Ekonomist Doç. Dr. Ümit Akçay, Türkiye’de 'neoliberal popülist model’in krizinin yaşandığını belirtirken bu krizin dönüm noktasının 2013 yılı olduğunu söyledi. Akçay, şu an Türkiye ekonomisinde yaşanan sorunların Uluslararası Para Fonu (IMF) programıyla çözülmeyeceğini vurgularken bu şekilde bir program uygulanması durumu için “Sadece şimdiki krizi yaratan ekonomik programa geri dönülmüş olacak” dedi. Türkiye'nin ilginç bir zamandan geçtiğini ifade eden Akçay, daha önce de Türkiye ekonomisinin zor zamanlar geçirdiğini hatta, IMF programlarını uyguladığı yıllar da olduğunu ancak bu süreçlerin hemen hepsinde, iktidarda olan partilerin IMF ile anlaşmak zorunda kalırken, muhalefetin bunu sert bir şekilde eleştirdiğini hatırlattı. Akçay, “Şimdi bunun tam tersi bir durum ile karşı karşıyayız. İktidar bir IMF programından sakınmaya çalışıyorken, muhalefet iktidarı IMF’ye gitmemekle eleştirir hale geldi” dedi.
T24’te konuşan Akçay’ın açıklamaları devamla şöyle:
Muhalefette neden böyle bir değişim var?
Muhalefetin ekonomik istikrar için bir IMF programı talep eder hale gelmesi, neoliberal popülist modelin siyasetin yapısını değiştirmesi ile yakından ilgili. Kısaca şöyle açıklayabilirim: 1990’lı yıllarda siyasi partiler iktidara gelirken bol keseden vaatler verirlerdi, Tansu Çiller’in ‘iki anahtarı’ bunlardan en meşhur olanlarından. Ancak iktidara geldiklerinde, bunu yapmaya kalktıklarında IMF programı uygulamak zorunda kalırlardı. Ancak toplumsal muhalefetin ve özellikle işçi sınıfının örgütlü kesiminin canlı muhalefeti sayesinde, IMF programı uygulayan partinin iktidardan düşmesi, sürecin doğal sonucu olarak yaşanırdı. Yani siyasi elit için bir ‘yapısal uyum ikilemi’ vardı: İktidarda kalmak için IMF programını uygulamak zorunda kalmak ile bunu uyguladığında iktidardan düşeceğini bilmek.
Bu durum 2001 krizi sonrasında uygulanan neoliberal popülist model ile değişti. Bu değişim yaygın olarak dile getirildiği gibi sadece 2002-2006 arasındaki muazzam kurumsal gelişme sayesinde gerçekleşmedi; otoriter bir emek rejiminin kurulması sayesinde gerçekleşti. 2003 yılında iş kanunun değiştirilmesi, 2000’li yılları anlamak için kilit önemde bir değişim yarattı: Güvencesizleşme ve taşeronlaşma norm haline geldi. Ek olarak geniş toplum kesimleri, özellikle de en yoksullar, borçlandırılarak finansal sisteme içerildiler. Böylelikle, 1980’de askeri darbenin yapamadığını, 2000’li yıllarda neoliberal popülist model yapabildi, örgütlü işçi sınıfı piyasa ilişkileri içerisinde atomize edilerek siyaset gündemini belirleyen bir güç olmaktan, ya da en azından siyasi elitin kendi gündemini kurarken gözetmesi gereken bir güç olmaktan çıktı. Bu durumda IMF programı, liberal muhalefet için, tek adam rejimi karşısında denge ve denetleme sağlayabilecek yegane unsur olarak görülmeye başlandı.
Bunun bir muhalefet stratejisi olarak, mevcut rejimin altını oyan değil, ona siyasi malzeme sağlayan bir pozisyon olduğunu düşünüyorum.
Neden?
Bir kere, IMF programı, ana akım neoliberal politikalar demek. Bu ise emek piyasasının esnekleştirilmesini, ücretlerin baskılanmasını, sosyal hakların törpülenmesini, kıdem tazminatı gibi çalışanların elinde kalan son güvencenin de ortadan kaldırılmasını savunmak anlamına geliyor. Siz muhalefet olarak, bir şekilde iktidara gelseniz dahi, bu programı uyguladığınızda ne kadar iktidarda kalabileceksiniz? İkinci olarak, bildiğiniz gibi, bu tip süreçler sadece Türkiye’de yaşanmıyor. Dünyada da ana akım neoliberal politikaların uygulanmasına karşı sol, farklı nedenlerle itiraz geliştiremediğinden, bu programların yarattığı hoşnutsuzluklar sağ popülist partiler ya da hareketler tarafından temsil ediliyor. Türkiye’de durum biraz farklı gibi görülebilir ama muhalefet açısından baktığımızda, sağ bir iktidara ben daha iyi sağcılık yaparım diye karşı çıkmanın sonuç alıcı olmayacağını düşünüyorum.
IMF ile 19 kez stand-by anlaşması yapmış bir ülke Türkiye. Bu anlaşmaların kazananı ve kaybedeni kimler?
Sadece Türkiye’deki değil, dünyadaki IMF programlarının kazananları ve kaybedenleri bellidir. IMF programları, kreditörlerin kredilerini geri alabilmeleri üzerine kurgulanır. O nedenler her durumda kazanan Türkiye’ye kredi verenlerdir. Kaybeden dönemsel olarak değişebilir ancak biraz önce söylediğim ana akım neoliberal ekonomik politikaların kaybedeni ücretlilerdir.
“Yatırımcı demokrasiye değil istikrara bakar” demiştiniz bir söyleşimizde. IMF ile anlaşma yatırımcıda güven oluşturabilir mi?
Türkiye’de demokrasiyi, vatandaşların daha medeni bir şekilde yaşayabilmesi için değil, yabancı yatırım gelsin diye isteyen garip bir düşünce tarzı var. Bunun yanlış olduğunu vurgulamak için, demokrasi ile yabancı yatırımlar arasındaki ilişkinin her zaman birbirini besleyen şekilde olmayabileceğini hatta nedenselliğin ilkinden ikinciye doğru kurulamayabileceğini söylemiştim. Burada kritik olan ülkenin siyasi rejiminin niteliği değil, istikrarlı ve öngörülebilir olması. Türkiye’de biraz önce sözünü ettiğim gibi neoliberal popülist modelin krizi yaşanıyor. Bu yeni başlamadı, 2013 dönüm noktası idi. O tarihten itibaren mevcut birikim modelini iktisadi ve siyasi olarak sürdürecek koşullar yavaş yavaş ortadan kalktı. Şu andaki sorun, ekonomi politikası önceliklerinin ne olacağı sorunu. IMF programı buna verilecek bir yanıt olabilir ancak bunu siyaseten sürdürebilmek mümkün değildir. Kısacası, IMF programı uygulasa, mevcut sorunlar çözülmeyecek, sadece şimdiki krizi yaratan ekonomik programa geri dönülmüş olacak.
Ümit Akçay kimdir?
Doç. Dr. Ümit Akçay, Berlin School of Economics and Law’da (HWR Berlin) ders vermektedir.
2016-2017 yıllar arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi, ODTÜ ve Atılım Üniversitesi'nde yarı zamanlı olarak ders verdi. 2011-2015 yılları arasında New York Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve MEIS bölümlerinde misafir araştırmacı olarak, 2009-2011 yılları arasına Ordu Üniversitesi, Ünye İİBF, İktisat Bölümü'nde öğretim üyesi olarak çalıştı.
2015 yılında “Gelişme İktisadı” alanından doçentlik derecesini ÜAK'tan, 2008 yılında da doktora derecesini Marmara Üniversitesi, SBE, İktisat Bölümün’den aldı.
Akçay, Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş: Küresel Kapitalizmin Geleceği (Ankara: Notabene, 2014) kitabının ortak yazarı ve Para, Banka, Devlet: Merkez Bankası Bağımsızlaşmasının Ekonomi Politiği (İstanbul: SAV, 2009) ile Kapitalizmi Planlamak: Türkiye’de Planlamanın ve Devlet Planlama Teşkilatının Dönüşümü (İstanbul: SAV, 2007) kitaplarının yazarıdır.
Akçay, güncel olarak uluslararası siyasal iktisat, ekonomik krizler, merkez bankacılığı ve finansallaşma alanlarıyla ilgilenmektedir.
Ağustos 2016’dan itibaren Gazete Duvar'da, dünya ekonomisi, siyaseti ve Türkiye'de politik ekonomi alanları üzerine haftalık yazılar yazmaktadır.