Arjantin'in tatil kasabalarından Mar del Plata'da bindiğim taksici "fiesta, fiesta" deyip duruyordu, maç için geldiğimi duyduğunda.
"Umarım, umarım" dedim, tedirgindim. Stadyuma gidiyordum.
"Dünyanın en büyük derbisi" olarak anılan Boca Juniors-River Plate karşılaşması için "Arjantin'de yakalarsan kaçırma, çok gergin olabilir ama o deneyimi yaşamak lazım" diyordu arkadaşım.
Futbola ilgimin sınırlı olduğunu, tatilde de kavga gürültü, itiş kakış istemediğimi söyledim. Üstelik "tehlikeli, şiddetli, karmakarışık" olacağını söylüyordu Arjantinli tanıdıklar.
Ama arkadaşım ısrar edince tribünün neresinden aldığımı bile bilmediğim bir biletle Boca Juniors'ın kale arkasında buldum kendimi.
Meğer "fanatiklerin" arasında Popular Boca'daymışım.
Arjantin'in yaz turnuvası Torneo de Verano'nun bu seneki ev sahibi Buenos Aires'in güneyinde, otobüsle 5 saat uzaktaki sayfiye kenti Mar del Plata'daki José María Minella stadı.
Sıkılırım kaçarım diye kale arkasının çıkışında durdum, bu sefer de maç için Mar del Plata'ya gelen La Boca mahallesinin ergenleri ve iri kıyım dövmeli abileri, "Burada duruyorsan bayrak taşıyacaksın" diye elime mavili sarılı bayrak tutuşturdular, hep beraber aşağı salladık. Sonra zıpladık.
Karşı kale arkasında River Plate taraftarları daha hızlı davranıp maçtan saatler önce "Biz Arjantiniz" yazılı pankartları kırmızı beyazlı bayrakları salmışlardı bile.
Üst kısımlarda duran bir kadın grubuyduk, kimse rahatsız etmiyor, omuz omuza tanıdık tanımadık herkes elleri havada tezahürat yapıp zıplıyordu.
Bu sefer yanımıza davulcular geldi, gümbür gümbür "Dale dale dale Boca, dale dale Bo" diye önlerine açılan yoldan kalenin arkasına indiler. Uzaktan baktım River'ın davulcuları da inmiş. Rekabete kendini kaptırmamak elde değil.
Tribünlerde eline birkaç aylık bebeğini alan da vardı, bastonuyla yere vurup ritim tutan da.
"Dale"li nispeten daha basit tezahürat dışında, eşlik edemediğim tezahuratları söylediklerinde sürekli sırıtıp zıplayan bir "La Turca"ya dönüşüyordum. Türkiye'deki futbol heyecanından haberleri var. Ama "O ben değilim" diyemedim. Ayak sürüyerek gittiğim maçtan fanatik bir La Boca taraftarı olarak çıkmak üzereydim.
"El Superclásico" olarak bilinen Boca Juniors-River Plate rekabeti 1900'lerin başına uzanıyor.
Her iki takım da Buenos Aires'in işçi sınıfının ağırlıkta olduğu, düşük gelirli La Boca mahallesinden.
Matanza Nehri kıyısındaki La Boca "Ağız" anlamına geliyor. Boca Juniors'ın stadı, "çikolata kutusu" anlamına gelen La Bombonera hala mahallede.
River Plate ise 1920lerin ortasında satın alınınca mahalleden çıkıyor ve yüksek gelirlilerin mahallesi Núñez'e taşınıyor. Onların stadı da El Monumental.
River Plate zengin mahallelerde yer edinince "Milyonerler" olarak anılmaya başlıyor, Boca Juniors da "Halkın takımı". Bir nevi Buenos Aires'in sınıflar üzerindeki rekabeti yeşil sahaya yansıyor.
İki takım arasında yaşanan en şiddetli olay "Tragedia de la puerta" (12. Kapı trajedisi) olarak anılıyor. 23 Haziran 1968 yılında River Plate'in sahasında oynanan ve 0-0 biten maç sonunda çıkan izdihamda yaş ortalaması 19 olan, çoğu Boca'lı 71 kişi öldü, 150 kişi yaralandı.
Boca Juniors taraftarlarının, ezeli rakiplerine taktıkları isim "tavuklar" anlamına gelen Las Gallinas. Büyük maçlarda aldıkları yenilgiler üzerine bu isim takılmış.
River Plateliler de Boca'lılara yoksul mahalleden geldikleri ve nehrin pis kokusu, kiri nedeniyle Los Bosteros, Los Chancitos, "leş kokanlar", "domuzcuklar" diyor.
Maçtan birkaç gün önce La Boca'yı ziyaret ettiğimde de mahalle için benzer ifadeler duymuştum:
"Tehlikeli, turist yolundan şaşma, üzerinde ne varsa alırlar."
Mahalle, 1800lerde İtalyan göçmenlerin yerleştiği, işçi sınıfının yaşadığı bir mahalle. Fakat Arjantinli arkadaşlar artık pek de kimsenin çalışmadığını söylüyor.
Göçmen kültürüyle harmanlanınca mahalle tango ve futbolla bilinir olmuş.
Evler, gümrük ambarlarında arta kalan metallerden yapılmış ve arta kalan tekne boyalarıyla renklendirilmiş.
Mahallenin turistlerin girebildiği kısmı, duvarlarında graffitilerin olduğu El Caminito Sokağı.
Ama asıl "Girilmez" dedikleri yerleri daha sonra otobüsle geçerken gördüm, çatısız, kapısız metal evler, sokaklarında oturan, top oynayan gençler Buenos Aires'in görkemli halinden uzak ayrı bir bölge.
Boca Juniors'ın kale arkasında yeni "compañero"larımla zıplarken birkaç gün önce ziyaret ettiğim La Boca'nın duvarlarına yansıyan o isyankar halini düşünüyordum.
Bir yandan da 90 dakika boyunca artık benim de ezeli rakibim olan River Plate'e karşı yeni öğrendiğim "Boca mi vida es alegria" (Boca, benim hayatım çok neşeli) ve "El sentimiento no se termina" (Duygu hiç bitmiyor) tezahüratlarını mırıldanıyordum.
Bu arada maçı 1-0 River Plate kazandı, Boca Juniors'da bir oyuncu kırmızı kart gördü.
Ama kale arkasındaki Boca'lılar gol yediklerinde tezahüratın dozunu arttırıp daha yüksek sesle marşlar söyleyip davulları inletince, bir süre kimin gol attığını ben de, yanımdakiler de anlamadı. Ama habire şarkı söyledik.
"Boca, benim hayatım neşeli, biz Arjantin'in en büyükleriz ... Las Gallinas'ları kovalarız..."