kalbimi yaraladın; bari onu parçalama be ustam!' dedim.

Senelerdir Türkiye’den uzaktayım; 'usta' sözünün şimdilerde nasıl algılandığını, zemm mi yoksa medih mi kabul edildiğini iyi bilmiyorum. Şayet kaba düşmeyeceğine inansaydım bugünlerde de aynı sözü tekrar ederdim: 'Kalblerimizi kırdın, bari paramparça etme be usta!'

Nasıl demezsin ki; sevdiğin, kendisi için dua dua yalvardığın, televizyonda gördüğünde ağabeyini görmüş gibi inşirah duyduğun bir insan sizin hakkınızda 'para tatlı, kara propaganda, rantçı, komplocu, karşı taraf, nankör, paralel idare, kokutucu ve muhalefetin yemi…' gibi bir sürü hakaret sıralıyor. Bir kere olsa, 'dil sürçmesi' deyip sineye gömeceksin ama damara basmak istenircesine tekrar edilen kelimeler/cümleler duyuyorsun.

Bu ithamların hepsine verilecek cevaplar vardır ve sözlerin muhatapları uygun zaman ve zeminlerde bazı hususları ifade ederler. Müsaadenizle iki mevzuya dair işarette bulunacağım.

Bazıları ısrarla, dış güçler tarafından sahneye sürülen, 'Erdoğan’sız bir AKP' senaryosundan bahsediyor; dahası, bir çirkin komplo teorisiyle, kendisini ülkeye, millete ve insanlığa adamış ruhları da oyunun bir parçası olarak anlatıyorlar. Şayet böyle bir komployu seslendirenler Allah’a ve ahirete inanmayan kimselerse, onlar hakkında doğrudan 'müfteri'nin kendine yakışanı yaptığını söyleyeceğim; fakat mü’minler de aynı hezeyanları seslendiriyorlarsa, 'Allah aşkına gayr-ı vaki bir hadiseyi hakikatmiş gibi sunup günaha girmeyin!' diyeceğim.

Hatta yetiştiğim ocak üslubunca câiz olsaydı; 'Şayet biz öyle bir kirli oyunun içindeysek, Allah bizi berbat etsin; fakat, birileri o iftiralarla asıl meseleyi gizliyorlarsa, Allah onları kahreylesin' der ve sizin de 'âmin'lerle iştirakinizi isterdim.

Bu Hizmet’e gönül vermiş insanlar hiçbir zaman doğrudan bir siyasi hareketin yanında yer almamışlardır; ülkeye ve millete faydalı gördükleri kimseleri desteklemekten ve onlara oy vermekten de geri durmamışlardır. Sayın Başbakan'ımıza karşı bir tavrımızın olması söz konusu değildir; bizim duruşumuz, yanlış gördüğümüz bazı hususları hatırlatmak ve toplumun sesine kulak verilmesini istemekten ibarettir.

Şu katiyen bilinmelidir ki, Kitap ve Sünnet’e uygun olmayan hiçbir hareketin ve meselenin içinde bulunmamız mümkün değildir. Aynı zamanda, Kitap ve Sünnet’in 'hak' dediği mevzularda da taviz vermemiz beklenmemelidir.

Diğer taraftan 'Ne istediler de yapmadık?!' denildiği ifade ediliyor. Riyâset, bir ihsan ve ikram makamı değil, bir hizmet vasıtasıdır. Halkın haklı ve makul taleplerini karşılamak idarecilerin boynunun borcudur. Hukuka aykırı olmamak veya özel bir muamele gerektirmemek şartıyla hiçbir ayırım gözetilmeden mümkünse her vatandaşın isteğini yerine getirmek idarecilerin sorumluluğudur. Hizmet erlerinin hiçbir zaman hiç kimseden kanunlara aykırı veya imtiyaz ifade eden bir talepleri olmamıştır/olmayacaktır.

Keşke yaşadıklarımız bir kâbus olsa ve keşke tez vakitte bu ölüm uykusundan uyanabilsek!..

Heyhat, geceler boyunca kendisi için hâcet namazları kıldığımız, uğruna olmadık hakaretlere uğradığımız ve sadece bir oy katkıda bulunmak için bile saatlerce uçak seyahatine dahi katlandığımız bir insan ve bir siyasi hareket bugün bizi 'karşı taraf' kabul ediyor; dahası çirkin bir komplonun parçası görüyor. (Allah şahit ki bunları başa kakmak için değil, nabzımızın atışını beyan kasdıyla söylüyorum.)

Hayır, vallahi de, billahi de, tallahi de, biz yerimizde duruyoruz; süratli bir arabaya binmiş hızla uzaklaşan biri varsa, o da ihtimal yanlış bilgilendirilen sayın Başbakan'ımız ve kılcallara nüfuz etmiş virüsler tarafından kalbi bozulan suizanlı insanlardır.

Başka günahlarımız vardır; fakat bu mevzudaki en büyük kusurumuz ancak Hazreti Üstad’ın, 'Gayr-ı meşru bir muhabbetin neticesi, merhametsiz azap çekmektir' kaidesiyle açıklanabilir. Biz sayın Başbakan'ımızı Osman Gazilerin, Sultan Fatihlerin, Yavuz Selimlerin çizgisinde mütalaa ettik; ilk defa bir siyasi hareket hakkında 'ille de onlar' dedik; şimdi bu insanlardan şefkat tokatı değil öyle nikmet tokatları (kahır şamarları; içinde hiç merhamet bulunmayan hiddet silleleri) yiyoruz ki, bir yönüyle dünyaya geldiğimize de geleceğimize de bin pişman haldeyiz.

Herşeye rağmen, biz okul, dershane, okuma salonu gibi müesseseleri doğru, faydalı ve gerekli görüyoruz; onların tek bir şubesinin tek bir taşına dokundurmama noktasında kararlıyız. Bu niyetimizin tahakkuku için elimizden gelen her meşru vesileyi değerlendirecek; illa bunlardan biri ya da birkaçı kapatılacak olursa, bu dünyada bütün hukuki yollara başvuracak ve ahirette mahkeme-i kübrada davacı olacağız.

Şayet murad gerçekten eğitim reformu ise, o ancak toplumun talepleri doğrultusunda ve istişare neticesinde yapılır. Yok, birilerine diz çöktürmek ve boyun eğdirmek isteniyorsa, bilinmelidir ki: Biz hakkaniyet ve makuliyete biat ettik, nefsaniyet ve enaniyete boyun eğmeyeceğiz. Mümin üslubundan ayrılmamak kaydıyla doğru bildiğimizi desteklemeye devam edeceğiz.