20 Eylül 2022 15:52
T24 Dış Haberler
Emekli Büyükelçi Tunç Üğdül, kendisinin ve yine emekli büyükelçi olan eşi Aslıgül Üğdül’ün Dışişleri Bakanlığı’nda geçen 40 yılda yaşadıklarını ‘Diplomasi Cephesi: Hariciyeci Bir Çiftin 40 Yılı’ adıyla bir kitapta topladı. Profesyonel kariyerlerini diplomasi sahnesinde geçiren çiftin anıları, hem Türkiye’nin dünyayla daha yakın bağlar aradığı dönemin perde arkasını hem de Türk dış politikasının 21. yüzyıla geçerken yaşadığı değişimi tanıklıklarla anlatıyor.
Tunç Üğdül’ün kaleme aldığı kitabın tanıtım metninde, “Diplomat olmanın ışıltılı yönleri kadar, sorumlulukları, zorlukları, ayrılıkları ve kavuşmalarının da hikâye edildiği bu kitapta, Türk Dışişleri Bakanlığı’nın etkinliğinin zaman içinde ne şekilde azaltıldığını ve Türk dış politikasının da artan sorunlarını izleyebilmek mümkün” ifadeleri yer alıyor.
Hürriyet gazetesi, Tunç ve Aslıgül Üğdül’ün hayatını haberleştirirken iki diplomatın yaptığı evliliğin ilginç doğasını anlatmak için “26 yıldır evli 11 yıldır ayrılar” başlığını kullanmıştı. ‘Diplomasi Cephesi: Hariciyeci Bir Çiftin 40 yılı’, iki diplomatın birlikte hayat kurmasının ilginç yönlerini de ilk ağızdan anlatıyor.
Üğdül, kitabı için kaleme aldığı önsözde bir Türk diplomatı olmanın, başka bir ülkede aynı mesleği icra etmekten neden daha zor olduğunu şöyle anlatıyor…
“Dışişleri mesleği dışarıdan bakıldığında, genelde olduğundan daha cazip, kolay ve keyifli görünen bir meslek. Bu algı sadece Türkiye’ye özgü olmayıp diğer ülkelerde de benzerdir. Yabancı ülkelerde yaşamak, farklı kültürlere erişmek, temsilin gerektirdiği belirli şekil şartlarını yerine getirmek, hariciyecileri dışarıdan bakıldığında kendi toplumlarına göre ayrıcalıklı bir konumda, hatta şatafatlı hayatlar yaşıyorlarmış gibi de gösterebiliyor. Ancak diplomatların hayatlarında, kendi ülkelerinde yerleşik düzende yaşayan ve çalışan insanlara nazaran bu kitapta örneklerini vereceğimiz, çok daha farklı sınamalar, aşmak zorunda kaldıkları güçlükler bulunmakta.
Özellikle de Türk diplomatı olmak başka bir ülkenin diplomatı olmaya nazaran çok daha zor. Bunun çeşitli nedenleri bulunmakta. Türk diplomatlarının günlük mesailerinin geniş bir bölümü, ülkelerinin geçmişten devraldığı, 1915 olayları, Kıbrıs sorunu, terörle mücadele gibi konulara hasrediliyor. Bilindiği üzere Türk hariciyesi 1970’li ve 80’li yıllarda Ermeni terör örgütlerinin saldırıları sonucunda ciddi ölçüde şehit vermiş bir teşkilat. 20 yılı aşan bu karanlık dönemin dünya diplomasi tarihinde bir benzeri bulunmuyor. Farklı çevrelerden kaynaklanabilecek terör eylemlerine karşı tetikte olmak bugün de Türk diplomasisi için bir gereklilik. Son dönemde Türkiye’nin bölgesinde oluşan çeşitli istikrarsızlık odaklarının ülkemize yansımaları ve bu bağlamda Türkiye’nin yaptığı tasarruflar keza yurt dışı temsilciliklerimizin mesaisini büyük ölçüde yoğunlaştırıyor. Bu bakımdan başlığa yansıttığım Diplomasi Cephesi’nin, özellikle Türk hariciyesinin karşılaşageldiği sorunları yansıtan bir tanım olduğunun belirtilmesi mümkün.”
Kitaptan tadımlık bölümlerCumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve atamaların bakanlıktaki etkisi “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilmesiyle beraber, dış politika konularında Başkanlık düzeyinde yetki sahibi kılınan danışmanların Dışişleri Bakanlığı’nın icraatlarına, dış politika konularına müdahaleleri, Bakanlığın etkinliğini azaltan ve eşgüdüm sorunları yaratan ilave bir unsur olarak ortaya çıkmıştır. Dışişleri, daha ziyade dışarıda alınan kararları uygulayan, görüşme notlarını hazırlayan, yaptığı açıklamalarla icraatlara savunma üreten bir konuma indirgenmek istenmiştir. Bir kısmı görev için ehil oldukları tartışmalı olan, diplomasi mesleği ve bakanlık deneyimi bulunmayan, dış politika bilgileri de sınırlı olan kişilerin dışarıdan art arda büyükelçi atanmaları da, Dışişleri Bakanlığı’nın kurumsal özerkliğini ve saygınlığını olumsuz yönde etkilemiştir. Aslında, tüm Türk bürokrasisi siyasallaştırılırken, Devletin oturaklı valilerinin pratikte önce AKP il başkanlarına tabi kılındıkları, daha sonra da son derece partizan şahıslar arasından atandıkları bir dönemde, Dışişleri Bakanlığı’nın da bundan kendini kurtarabilmesi esasen son derece güç olacaktı. Keza, Bakanlıkta atamalara ve terfilere bakan servislerin başına da Dışişleri’nin iç ve dış teşkilatı hakkında bilgi ve deneyimi bulunmayan parti mensubu veya yandaş bürokratların getirilmesi, sonuçları itibariyle bakanlığın kurumsal kültürüne zarar veren uygulamalar arasında sayılabilir.” ‘Çok Türk yanlısı yazıyorsun!’
“Tansu Çiller, New York’a Dışişleri Bakanı olarak bir kez geldi. Ancak, benim hatırladığım yıllar itibarıyla daimi temsilciliği en fazla zorlayan bakan olduğunu belirtmek yanlış olmaz diye düşünüyorum. Genelde bakanlarımız astlarıyla ilişkilerinde de saygılı ve uyumlu, makul talepleri olan ve her şeyden önce erişilebilir insanlar olmuştur. Çiller’in ise son anda değiştirdiği kararlarının, yeni görüşme talepleri ile birlikte karşı tarafta rahatsızlık uyandırabilecek noktada aldığı iptal kararlarının, randevulara geç kalmasının bizleri çok zorladığını hatırlıyorum. Gecenin bir saatinde kullandığı özel bir marka saç spreyinin bulunması istenmiş, çok zor da olsa talebini yerine getirebilmiştik. Dışişleri Bakanı ve heyetinin New York’tan ayrılmalarının ardından delegasyonumuzun mensuplarının neredeyse tamamının katılımıyla bir restoranda düzenlediğimiz yemek, bir anlamda toplantıları kazasız belasız atlatmaktan duyulan rahatlamanın kutlanması anlamına gelmişti.” Geleneksel Orta Doğu politikamızın sonu: Arap Baharı "Bizim açımızdan Arap Baharı, tüm taraflara eşit mesafede konumlanmış geleneksel Ortadoğu politikamızın sonu oldu. Bu coğrafyada tarihi köklere sahip mezhepçi hesaplaşmalar yeniden canlanırken, biz de bunun parçası olduk. Ilımlı muhalefet hareketleri güç kaybederken radikal gruplar da zemin kazandı. Rusya, göz önüne alınması gereken bir güç olarak özellikle Suriye’de konumlandı. Türkiye, aynı zamanda hayati çıkarlarını koruyabilmek için sınırlarının ötesinde askeri güç kullanan veya askeri destek sağlayan bir ülke oldu. Ortadoğu ülkeleri çatışma ve karmaşa sarmalı içinde cebelleşir ve karşılaştıkları istikrarsızlık ekonomilerini daha da kırılgan hale getirirken İsrail, gelişmesini sürdürdü, gücünü pekiştirdi. İzleyen yıllarda İran’ın tehdit olarak görüldüğü bir arka planda, ABD’nin de desteğiyle İsrail, Arap normalleşmesinin önü açıldı. İsrail, Arap ülkeleri arasında Filistin dayanışmasını kırarak, birçok Arap ülkesinin kendisiyle diplomatik ilişkiler kurmasını sağladı. Türkiye ise tam aksi yönde İsrail ile ilişkilerinde Tel Aviv’e yıllardır büyükelçi göndermeyerek diyalog kanallarını sınırlandırdı; İsrail ile geleneksel ilişkilerimizde maalesef referans noktası haline getirildiği görülen Hamas bile, İsrail ile belirli bir diyaloğa girerken Türkiye geride kaldı. Oysa, İsrail ile ilişkilerimiz bize Arap ülkeleri nezdinde ağırlık ve saygınlık kazandıran bir husustu. Araplar kendi ilişkilerini tesis etmeye başlarken biz bunun da gerisine düştük.” ‘Yaşanan acıların hikâyesi olan gözyaşları’ “Filibe fuarı bağlamında unutmadığım ve unutamayacağım bir hikâyemi paylaşacağım. Capcanlı gözümün önündedir. Pavyon binamızın ortasında prefabrik iki ofis odası vardı. Bu odalardan birinde bir Türk masa bayrağı duruyordu. Kalabalık arasında bir gençle göz göze geldik. Mavi blucin bir takım giymiş, benden birkaç yaş genç, yirmilerinin ortasında mavi gözlü yakışıklı bir gençti. Hiçbir şey demeden bana bakışlarıyla masadaki Türk bayrağını gösterdi. Onu istediği anlaşılıyordu. Bakışlarımla tamam dedim. Etrafımızdaki insanların çoğunluğunun Bulgar resmi görevlileri olduğunun bilinciyle son derece dikkatliydik. Odaya girdim kapıyı kapattım. Bayrağı direğinden söküp pantolon cebime koydum, dışarı çıktım. İnsanların neredeyse omuz omuza oldukları kalabalık içinde yavaş yavaş yan yana geldik. Bayrağı cebimden çıkarıp çaktırmadan cebine sokması için eline verecektim. Birinci deneyişimizde heyecandan yapamadık. Uzaklaştık, başka şeylerle ilgilenir gözüktük. Sonra yavaş yavaş yeniden yan yana geldik. Bu sefer başardım bayrağı verebilmeyi. Birbirimizin suratına bakmadan fısıldadım ismini bile soramadığım gence; ‘Sizin oralarda nasılsınız’ diye. Suratında hiç kıpırtı olmadan sadece mavi gözlerinden ip gibi sessiz yaşlar aktı. Hem o bayrağı edinebildiği için mutluluğun ifadesi hem de yaşadıkları acıların hikâyesiydi o yaşlar…" |
Tunç Üğdül kimdir?Tunç Üğdül, 1980 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni (Mülkiye) bitirdi. Brüksel’de “uluslararası ilişkiler” konusunda yüksek lisans yaptı, bir dönem TRT’de çevirmen olarak çalıştı. 1981 yılında girdiği Dışişleri Bakanlığı’nda ilk görevi İkili Kültürel İlişkiler Genel Müdürlüğü’nde Üçüncü Katiplik oldu. Yurtdışı görevinde önce Paris Büyükelçiliği’nde üç yıl, Filibe Başkonsolosluğu’nda iki yıl görev yaptı. Dışişleri Bakanlığı Balkanlar Dairesinde iki yıllık görevinin ardından Brüksel’de Avrupa Birliği Nezdinde Türkiye Daimi Temsilciliği’nde dört yıl başkatip ve müsteşar olarak çalıştı. Yine merkezde Balkanlar Dairesi Şube Müdürlüğü görevini iki yıl boyunca yürüttü, daha sonra New York’ta Birleşmiş Milletler Nezdinde Türkiye Daimi Temsilciliği’nde dört yıl boyunca Birinci Müsteşar olarak görev aldı. İzleyen dönemde Dışişleri Bakanlığı’nda Balkanlar Dairesi Başkanlığı yaptı, ardından elçi unvanıyla Uluslararası Siyasi Kuruluşlar Genel Müdür Yardımcısı olarak görevini sürdürdü. 2012-2016 yılları arasında Dışişleri Bakanlığı Araştırma ve Güvenlik İşleri Genel Müdürü oldu. Bu dönem içinde, Türkiye’nin ABD ile birlikte eşbaşkan olduğu Terörizmle Mücadele Küresel Forumu’nda Türkiye adına koordinatörlük ve Uluslararası Holokost Anma İttifakı Türk Heyeti Başkanı oldu. 2016’dan 2021’e dek Varşova Büyükelçisi olarak Polonya’da Türkiye’yi temsil eden, Fransızca ve İngilizce bilen Tunç Üğdül, Temmuz 2021’de yaklaşık 40 yıl çalıştığı Dışişleri Bakanlığı’ndan emekli oldu. |
Künye Yazar: Tunç Üğdül Kitap: Diplomasi Cephesi: Hariciyeci Bir Çiftin 40 yılı |
© Tüm hakları saklıdır.