08 Nisan 2020 23:20
T24 Ekonomi
Dünyanın önde gelen vergi, denetim ve danışmanlık kurumlarından KPMG’nin Türkiye şirket ortağı, eski Maliye Başmüfettişi ve Ekonomi Bakanlığı Danışmanı Emrah Akın, Koronavirüs salgınıyla ekonomide sarsılan gelişmelere karşı atılması gereken “maliye politikası” önlemlerine işaret ederken, vergi ve prim ödemeleri ertelemesi gibi alanlarda sektör ayrımına son verilerek “bütün sektörleri kapsayan bir mücbir sebep halinin ilan edilmesi” gerektiğini söyledi.
Kamudaki görevleri sırasında teşvik politikaları konusunda da çalışmalar yapan Emrah Akın, istihdamın kriz döneminde teşviki için “asgari ücret üzerinden alınan gelir vergisi stopajının 2020 sonuna kadar tahakkuk ettirilmemesi, asgari ücret dışındaki diğer gelir vergisi bantlarında yer alan ücretler için 5-10 puan civarında indirim yapılması, SGK primlerinin indirimli tahsil edilmesi”nin de aralarında bulunduğu bir dizi tedbir önerdi.
Emrah Akın’ın T24’ün sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
- Tüm dünyayı etkileyen Koronavirüs / Covid-19 salgını dolayısıyla tüm ülkeler önemli destek paketleri açıklıyorlar. Paketlerde özellikle “maliye politikası” önlemleri öne çıkıyor. Türkiye’de de “Ekonomik İstikrar Kalkanı Paketi” ile başlayan süreçte bazı adımlar atıldı, yetersiz olduğu konusunda yorumlar geldi. Eleştiriler ışığında, maliye politikası alanın da hangi yeni adımlar atılabilir?
18 Mart’ta Sayın Cumhurbaşkanı tarafından açıklanan “Ekonomik İstikrar Kalkanı Paketi”nin maliyeti yaklaşık 100 milyar TL olarak açıklandı. Paketin içinde önemli destekler var; ancak yaklaşmakta olan ciddi ekonomik durgunluk riski için bazı ek maliye politikası araçlarına da ihtiyacımız olduğunu değerlendiriyorum. Önerilerimden ilki vergisel yükümlülüklere ilişkin olarak ilan edilen “mücbir sebep”le alakalı. “Ekonomik İstikrar Kalkanı Paketi” ve akabinde Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından yayımlanan düzenlemeler ile “tüm ülke ve tüm sektörleri kapsayan” bir “mücbir sebep hali” ilan edilmedi ve mücbir sebepten yararlanma bakımından sektörel bazda bir kısıtlamaya gidildi. Bu yaklaşım hem tüm mükelleflerde -kapsama girip girmeme bağlamında- ciddi bir kafa karışıklığına yol açtı hem de bu sektörlerin tedarikçisi olan ve/veya kapsamdaki sektörlerin tedarikçi olduğu sektörler için adaletsiz bir durum yarattı. Karşı karşıya kalınması muhtemel ekonomik durgunluğun neredeyse tüm sektörleri kademe kademe olumsuz etkileyeceği düşünülürse, sınırlı bir mücbir sebep ilanı doğru bir tercih gibi görünmüyor. Bu noktada atılması elzem ilk adım, “tüm mükellefleri” kapsayan genel bir “mücbir sebep” halinin ilan edilmesi ve tüm vergisel ödevlerin bütün sektörler için en az 3 ay süreyle ertelenmesi olmalı.
Salgın dolayısıyla işsizlik de ciddi bir tehdit olarak karşımızda duruyor. Bu noktada neler yapılabilir?
Hükümet tarafından “kısa çalışma ödeneği”nden yararlanma şartlarının kolaylaştırılması için çok hızlı bir yasal adım atıldı; ki bu isabetli. Ancak istihdam alanında atılabilecek başka radikal adımlar da dikkate alınmalı.
Örneğin, asgari ücret üzerinden alınan gelir vergisi stopajının 2020 sonuna kadar tahakkuk ettirilmemesi acil olarak dikkate alınmalı. Ayrıca asgari ücret dışındaki diğer gelir vergisi bantlarında yer alan ücretler için de 5 veya 10 puan civarında indirim yapılması değerlendirilmeli kanaatime göre. Bunun yanı sıra ücretler üzerinden alınan damga vergisinden de 2020 sonuna kadar vazgeçilebilir. Bu önlemler istihdamın üzerindeki vergi yükünü önemli ölçüde hafifletecektir.
SGK işçi ve işveren prim ödemelerinin 2020 sonuna kadar yüzde 25 veya yüzde 50 indirimli alınması da değerlendirilmeli. Hem bu öneri hem de ücret üzerindeki vergi yükü azaltıcı öneriler için “çalışan çıkarmama şartı” getirilebilir. Ek olarak “işsizlik maaşı” sürelerinin uzatılması ve işsizlik sigortasından yararlanma şartlarının da acilen kolaylaştırılması elzem.
Özellikle KOBİ ölçeğindeki firmaların yaşamlarına devam etmeleri istihdam bağlamında kritik önemde. Bizim almış olduğumuz önlemler de genellikle vergisel ve/veya finansal yükümlülüklerin ertelenmesi üzerine odaklanıyor. Oysa işletmelerin ve hane halkının kira, elektrik, doğalgaz ve su ödemelerinin 3-4 aylık dönemler itibariyle ertelenmesi; hatta belli kısmının devlet tarafından üstlenilmesi de düşünülmeli.
- Başka ne gibi mali tedbirler alınabilir yaklaşmakta olan ekonomik durgunluk için?
Biraz Keynes’i anmış gibi olacağım; ancak ekonomik açıdan lokomotif sektörlerde “devlet alımları ve/veya alım garantileri” ile talebin canlandırılmasının da yararlı olacağını değerlendiriyorum. Tarım da hayati önemde, bu alandaki teşviklerin 2020 sonuna kadar ciddi manada arttırılması ve hızlandırılması lazım.
Yine vergiye dönelim, sağlık hizmetlerinden bu yıl KDV alınmaması, bu hizmetler için elzem olan makine, teçhizat ve ilaç için KDV indiriminin yapılması gerekiyor bana göre.
Geçici bir süre kurumlar vergisi oranımızı yüzde 20’den yüzde 22’ye çıkarmıştık; en kısa sürede bu oranı 2020’yi de kapsayacak şekilde yüzde 20’nin altına düşürmemiz yararlı olur. Ayrıca 2020’de hem gelir hem de kurumlar vergisi mükellefleri için “geçici vergi” uygulamasının askıya alınması da mükellefleri ciddi manada rahatlatacaktır.
Turizm işletmeleri için “Konaklama Vergisi”ni 2021 başına erteledik; ancak 1 Ekim 2019’dan beri yürürlükte olan “turizm payı” konusunda bir adım henüz atmadık. Bu payın da 2021 başına kadar ertelenmesi isabetli olur.
Emrah Akın
- Mart itibarıyla hayatımıza bir de “Dijital Hizmet Vergisi” girdi. Bu konuda ne yapılabilir?
Salgın önlemleri dijital ve çevrimiçi her türlü faaliyetin önemini bir kat daha arttırdı. Şu an ticari hayatın da sosyal hayatın da çok büyük kısmı online ilerliyor. Dijital hizmet vergisinin, vatandaşlarımızın ve şirketlerimizin üzerinde ciddi bir ek maliyet yaratma potansiyeli var maalesef. Kapsama giren hizmet ve mükellefler için oranı yüzde 7,5 olan “Dijital Hizmet Vergisi”nin 2020 sonuna kadar ertelenmesi ve yüzde 7,5 olarak tespit edilen vergi oranının da yüzde 2-3’ler düzeyine çekilmesi elzem bana göre.
- Mükellefler üzerinde biriken “Devreden KDV tutarları” konusu da tartışılıyor. Devlet devreden KDV tutarlarını zaten mükelleflere iade etmiyor mu?
Mevcut KDV iade sistemimiz ile devreden KDV’nin iadesini karıştırmamak lazım. KDV sistemimizde mükellefler “tam istisna kapsamına giren işlemler, indirimli orana tabi işlemler, KDV tevkifatına tabi işlemler ve fazla ve yersiz hesaplanan KDV” için iade alabiliyorlar. Yani bu işlemlere ilişkin olarak mükellef tarafından yüklenilen ve indirimle giderilemeyen KDV’nin nakden ve/veya mahsuben iade alınması mümkün. “Devreden KDV” tutarlarının iadesi ise bizim mevzuatımızda öngörülmüyor. Bu da mükellefler için büyük bir finansal maliyet demek.
Almanya, Belçika, Hollanda, İngiltere, Singapur ve Güney Kore gibi ülkelerde, “devreden KDV’nin iadesi” uygulaması var. Örneğin İngiltere’de devreden KDV, ilgili dönem beyannamenin verilmesini takip eden 30 gün içerisinde mükellefe hemen iade ediliyor.
Biz de 2018’de ciddi bir KDV reformu tartışması yaşadık ve TBMM’ye ciddi reformlar içeren bir kanun tasarısı indi. 2018 Nisan’da yayımlanan 7104 sayılı Kanun’la KDV Kanunu’nda ciddi bir revizyona şahit olduk; ancak maalesef reformun en önemli bacaklarından birisi olabilecek olan “devreden KDV’nin iadesi modeli” o dönemde TBMM’den geçip yasalaşma şansı bulamadı.
Yine tasarıda -şu an 200 milyar TL’yi aştığı tahmin edilen- mevcut devreden KDV stokunun nasıl giderileceğine ilişkin yöntemler de vardı. Bu tutarlar, bütçe imkânları da dikkate alınarak- sektörlere, işletme büyüklüklerine, devreden KDV’nin kaynağına göre kısmen veya tamamen iade edilebilecek veya Maliye Bakanlığı bu tutarların diğer vergi borçlarına mahsup edilmesine veya gelir ve kurumlar vergisi uygulamasında gider yazdırılmasına da yetkili olacaktı. Ama belirtiğim üzere bu konu mevzuatımıza o dönem girme şansı bulamadı.
- Bu ekonomik konjonktürde devreden KDV tutarlarının iadesinin yararlı olacağını söylüyorsunuz. Nasıl bir mekanizma kurulmalı, bu tutarlar nasıl iade edilebilir size göre?
Şu ana kadar aldığımız mali tedbirlerin çoğu bazı sektörlerin vergi borçlarının ertelenmesi üzerinde temelleniyor. Mevcut durumda, devreden KDV stokunun en azından bir kısmının mükelleflerin ertelenen vergi borçları ile mahsup edilmesi bir yöntem olarak dikkate alınabilir.
Özellikle istihdamın sürdürülmesi bağlamında kritik önemde olan şirketlerin nakit yapısındaki dengesizlikleri gidermek için bir kısım devreden KDV tutarının -elbette çeşitli inceleme prosedürlerini takiben- nakden mükelleflere iadesi de bir seçenek olabilir.
Diğer önerilerle birlikte, devreden KDV stokunun bir kısmının da gelir ve kurumlar vergisi matrahından gider olarak indirilmesi yöntemi mükelleflere imkân olarak sunulabilir. Bu yolla mükelleflerin vergi yükleri azaltılmış olur.
Elbette Hazine ve Maliye Bakanlığı bu iade işlemlerini düzenlerken, mükellefiyet süresi, çalışan sayısı, aktif ve özsermaye büyüklüğü, ödenen vergi tutarı, vergisel ödevlerin zamanında yerine getirilip getirilmediği, sahte veya muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge düzenleme veya kullanma yönünde olumsuz rapor ya da tespit bulunup bulunmadığı gibi kriterleri de esas alarak farklı iade yöntemleri tespit edebilir. Ancak kritik olan nokta, mükellefler üzerinde biriken devreden KDV stokunun bu dönemde mükellefe nakden ve/veya mahsuben iadesinin çok olumlu sosyoekonomik sonuçları olacağı muhakkaktır.
- Peki sözünü ettiğiniz önlemler neden yürürlüğe girmiyor olabilir; sizce “mali disiplin” anlamında olumsuz bir tabloya gidişi hızlandırma kaygısı mı var?
Çok haklısınız. Ekonomik anlamda en kıymetli çıpamız hâlâ “mali disiplin.” Yıllardır bütçe açığımızın AB’nin ilgili Maastricht Kriteri’ne uygun şekilde gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYH) yüzde 1’i ila 3’ü civarında tutturuluyor olması son derece kıymetli. Ancak karşımızdaki tablo maliye politikasının bu dönem için hayati önemde olduğunu ortaya koyuyor. Uzun yıllardır, en önemli ekonomik çıpamız olan “mali disiplin”den taviz vermeden de bu adımların atılması pek mümkün değil. Eğer ciddi bir ekonomik daralmanın ve bunun yaratacağı bazı sosyoekonomik komplikasyonların önünü almak istiyorsak, 2020 için ciddi bir bütçe açığını da göze almamız gerekiyor.
- Peki önerdiğiniz bu politikalar için kaynak nereden bulunacak?
Kaynak konusu elbette kritik. Devletin, bir anda bu kadar ciddi hacimde bir kaynağı bulabilmesi kolay değil. Verilecek muhtemel desteklerin ve vazgeçilen/ertelenen vergilerin yaratacağı nakit sıkışıklığı için TL emisyonunun arttırılması gündeme gelebilir. Bu takdirde 2020 ve ertesinde yine ciddi bir enflasyon sorunu ile de karşı karşıya kalabiliriz. Ancak ekonomik faaliyetlerde gittikçe büyüyen bir durgunluk ve bunun sonucu olabilecek sosyoekonomik komplikasyonlar karşısında, bütçe açığı da enflasyon artışı da ilk anda nispi önemlerini yitiriyorlar. Atılacak adımların proaktif olması gerekiyor. Ayrıca bütçe açığı ile enflasyon göstergeleri çok yakından takip edilmeli. Bu noktada zamanında atılmayan adımların sonradan atılsalar bile çok daha büyük ekonomik ve sosyal krizlerin önünü alamayacağının altını da kalın çizgilerle çizmek isterim.
© Tüm hakları saklıdır.