Oyuncu Engin Alkan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Atatürk Kültür Merkezi'nin yıkılmasına ilişkin olarak sarf ettiği, "Geziciler, istediğiniz kadar bağırın çatlayın patlayın yıktık” sözlerine tepki gösterdi. "İktidarından muhalefetine fark etmeksizin toplumdaki kültürel, inançsal ve ideolojik çelişkileri derinleştirerek düşmanlar yaratmaktan çekinmeyen bir siyaset üslubuyla karşı karşıyayız" diyen Alkan, yıkılan Muhsin Ertuğrul sahnesini hatırlatarak, "Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi yıkılmadan önceki son seansta Keşanlı Ali rolünde gözyaşları içinde sahneyi son kez öptüğümde yıkılanın bir kentin kültür belleği ve anılarım olduğunu düşünmüştüm" dedi.
Cumhuriyet'ten Öznur Oğraş Çolak'ın sorularını yanıtlayan Alkan'ın açıklaması şöyle:
- Anımsayacağınız üzere geçen günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki (TBMM) “Çanakkale Anması” etkinliğinde TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın talimatıyla kadın oyuncuların sahneye çıkmaları engellenmişti. Siz bu konu da ne söylemek istersiniz?
Meclis Başkanı Kahraman’ın konuyla ilgili iddiaları reddeden bir açıklamasını okumuştum. Bu açıklamayla aslında Meclis’in çatısı altında böyle bir ötekileştirmenin resmi olarak kabul edilemeyeceğini anlıyorum. İster sahnede, ister sokakta ya da işyerinde kadının hâlâ rüştünü ispat etmeye çalışmasının kabul edilebilecek bir tarafı yoktur. Doğusu, Batısı fark etmeksizin erkek egemen toplumlarda siyasi iktidarların inatla kadının toplumsal rolünü yeni söylemlerle biçimleyerek cinsiyetler arasındaki eşitsizliği derinleştirme çabası çağımızın en önemli ideolojik sorunlarından biridir. Her ne kadar anayasalar kadına ve erkeğe eşit haklar tanısa da, dünyanın en gelişmiş medeniyetlerinde bile kadınlar hakları için sokaklara dökülüyorsa, burada siyasi ideolojilerin eşit kılmaya çalıştığı “kadın” modelinde bir sorun vardır. Erkek egemen siyasetin özendirmeye çalıştığı pasif ve itaatkâr kadın modeline karşın, sorun yaratan erkeğin irade gücüne denk, özgürleşmiş kadın modelidir. Simone de Beauvoir’ın dediği gibi erkek egemen ideolojiler toplumda kendi eşitini değil, tamamlayıcısını inşa etmek ister.
"Cadı Avı’ Ekim’de sahnelenecek"
- Şu sıralar “Cadı Avı” adlı bir oyun üzerine çalışıyorsunuz, son durum nedir?
Evet, provalarını tamamlamak üzere olduğum ‘Cadı Avı’ isimli bir müzikal proje üzerine çalışmaktayım. Shakespeare’in Venüs ve Adonis uzun şiirinden ve sonelerinden yola çıkarak yazdığım oyunun Küskün Müzikal’de olduğu gibi müziklerini de ben besteledim. Savaş tanrısı Mars’ın aşkın simgesi Adonis’i katledişiyle bozulan evrensel dengenin üç ana tanrıça tarafından hikaye edildiği yapım Kadıköy Emek Sahnesi tarafından Ekim ayında sahnelenecek.
- Hükümetin sanatla bir derdi mi var, sorusu ister istemez yaşananlardan dolayı akla geliyor. Son olarak buna kadınlar da eklendi. Daha neler bekliyor bizi bilmiyoruz. Neden bu kadar çok sanattan, kadından ve tiyatrodan korkuyorlar sizce?
Siyasi tercihleri korkuyla açıklamak büyük resmi görmede engel teşkil edebilir sanıyorum. Tüm dünyada siyasi rejimler var oluşlarını ilişkilendirdikleri taban üzerinden bir toplum mühendisliği yapmaya çalışır. Özellikle siyasetin muhafazakâr kanadı geleneksel toplum dinamikleri bakımından görece azınlık olarak varsaydığı herhangi bir toplumsal olguya karşı benzer refleksler içerisindedir. Günümüzün modern toplumlarında iktidar olgusu 19. yy’da olduğu gibi sadece hiyerarşik baskılarla, sınırlama ya da yasaklamalarla kendini gerçekleştirmez. Daha karmaşık bir yapıya sahiptir. Kendini her şey ve herkes olarak çoğaltan iktidar olgusu, karşımıza sadece devletin kolluk kuvvetleriyle, hapishane ya da kışlalarla çıkmaz, en sıradan insan deneyimine indirgenebilecek her ilişkide kendini var eder. Gelenekçi bakışın yöntemi en geniş tabandaki aidiyet hissiyle birbirine uyumlu bireylerden oluşan bir şebeke yaratarak, kendini meşru kılacak dinamikleri en mikro örnekten ilerleyerek makro bir örgütleme biçimine çevirmektir. Siyasi iktidarlar karşıt bireyler arasındaki çelişkileri yeniden ve yeniden düzenleyerek savunduğu tek tip aklın dışında kalan tüm ötekileri yola getirmek, olmazsa tecrit etmek için çalışır. Sanat ve özellikle tiyatro var oluşu gereği genel kabullerin ötesini sorgulayan muhalif bir örgütlenme biçimi öngördüğünden, yüzlerce yıldır süregeldiği gibi, her zaman iktidarların hedef tahtası olarak kalacaktır.
"Karşıtlıklar sanatın özüdür"
- “Müzeyyen”, “Kürk Mantolu Madonna”yı yönettiniz. Beklediğiniz ilgi ve tepki ile karşılaştınız mı?
Her iki yapım da şık ve ilgi uyandıran işler oldu. Kürk Mantolu Madonna’nın adaptasyonu ve rejisi ile ilgili çok yüksek övgüler alıyorum ama sahne eseri birçok bileşkeden oluşan bir bütün. Her işte olduğu gibi önyargı ile sahneyi tutuşturanlar da var, tüm önyargısına rağmen hayranlıklarını ifade edenler de. Oyuncuların sahnedeki ayak seslerini fazla bulup laf eden de oldu, oyunun dünya ölçeğinde bir başyapıt olduğunu söyleyenler de. Bu çatışkılardan doğan ısıyı severim çünkü karşıtlıklar sanatın özüdür.
"Benim oyunlarım partizan söylemlerle ilgilenmez..."
- Politik bir oyun sahnelemeyi düşünüyor musunuz?
Politik Tiyatro’yu bir tiyatro türü olarak ele alırsak hayır, o türde örnekler vermek gibi özel bir arzum yok. Ancak Politik Tiyatro ile bir eserin politik altyapısını birbirine karıştırmamak lazım. Benim oyunlarım partizan söylemlerle ilgilenmez ancak insani çelişkilere bakış açısı ve düşünsel altyapıları bakımından politiktir. En basit anlatımla, en şatafatlı, en marjinal politik söylemleri bile sanat kendi diline evirip, bir estetik ifade yaratamıyorsa kurulan cümlenin derinliği ne olursa olsun, yüzeysellikten kurtulamayacağını ve seyircinin ihtiyaçları bakımından gündelik bir kendini olumlama ilişkisinden öteye gidemeyeceğini düşünürüm. Popüler olmakla popülist olmanın ince sınırlarında her nüans izleyicinin algısında derin bir fark yaratır. Kurduğunuz cümlenin illaki sürmanşet olması gibi bir zorunluluk yoktur. Sekiz yıl kapalı gişe oynayan İstanbul Efendisi kocaman bir şenliğin eşliğinde çokkültürlülüğü taçlandıran bir birlikte yaşama olgusunu ilham etmeye çalışırdı. Şark Dişçisi etnik milliyetçiliğin çığırından çıktığı bir zaman diliminde “öteki” olanın sesiyle büyük kitleleri güle oynaya buluşturuyordu. Şekerpare halka zulmeden, açgözlü ve tehlikeli bir iktidar idolünün hikâyesinin mizahi anlatımıydı. Küskün Müzikal toplumsal bir histerinin kendinden olmayana karşı yönelen yok edici faşizmine tanıklık etmeye çağırıyordu. Örnek olarak verdiğim bu oyunlar, şamatalı ve çok eğlendiriciydiler ancak doğru taraftan bakıyorsanız, aynı zamanda da politiktiler.
"Muhsin Ertuğrul yıkılmadan gözyaşları içinde sahneyi öptüm"
- AKM yıkılıyor. Son olarak Cumhurbaşkanı AKM için de çok bağırdı, "Geziciler, istediğiniz kadar bağırın çatlayın patlayın yıktık” açıklamasında bulundu. Siz bu konuda ne söylemek istersiniz?
İktidarından muhalefetine fark etmeksizin toplumdaki kültürel, inançsal ve ideolojik çelişkileri derinleştirerek düşmanlar yaratmaktan çekinmeyen bir siyaset üslubuyla karşı karşıyayız. Esasen meselenin ne AKM, ne Gezi Parkı ne de başka bir yer olduğunu düşünüyorum. Siyasetin hırçın diliyle önce saflara bölünüyoruz, sonra o safları en nizami biçimde kurmamız isteniyor. Çok büyük kitleler düşmanları tarafından avlanacağı düşüncesiyle, paranoyalar ve komplo teorileriyle bir akıl tutulmasına doğru itiliyor. Kim bilir belki böylelikle en akıldışı icraatları, icatları ve söylemleri kabul eder hale gelebiliyoruz. Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi yıkılmadan önceki son seansta Keşanlı Ali rolünde gözyaşları içinde sahneyi son kez öptüğümde yıkılanın bir kentin kültür belleği ve anılarım olduğunu düşünmüştüm. Çok daha fazlasıymış; kongre vadisi içinde tali bir varlıktan öte gidemeyen, güvenlik nedeniyle seans iptallerini artık kanıksadığımız, kimi zaman perde açabilmek için saatlerce polis barikatlarının önünde bekletildiğimiz bu yeni yapı, dayatılan granitten imgesiyle mesleğimizden çok daha fazlasını koparıp götürdü.