Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, TBMM'nin açılmasıyla, Türk askerinin Libya'ya gönderilmesine izin veren tezkerenin milletvekillerinin onayına sunulacağını söyledi. Bu açıklama, Ankara ve Trablus arasında imzalanan iki mutabakatın yeni bir aşamaya geçtiğini gösteriyor. Peki Ankara'nın askeri ve siyasi stratejileri neler?
26 Aralık 2019 20:00
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın TBMM'nin 7 Ocak'ta açılmasının hemen ardından Türk askerinin Libya'ya konuşlandırılması için hazırlanacak tezkerenin milletvekillerinin onayına sunulacağını açıklaması, 27 Kasım'da Ankara ile Trablus hükümetleri arasında 2 önemli mutabakat muhtırasının imzalanmasıyla başlayan sürecin yeni bir evreye girdiğini gösterdi.
Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti İçişleri Bakanı Fathi Başağa'nın Trablus'ta çatışmaların yoğunlaşması durumunda Türkiye'den asker isteyebileceklerini açıklaması da, sürecin bundan sonra nasıl gelişeceğinin bir göstergesi olarak değerlendirildi.
Türkiye'yi Libya'nın Trablus kentinde kurulu Ulusal Mutabakat Hükümetini (UMH) Tobruk merkezli General Halife Hafter güçlerine karşı koruma amacıyla askeri destek vermeye götüren süreç, 27 Kasım'da iki taraf arasında savunma ve güvenlik işbirliği ile deniz yetki alanlarının sınırlandırılması muhtıralarının imzalanması ile başladı.
Türkiye, Libya ile varılan deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşmasıyla ABD desteğiyle Yunanistan-Güney Kıbrıs-Mısır ve İsrail tarafından geliştirilen Doğu Akdeniz Doğal Gaz Forumu oluşumuna yanıt verirken, bölgedeki hidrokarbon paylaşım mücadelesinde önemli bir adım atmış oldu.
Ancak Türkiye açısından bu kazanımın korunması, Başbakan Mustafa Fayez al-Sarraj liderliğindeki UMH'nin varlığını sürdürmesine; yani, arkasına Rusya, Fransa, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan gibi önemli güçleri alan Hafter'e karşı Trablus'u savunmasına bağlı.
Hafter, son dönemde giderek artan askeri destek sayesinde Trablus hükümetine yeni ve kapsamlı bir operasyon daha başlattı.
Türkiye'nin de al-Sarraj hükümetinin kendisini savunması için askeri ve ülkede kalıcı bir siyasi çözümün sağlanmasına dönük siyasi destek verme girişimleri de bu operasyonla birlikte ivme kazandı.
Ankara'nın askeri ve siyasi stratejisi
Ankara'nın son dönemdeki adımları, bu sürecin askeri ve siyasi olmak üzere iki ayaklı bir stratejiye göre yürütüldüğü değerlendirmelerine yol açıyor.
Libya'daki gelişmeleri Doğu Akdeniz'deki hidrokarbon geriliminden bağımsız görmediğini üst düzey açıklamalarla ortaya koyan Ankara, Kuzey Kıbrıs'a gözlem amaçlı insansız hava araçları yerleştirerek ve olası bir deniz üssü kurma planlarını gündeme getirerek güç politikasından geri adım atmayacağını ortaya koyuyor.
Buna paralel olarak Libya'daki çatışmalarda Trablus hükümetine her türlü desteği verdiğini ve vermeye devam edeceğinin altını çizen Ankara, Meclis'ten geçireceği asker gönderme tezkeresiyle elini iyice güçlendirme arayışında.
Ankara'daki diplomatik kaynaklar, daha önce yaptıkları açıklamalarda, Türkiye'nin Libya'ya sağlayacağı askeri desteğin daha çok danışma ve eğitim odaklı olacağını, muharip görev tanımıyla askeri birliklerin konuşlandırılmasının öngörülmediğini kaydetmişlerdi.
Bu konudaki son kararın siyasi iktidarın elinde olduğunu, TBMM'ye sunulacak tezkerenin içeriğine göre Libya askeri misyonunun süresi, kapsamı ve görev tanımının netleşeceğini kaydeden kaynaklar, Ankara-Trablus arasında imzalanan mutabakat muhtırasının yol gösterici olduğunu belirtmişlerdi.
Kapsamlı bir içeriğe sahip olan mutabakat muhtırasına göre Türkiye, Libya'da polis ve askeri sorumlulukları içeren Ani Müdahale Kuvveti ile ortak Savunma ve Güvenlik İşbirliği Ofisi kurulmasının yanı sıra eğitim, teknik bilgi gibi beceri geliştirici faaliyetler ile birlikte kara, hava ve deniz araçlarının hibesini de içerek şekilde Trablus hükümetine destek sağlayacak.
Anlaşma, tarafların "terörle ve yasadışı göçle" mücadele etmesini, istihbarat alanında işbirliğinde yapmasını da kapsıyor.
Suriye ve Libya politikasındaki benzerlik
Ankara'nın güç politikası uygulama yaklaşımını yakından takip eden Batılı diplomatik kaynaklar, Türkiye'nin Suriye ve Libya'da uyguladığı politikalar arasında benzerlikler olduğunu, her iki çatışma alanında da askeri gücünü kullanarak ya da tehdit aracı olarak göstererek siyasi alanda söz sahibi olma arayışında olduğunu kaydediyorlar.
Türkiye'nin Suriye topraklarında 2016 yılı Ağustos ayından itibaren düzenlediği 3 askeri operasyon sayesinde hem ABD hem de Rusya ile belirli bir statükoda uzlaşma sağladığını anımsatan kaynaklar, şimdi benzer bir stratejinin Libya'da da uygulandığı görüşündeler.
Cumhurbaşkan Erdoğan'ın son dönemdeki diplomatik faaliyetleri de bu görüşü destekler nitelikte.
Erdoğan, bir yandan askeri olarak Türkiye'nin desteğini daha da etkin şekilde göstereceğini kaydederken, diğer yandan da Libya'da istikrarlı bir siyasi ortamın yaratılması için oluşturulan uluslararası süreçleri de yakından takip ediyor.
Libya'nın komşusu Tunus'a 25 Aralık'ta günübirlik bir ziyaret yapan Erdoğan, Libya'da siyasi uzlaşmanın sağlanması amacıyla oluşturulan Berlin Süreci kapsamında yapılması öngörülen uluslararası toplantıya Tunus, Cezayir ve Katar'ın katılmasını sağlayarak Trablus aleyhine olan durumu düzeltme amacında.
Erdoğan aynı zamanda Almanya, İngiltere başbakanları ve Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin ile de yakın temas içinde kalarak siyasi çözüm yollarını kullanma amacında olduğu mesajını vermeye devam ediyor.
Kritik görüşme Rusya'yla
Tüm bu diplomatik sürecin merkezinde Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında 8 Ocak'ta yapılması öngörülen görüşme yer alıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, son dönemde yaptığı tüm konuşmalarda, Wagner güvenlik şirketine bağlı 2000 Rus paralı askerin Libya'da Hafter saflarında yer aldığını gündeme getirerek Putin'e açık bir mesaj gönderiyor.
Erdoğan, ayrıca, Libya'ya asker tezkeresinin 8 ya da 9 Ocak günü, yani Putin'in Türk Akımı boru hattının açılışı için İstanbul'da bulunacağı günde gelebileceğini de kayda geçirmiş oldu.
Putin ile yaptığı son telefon görüşmesi sonrasında Dışişleri Bakan Yardımcısı Sedat Önal başkanlığında üst düzey bir heyeti Moskova'ya gönderen Cumhurbaşkanı Erdoğan, Putin ile hem son dönemde İdlib'den kaynaklanan sorunların çözülmesi hem de Libya'da bir orta yol bulunmasını zorluyor.
Süreci yakından takip eden kaynaklar, Erdoğan ve Putin'in Suriye'de olduğu gibi Libya için de temel parametreler üzerinde uzlaşma yolunu seçebileceklerini, iki ülkenin giderek derinleşen siyasi, ekonomik, savunma sanayi ve enerji işbirliklerini tehlikeye atmayacaklarını öngörüyorlar.
Siyasi süreç için umut az
Çatışma alanındaki bu gelişmelere karşın, Libya'da kalıcı bir ateşkes ve siyasi süreci önceleyecek barış girişimleri konusunda umutlar düşük. Siyasi sürece momentum sağlayacak en önemli toplantılardan birinin Ocak ayında Almanya'nın başkenti Berlin'de yapılması öngörülüyor.
Ancak toplantıya kimlerin katılacağı ve gündemi üzerinde uzlaşının sağlanamadığı kaydediliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da 26 Kasım'da yapığı konuşmada buna dikkat çekerken, liderlerle yaptığı görüşmeler sonucunda Berlin toplantısına katılımın düzeyinin düşük olacağını, bu yüzden kendisinin yerine Cumhurbaşkanlığı Dış Politika Başdanışmanı İbrahim Kalın'ın katılmasının söz konusu olduğunu belirtmişti.
Düzeyin düşüklüğü Libya gibi çetrefilli bir konuda radikal siyasi kararların alınmasının ihmital dahiilnde olmadığını göstermesi açısından dikkat çekici.
Bu gelişmeler, Libya ve Doğu Akdeniz konusunun giderek daha geniş bir uluslararası alanı kapsayacağı ve gerilimin daha da tırmanabileceği değerlendirmelerine yol açıyor.