08 Mayıs 2024 18:34
EMEP, Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu (KEFEK) 8 Mayıs 2024 tarihli toplantısında; Kadının İnsan Hakları Derneği, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, EŞİK Platformu gönüllüleri, Ekmek ve Gül ile birlikte çalışarak Adalet Bakanı yılmaz Tunç'a iletilmek üzere sekiz maddelik kadın dosyası hazırladı.
EMEP Gaziantep Milletvekili Sevda Karaca, Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu (KEFEK) 8 Mayıs 2024 tarihli toplantısında; Kadının İnsan Hakları Derneği, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, EŞİK Platformu gönüllüleri, Ekmek ve Gül ile birlikte çalışarak sekiz maddelik bir kadın dosyası hazırladı. Karaca, dosyayı Meclis gündemine taşıyarak Adalet Bakanı Yılmaz Tunç'un yanıtlaması istemiyle dilekçe verdi.
Dosyada yer alan maddeler şu şekilde:
"Anayasa Mahkemesi 22/2/2023 tarihinde E.2022/155 ve 2023/38 K. Sayılı kararıyla, Mahkeme kadının evlenmeden önceki soyadının evlendikten sonra da tek başına kullanılamamasının Anayasa’nın eşitlik ilkesini ihlal ettiği sonucuna ulaşmış ve Türk Medeni Kanunu’nun 187. maddesinin birinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar vermiştir. 9 ay sonra yani Ocak 2024 itibariyle karar yürürlüğe girmiştir fakat AYM’nin 187’deki iptal kararına rağmen yasa koyucu maddede değişiklik yapmadığı için şuan Nüfus Müdürlükleri’nde evlilik sonrası kendi soyadını kullanmak isteyen kadınlar yasada dayanak olmadığı ve kendilerine bir bilgi gelmediği gerekçesiyle geri çevrilmektedir. AYM kararının uygulanmasına ilişkin Bakanlığın uygulamadaki bu karmaşa halinin giderilmesi ve hakkın tesis edilmesi için çalışmaları nelerdir?
Adalet Bakanı Tunç göreve gelir gelmez katıldığı bir yayında “Aile hukukunu ‘sil baştan’ ele alacağız” demişti. Kadınların eşit yurttaşlığının en temel güvencesi olan, temel kanun Medeni Kanun’un kadınlara sorulmadan, kadın örgütleriyle istişare edilmeden üstelik “sil baştan” bir şekilde değiştirilebilmesine hangi grupların hangi ihtiyaçlarına cevap verme motivasyonunun eşlik ettiği hususu kaygı vericidir.
Adalet Bakanı Tunç, 'Özellikle Aile Hukuku konusunda geniş bir çalışmamız var. Bilim Komisyonumuz şu anda çalışıyor. Aile Hukukunu toptan ele alacak bir düzenlememiz söz konusu olacak' demişti. Kadınların, kadın örgütlerinin, Meclis’teki diğer partilerin ve muhtemelen iktidar partisi milletvekillerinin bir kısmının bile haberdar olmadığı bu yasal düzenleme çalışmalarının kimler tarafından, nasıl yürütüldüğü belirsizdir. Bilim Komisyonu denilen yapı kimlerden, hangi bilim insanlarından oluşmaktadır? Bu yapı içinde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ya da ilahiyat fakültelerinin temsilcileri bulunmakta mıdır? Bu komisyon neden kamuoyundan gizlenerek oluşturulmuştur? Bu konuda açık bir bilgilendirme talep ediyoruz.
Bu zamana kadar yapılan açıklamalar, hazırlıklar, çalışmalar Bakanlığın çalışmalarının kadınlardan ve kadın örgütlerinden gizli saklı yürütüldüğünü göstermektedir.
'Gizli saklı' çalışmaya önemli örneklerden biri, genel seçimlerin ardından 81 ilde gerçekleştirile Aile Çalıştaylarıdır. Pek çok baro, çalıştaydan bir gün önce mesai saatlerinin sonunda “şifahen” davet edildiğini ifade etmiştir. Türkiye Barolar Birliği (TBB) Kadın Hukuku Komisyonu (TÜBAKKOM) tarafından düzenlenen 23 Şubat 2024 tarihinde düzenlenen Medeni Kanun Çalıştayı’nda da her bir baro temsilcisi yaptıkları konuşmalarda bunu teyit etmiştir.
Aile Çalıştaylarına üniversitelerden ilahiyat profesörleri dahi resmi olarak çağrılmıştır ancak kentlerin kadın örgütleri, hak savunucuları bu çalıştayda yer alamamışlardır. Bu çalıştaylarda en temel gündemlerden biri arabuluculuk ve nafaka konusudur. Kimi illerde –örneğin Gaziantep– resmi görevlilerce 'Nafaka yuva yıkar' gibi ifadeler dahi kullanılmıştır. Kadınların en çok eşinden/partnerinden ev içinde şiddet gördüğü, öldürüldüğü ülkemizde kadınların boşanmasını, kendi ayakları üzerinde durmasını kolaylaştıracak düzenlemeler ve uygulamalar yerine; boşanmaları zorlaştırıcı politikaların bu çalıştaylarda “resmi çıktılar” olarak dile getirilmesini kaygı verici bulmaktayız.
Bu çalıştaylar konusunda Aile Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı’na verdiğimiz soru önergeleri, içeriğe ilişkin bilgi edinme başvurularımız, sonuçlarına ilişkin rapor ve değerlendirmelere dair belge taleplerimiz, aylar geçmiş olmasına rağmen halen yanıtlanmamıştır.
'Yargının yükünü hafifletmek' gerekçesiyle ortaya konan arabuluculuk, nafaka tartışmalarının kadınlara şiddet olarak dönmesi konusunda ne gibi önlemler alındığı konusunda sorduğumuz sorulara henüz hiçbir yanıt alabilmiş değiliz.
Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi tarafından birlikte finanse edilen ve Türkiye Adalet Akademisi’nin yararlanıcı olduğu 'Aile Mahkemelerinin Etkinliğinin Artırılması: Aile Üyelerinin Haklarının Daha İyi Korunması' isimli ve 2.223.000 Euro bütçeli projenin nihai hedefi Medeni Kanun’da yapılacak değişikliklerin hazırlığını yapmak. Bu hedef bizzat Bakan Tunç tarafından bu projenin 1-3 Kasım 2023 tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirilen kapanış toplantısında ikrar edilmiştir.
Yıllardır devam ettiği anlaşılan bu çalışmalara uzun yıllardır kadınlara destek veren ve yasa yapım süreçlerinde yer almış olan kadın örgütlerinin muhatap olarak alınmamış olmasına ve aktif olarak dahil edilmemesine itiraz ediyoruz. Aile hukukuna dair yasal değişiklik tartışmalarının, kadınların cinsiyetleri nedeniyle ezilmelerinden ve ayrımcılığa maruz bırakılmalarından kaynaklanan bir eşitsizlik temelinde ele alınmadan yürütülmesi mümkün değildir. Boşanmanın, nafakanın, velayetin şiddetle ve kadın emeğiyle bağlantısı kurulmadığı sürece yasaların ve uygulamaların iyileştirilmesi düşünülemez. Kadınların hayatlarına dair temel hak ve özgürlüklere ilişkin değişiklikler hakkında kadınların deneyimleri ve kadın örgütleri dışlanarak oluşturulmaya çalışılan bir 'yol haritası' kadınların ‘haklarının korunmasına’, toplumsal cinsiyet eşitliğine hizmet etmeyecektir.
“Boşanma davalarının hızlandırılması" adı altında nafaka, velayet, tazminat konularının boşanma sonrasına bırakıldığı bir düzenleme ile kadınların haklarını temin etmeden boşanmaların hızlandırılmasının amaçlandığını görüyoruz. Halbuki boşanma davalarının uzun sürmesinin önüne geçilmek isteniyorsa, öncelikle yargıda buna sebebiyet veren idari ve teknik sorunların kaynağı tespit edilmeli ve açıklanacak veriler üzerinden çözümleri üretilmeli. Boşanma davalarında duruşmaların sık yapılması, yeni aile mahkemeleri açılması, tanıkların tek bir celsede dinlenmesi gibi tedbirler bunlardan sadece birkaçı. İktidar tarafından önerilen bu yöntem, kadınlar ve çocuklar için birçok hak kaybının önünü açacak. Bu düzenlemenin hayata geçmesi, özellikle kadınların boşanmalarının önünü büyük oranda tıkayacak. Zira Türkiye’de boşanmış kadın olmanın zorluğu, kadın istihdamının, kadınların mal varlığının ve gelirlerinin düşüklüğü ve giderek artan kadın yoksulluğu ortada iken nafaka, velayet, tazminat gibi talepler karara bağlanmadan boşanmak kadınlar için büyük bir belirsizlik ve güvencesizlik demek.
Özellikle zorunlu arabuluculuğu yasaklayan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararını takiben aile arabuluculuğunun sürekli gündeme getirilmesi, bu sistemin kadınlara zorla dayatılacağını göstermektedir. Boşanma sürecindeki taraflar 'hızlandırılmış boşanma' sonrası diğer konuların karara bağlanması için zorunlu arabuluculuğa tabi tutulduğunda, kadın ve erkek arasındaki eşitsiz güç dengeleri sebebiyle süreç, kadınları tekrar şiddete açık hale getirme, manipülasyon, baskı ve telkin riski ile karşı karşıya bırakacağından, kadınların haklarından feragat etmesi riskini taşımaktadır. Boşanma davalarının çoğunluğu erkek şiddeti sebebiyle açılıyorken yapılması gereken, boşanma ve boşanmaya bağlı sonuçların birlikte değerlendirileceği şekilde yargılamanın hızlandırılmasına yönelik tedbirlerin alınmasıdır.
Medeni Kanun’a göre yoksulluk nafakası, nafaka alacaklısının evlenmesi halinde kendiliğinden kalkar; alacaklının evlenmeden fiilen evli gibi yaşaması, yoksulluğun ortadan kalkması ya da nafaka yükümlüsünün ödeme gücünü tamamen yitirmesi durumlarında ise ödeyen kişinin talep etmesiyle mahkeme kararıyla kaldırılabilir. Kadın düşmanı bazı gruplar tarafından senelerdir hiçbir veriye ve belgeye dayanmayan anlatılar üzerinden bir mağduriyet algısı yaratılmaya çalışılmaktadır. Oysa yasa çok açık. 'Bir günlük evlilikten sonra ömür boyu çok yüksek miktarlarda nafaka ödenmesi' gibi iddiaların hiçbir gerçekliği ve yasal karşılığı bulunmamaktadır.
Daha önce defalarca farklı yetkililer tarafından ve son olarak da Adalet Bakanı Yılmaz Tunç tarafından dile getirilen '1 gün evli kalıp onlarca yıl nafaka ödeyen kişiler var' iddiasının artık bir an önce ispatlanması gerekmektedir. Çünkü bu ve benzeri asılsız iddialar, konunun asıl mağduru olan kadınların ve çocukların görmezden gelinmesine ve sanki erkekler mağdur oluyormuş gibi gerçek dışı bir algıya yol açmaktadır. Bir gün evli kalıp onlarca yıl nafaka ödeyen kaç erkek olduğuna, söz konusu dosyaların numaralarına, ödedikleri nafaka miktarına, nafakanın kadına mı yoksa çocuğa mı ödendiğine dair acilen kamuoyunun bilgilendirilmesini talep ediyoruz.
Nafaka hususunda esas tartışılması gereken, gerek baroların gerekse bağımsız kadın örgütlerinin araştırmalarında ortaya koyduğu üzere giderek derinleşen kadın yoksulluğudur. Kadınların boşanma sonucu yoksullaşacağı apaçıkken yoksulluk nafakası bağlamaktan imtina eden hakimlerin tutumlarıdır. Erkeklerin nafaka ödememek için bin bir oyunla gelirlerini saklamalarıdır. Hasbelkader bağlanan nafakaların ortalamasının ayda 370 TL gibi oldukça düşük miktarlarda olması, bu miktarların dahi tahsil edilememesidir. Öyle ki kadınlar yıllardır bu sorunları dile getirirken kulak arkası eden iktidarınız dahi Türkiye’de nafakaların yüzde66’sının ödenmediğini ifade etmek zorunda kalmıştır.
TÜİK 2024 Ocak ayı verilerine göre kadınların istihdama katılım oranı sadece 32.4 iken, bu oran erkeklerde yüzde66’dir. İstihdama katılımdaki bu uçurum, evlilikte çocuk olması halinde daha da büyümektedir. 2022 senesinde 3 yaşın altında çocuğu olan 25-49 yaş grubundaki kadınların istihdam oranı yüzde28 iken, bu oran erkeklerde yüzde90,5 olarak hesaplanmıştır. 2017 verilerine göre erkeklerin yüzde83’ünün kendine ait bir banka hesabı varken kadınlarda bu oran yüzde54’tür. Yoksulluk nafakası erkeklerin kadınlara bir lütfu değil, toplumsal cinsiyet eşitsizliği nedeniyle çocukların ve yaşlıların bakımı dahil, ev içinde yıllarca emek sarf etmiş, bu sebeple çalışma hayatına hiç katılma olanağı olmamış, katılması engellenmiş veya ev içindeki bakım emeği yükü nedeniyle iş hayatından ayrılmak zorunda kalmış ve yeniden çalışma hayatına katılması önünde bir dizi engel bulunan kadınların, boşandıktan sonra ekonomik ve sosyal hayata eşit katılımlarının sağlanabilmesi için gerekli olan bir haktır.
Türkiye’de son yıllarda aile mahkemeleri velayet ve görüş hakkı kararlarında kadına yönelik şiddetin varlığı, çocuklar üzerindeki etkisi ve kadın ve çocuklar için risk değerlendirmesi yapmadan, çocuğun yüksek yararını gözetmeden, 'aile bütünlüğü'nü korumak adına, babalar için görüş hakkı vermektedir. Annenin çocuğu babaya teslim ettiği günler anne ve çocuklar için riskli durumlar yaratmaktadır. Mor Çatı’ya başvuran kadınların deneyimleri arasında, erkeklerin teslim zamanlarında anneyi sözlü veya silahla tehdit ettiği, sonrasında anneyi takip edip yerini bulduğu durumlar olduğu görülmüştür. Babalar annenin yaşadığı yerin bilgisini öğrenmek için çocuklar üzerinde baskı kurmakta ve hatta bazen çocukları kaçırarak anneyi geri dönmesi için tehdit etmektedir. Can güvenliği riski yaratan bir başka durum ise, babanın görüş zamanlarında anneyi suçlayarak çocuklara çeşitli vaatlerde bulunması veya anneye zarar vereceği, öldüreceği gibi çeşitli tehditlerle korkutması üzerine çocukların kaldıkları sığınağı ya da 6284 sayılı Kanun kapsamında gizlenen adres bilgisini paylaştığı durumlar yaşanmaktadır. Özellikle kadın ve çocuğun sığınakta kaldığı durumlarda adres gizliliğinin ihlali, sadece bahsi geçen kadın ve çocuğun değil sığınakta kalan tüm kadın ve çocuklar ile sığınak çalışanlarının can güvenliğini de riske sokmaktadır. Erkekler çocuklarla görüş zamanlarında çocuklarla ilgilenmediği gibi, anneyle ilgili suçlayıcı ithamlarda bulunarak çocukları anneye karşı yabancılaştırmaya çalışmaktadır.
Çocuk teslim merkezleri her ne kadar kadınların şiddet uygulayan babalar ile çocuk görüşünde yüz yüze gelmelerine bir çözüm sunsa da pratikte farklı sorunlar oluşmaya devam etmektedir. Çocuk teslim merkezinin, çocuk görüşü ile ilgili uygulamadaki sorunları çözeceği yaklaşımı ile görüş hakkı çocuğun yüksek yararı gözetilmeden verilmekte ve bu durum çocuk için ruhsal güçlüklere neden olmaktadır. Görüş merkezleri babanın çocuktan tehdit ve baskı yoluyla adres öğrenmeye çalışması ve psikolojik şiddet uygulamaya devam etmesine engel olmamaktadır. Görüş kararı bulunduğunda, çocuğu görüşe götürmemenin kadınlar üzerinde yaptırımı olması, özellikle babayla görüşmek istemeyen çocuklarda kendine zarar vermeye giden tepkiler yaratabilmektedir. Ruhsal boyutların yanı sıra, özellikle saldırgan davranış gösteren erkeklerin kadın ve çocuğun yanı sıra bu merkezlerde çalışan görevliler için de güvenlik tehdidi oluşturduğu görülmektedir. Çocuk görüşleri, çocuğun üstün yararı ilkesinden hareketle tekrar gözden geçirilmeli ve babalık hakkının çocuğun yararı ile eş tutan yaklaşımdan uzaklaşılmalıdır.
Adli Görüşme Odaları Yönetmeliği bulunsa da bu uygulamanın Medeni Kanun’da yasal dayanağının olmaması çocukların dinlenmesi konusunda hâkime geniş bir takdir yetkisi vermektedir. Bununla beraber mevcut uygulamada Adli Görüşme Odalarının, tüm hassas grupların ihtiyacını karşılaması beklenirken, cinsel şiddet mağdurlarının dinlenmesi dışında kullanılmadığı anlaşılmaktadır. Ev içi şiddetin yaşandığı dosyalarda çocukların adliye ortamında psikolojik olarak zorlandıkları, raporların ayrıntılı incelemeleri içermediği ve mahkemelerde çocuklar dinlenirken ruh sağlıklarının gözetilmediği anlaşılmaktadır. Aile mahkemeleri bünyesinde pedagog, psikolog ve sosyal hizmet uzmanlarının bulunduğu, bu kişilerin velayet ve çocukla kişisel ilişki kurulması konularında rapor düzenlemekle görevli oldukları, buna rağmen aile mahkemesi hakimleri tarafından takdiren duruşmalar sırasında anne-baba önünde çocukların beyanlarının alınarak çocuklara sorumluluklar yüklendiği kadına yönelik şiddet alanında çalışan avukatlar tarafından aktarılmaktadır. Ayrıca çocuklar hakkında sosyal inceleme raporları hazırlayan uzmanların çocukların fiziksel ve ruhsal iyilik halini gözetmekten uzak, çocukları baba ya da anneden hangisini tercih ettiği konusunda sıkıştırmaya varan, sonuç odaklı görüşmeler yaptıkları görülebilmektedir.
Ceza Muhakemesi Kanunu’nda çocukların AGO’da dinlenmesi için yasal bir zorunluluk olmaması, hakimlerin bu konuda inisiyatif kullanmaktan geri durmaları, odaların kullanılması için önceden randevu alınması gerekliliği, tüm adliyelerde AGO olmaması gibi nedenler bu haktan faydalanılmasını olumsuz etkilemektedir. Çocukların yaşadıklarını adli ortamda defalarca anlatmak zorunda kalabildiği ve bu durumun çocukların örselenmesine neden olduğu uzmanlarca ifade edilmektedir. İkincil mağduriyetin önlenmesi için alındığı söylenen tedbirlerin uygulamada her zaman karşılık bulmadığı, yeterince yaygınlaşmadığı, çocuklara atanan avukat ve uzmanların yetersiz kalabildiği, çocukların ifade vermek için gün boyunca adli birimlerde bekletilebildiği, ifadelerine tekrar başvurulduğu, gelişimlerine ve maruz kaldıkları suçun hassasiyetine uygun olmayan şekilde sorgulamalara muhatap olabildikleri bilinmektedir.
AGO'larda kayıt altında ve uzman tarafından ifadenin alınması gerekliliğinin altı çizilse de uzmanın iradesinin yok sayıldığı, kayıt dışı olarak savcının ifadeye dahil olduğu durumlar olabilmektedir. Uygulayıcıların yaklaşımına ilişkin dönüşüm yaratılamaması ikincil travmaya yol açan uygulamaların sürmesine neden olmaktadır.
Bu sorunların giderilmesi için bakanlığınızca bir çalışma yapılmakta mıdır?
Maruz kaldıkları şiddet nedeniyle hukuki destek almak için baroların adli yardım bürolarına başvuran kadınların adli yardım bürolarında yetkili kişilerin ve adli yardım bürosu tarafından atanan avukatın kadınları etkili bir şekilde dinlememesi ve eksik/yanlış bilgilendirme yapması; baro tarafından çok geç tarihlere randevu verilmesi; ekonomik duruma ilişkin çok fazla belge talep edilerek prosedürün zorlaştırılması, kadınların az da olsa bir geliri ya da taşınmazı var ise daha başvuru yapmadan başvurunun reddedileceği yönünde caydırıcı söylemde bulunulması, 6284 sayılı Kanun kapsamında atama yapılmaması ve son olarak da CMK madde 234/1-a-3 dışında kalan suçlar için bu suçların mağduru olan kadınlara ne soruşturma ne de kovuşturma evresinde avukat atanması sorunlarıyla karşılaştıkları görülmektedir.
Adli yardım için barolara verilen bütçelerin düşüklüğü CMK ile görevlendirilen avukatların ücretlerini yıllar sonra almasına sebep olduğu gibi, baroların ücretsiz adli yardım verme kapasitelerini de düşürüyor. Boşanmak isteyen, adli destek almak isteyen kadınlar yargı sürecinde avukat desteği alamaz hale geliyor. Bu hem avukatların haklarını hem de kadınların adil yargıya erişim hakkını gasp ediyor. Bu konudaki sorunların acilen çözülmesi için adım atılması gerekiyor. Bu sorunların çözümü için bakanlık bünyesinde ne gibi planlarınız var, somut durumu ortaya koyan bir çalışmanız bulunuyor mu? Bu zorluklar nedeniyle mağduriyet yaşayan kadınların maddi ve manevi kayıplarını gidermek için bir çalışma yapacak mısınız?"
© Tüm hakları saklıdır.