T24 Kültür Sanat
Oyuncu ve yazar Ercan Kesal'ın "hikâye" kavramına odaklandığı "Ercan Kesal ile hikâye Anlatıcılığı" söyleşisi, İstanbul Modern Oditoryum'unda gerçekleştirildi.
İnsanın, kendisinden başkasını anlatmadığını belirten Kesal, kendi hikâyesini fark edemeyen birisinin, başka bir hikâyenin parçası olamayacağını söyledi.
Kesal, bir oyuncu olarak ancak kendisi olduğunda başkasının hikâyesine dahil olabildiğini işaret ederek, "Karşımızda sarsılmaz olarak duran iki unsur var, siz ve dünyayla kurduğunuz bağı anlatan hikâyeniz. Dünyanın gerçek anlamda bir parçası olmak, kendinize ait olan hikâyeye sahip çıkmakla mümkündür. Ben, bir oyuncu olarak, Ercan Kesal’dan başkası olamıyorum. Oynayacağım karakteri içime alıyorum ve onu kaybediyorum. Kendimi iptal ederek gerçek bir oyuncu olamam. Oynadığım bütün roller, orada hep duran, Ercan Kesal'dan başkası değil." dedi.
"Annem, gerçekliğe ulaşmamı sağlayan ilk insandır"
"Hikâye" kavramıyla ilk temasının, annesinin aracılığıyla olduğunu vurgulayan usta oyuncu, şunları kaydetti:
"Ne zaman anneme bir şey sorsam, o, 'Gel, otur hele şuraya.' diyerek bana bir hikâye anlatırdı. O, hikâyesini anlattığında, ben de soruma bir cevap bulmuş olurdum. Annem, gerçekliğe ulaşmamı sağlayan ilk insandır. Onun anlattıklarından öğrendiğim ise şuydu, hikâye anlatmak, gerçekliği bozup, yeniden kurmakmış. Bir çocuğun, elindeki aleti bozup yapması gibi, hikâye anlatmak da bozarak anlatma sanatıymış."
Zor bir çocukluk geçirdiğini ve bu zaman diliminin, "adam yerine konulmaya çalışmakla" uğraştığını dile getiren Kesal, bu zor şartlardan çıkmanın ancak bir hikâye anlatarak mümkün olabildiğini söyledi.
Kesal, yaşadığının, bir hikâye anlatarak hissettiğinin altını çizerek, "Bu tuhaf zamanlarda, bozkırın ortasında, hikâyelerin peşine düştüm. hikâye anlatarak var oldum. Kendime yeni hikâyeler bulmaktan da hiç çekinmedim. Edebiyat ve sinema, bu süreçteki en büyük yardımcım oldu. Böylece, içinde yaşadığınız gerçekliğin dışında kurmaca, insana daha iyi gelen ve dünyayla kurduğu ilişkiyi daha güzelleştiren bir gerçekliğin olduğunu fark ettim. Sinema ve edebiyat, sizi içinde bulunduğunuz gerçeklikten alır, sizi iyi yapar ve geri gönderir. Siz de artık bu dünyanın gerçekliğini yutmaz ve kendi gerçekliğinizin bir parçası olursunuz." diye konuştu.
"Mimar Sinan, Dostoyevski, Kemal Tahir'in mirasçıyım"
İnsanın ölümlü olduğunu bilen tek canlı olduğunu ve bu bilginin varoluşsal bir sıkıntıyı da beraberinde getirdiğini sözlerine ekleyen usta yazar, sözlerine şöyle devam etti:
"Öleceğimizi bildiğiniz halde, dünyayla kopmaz bir bağ kurarız. Bunun farkında olmak ise bir gerilim yaratır. hikâye anlatmak, varoluşsal sıkıntı ile baş etmenin bir yoludur. Kendi hikâyenizi kurmak ve anlatmak, sizden sonrakiler için büyük bir şanstır. Onlar, bu konforun içinde yaşayacaklar. Hayatımda, daha öncekilerin anlattıkları hikâyelerin rahatlığını yaşadım. Mimar Sinan'ın, Dostoyevski'nin ya da Kemal Tahir'in anlattığı hikâyelerinin mirasçıyım. Onlar dünyayla kurduğum ilişkide beni sakinleştirdiler ve beni bir hafızanın parçası yaptılar."
Yoğun bir katılımın olduğu gözlenen söyleşi, soru ve cevaplarla sona erdi. (AA)