Sabah gazetesi yazarı Sevilay Yükselir, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Alevi sivil toplum örgütlerine verdiği iftar yemeğinde, "Alevi kardeşlerim cemevine ibadethane diyorsa, benim itirazım olmaz. Ama şahsi görüşüm, böyle bir yasal statü İslamiyet'te bölünmeye sebep olur. Biz Alevi kardeşlerimizin inançlarına saygılıyız ve üzerimize ne düşerse de yapmak istiyoruz” dediğini yazdı.
İftara katılan isimlerden Taraf yazarı Cafer Solgun ise “Başbakan ve cumhurbaşkanı adayı Recep Tayyip Erdoğan’ın iftarın ardından yaptığı konuşmanın özeti, ‘kardeşlik’ vurgusuydu. Her türlü ayrımcılığa karşı olduklarını belirtti. Birçok gazeteye manşet olduğu üzere ‘Aleviler Sünniler birbirinin hamisidir’ dedi” sözleriyle aktardı.
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın 21 Temmuz’da Alevi sivil toplum örgütlerine verdiği iftar yemeğine Prof. Dr. İzzettin Doğan (CEM Vakfı Başkanı), Hıdır Temel (Hubyar Ocağı ), Fermani Altun ( Dünya Ehl-i Beyt Vakfı Başkanı), Cemal Canpolat (Alevi Vakıfları Federasyonu Başkanı), Cengiz Hortoğlu (Anadolu Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı), Mustafa Özcivan (Hacıbektaş Veli Kültür Derneği) gibi isimlerin bulunduğu Alevi dedeleri, akademisyen ve gazetecilerden oluşan 31 kişi katıldı.
Yemeğe katılan Sabah gazetesi yazarı Sevilay Yükselir, yemekteki izlenimlerini bugünkü köşesinde yazdı.
Sevilay Yükselir’in Sabah gazetesinin bugünkü (24 Temmuz 2014) nüshasında yayımlanan “Ankara Palas buluşması...” başlıklı yazısı şöyle:
Ankara Palas buluşması...
Gündemin yoğunluğundan önceki gün gerçekleşen Başbakan Erdoğan ile Alevi kanaat önderleri buluşmasının perde arkasını yazamadım.
Bir gün rötarla giriyorum konuya ama bu çok büyük kayıp da değil zira Ankara Palas'taki iftar ve sonrasındaki toplantıyı izleme şansını yakalayan tek gazeteci bendim. Benim dışımda bir de özellikle Alevilik konusundaki çalışmalarıyla tanınan araştırmacı- yazar Cafer Solgun vardı. Toplantıya katılan toplam davetli sayısı 40 kadardı. Aleviler arasında seçkin kabul edilen bazı kanaat önderleri, dedeler ve STK başkanları ile yine bu konuda bilgi sahibi olan birkaç akademisyenin dışında kimse yoktu. Öncelikle şunu söyleyeyim: Son derece samimi ortamda gerçekleşen bir buluşma oldu. Hani deyim yerindeyse herkes eteğindeki taşları döktü. Hem sorunları ya da önerilerini dile getirmesi için davet edilenler hem de Başbakan Erdoğan. (Farkındaysanız özellikle bu sıfatı kullanıyorum, yani Başbakanlık sıfatını... Çünkü kendisi de böyle olmasını istedi. İftar sonrası yaptığı konuşmada özellikle bunun altını çizdi. Buluşmanın çok önceden planlandığı, Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgisi olmadığı, amacın katiyen oy devşirmek olmadığını, üzerine basa basa ifade etti.)
Erdoğan'ın TV ekranlarından da canlı yayımlanan konuşmasının detaylarına girmeyeceğim. Sadece verilmek istenen mesajla ilgili şu yorumu yapabilirim: Erdoğan son derece içtendi. Belki de ilk kez bu kadar açık biçimde genelde aralarında soğuk rüzgârların estiği Alevi kesiminin sorunlarının çözülmesi için gayret edeceğini söyledi. İktidarları döneminde atılan adımları, iyileştirme çalışmalarını tek tek ortaya koyduktan sonra da davetlileri dinledi. Vakit çok dar olmasına rağmen hemen herkese söz hakkı verildi. Konuşanlar da temsil ettikleri Alevilerin taleplerini sıraladılar.
Dedim ya girişte... Son derece samimi havada geçti buluşma. Yer yer sert eleştiriler de yapıldı ama bu sorun olmadı. Zaten böyle olmasının nedeni iki tarafın da lafı eğip bükmeden sorunları masaya yatırmasıydı. Tunceli Üniversitesi Rektörü ile başlayan konuşmalar gayet net ve doğaldı. Elbette ki tüm konuşmacıların ortak serzenişi devletin Aleviliği kabullenmek adına çaba harcamamasıydı. Cemevlerine yasal statü, dedelere maaş ve Diyanet bünyesinde Alevilik'e özel bölüm ayrılmasında hemen herkes hemfikirdi. Devletin "Öteki" muamelesine son vermesi gerektiği ifade edildi;
Başbakan da düşüncelerini açıkça ortaya koydu. Diyanet bütçesinden pay ayrılması, özel bir bölüm açılması, dedelere maaş gibi konulara itiraz etmedi. Ancak cemevleri konusunda itirazlarını dile getirdi. Bunu yaparken de 20 gün sonra sandığa gidecek bir siyasi gibi davranmadı.
Düşüncesini netçe şöyle ifade etti: "Alevi kardeşlerim cemevine ibadethane diyorsa, benim itirazım olmaz. Ama şahsi görüşüm, böyle bir yasal statü İslamiyet'te bölünmeye sebep olur. Biz Alevi kardeşlerimizin inançlarına saygılıyız ve üzerimize ne düşerse de yapmak istiyoruz. Ve sakın yanlış anlaşılmasın bunu bir oy talebi ile filan da söylemiyoruz. Başından beri konuyla ilgiliyiz ve çalıştaylar yaptık. Bu arada iktidarımız boyunca Alevi kardeşlerimizin cemevlerinde ibadeti için de kolaylık sağladık. Bütün belediye başkanı arkadaşlarıma talimatımdır: 'Cemevleri konusunda ne isteniyorsa yardımcı olacaksınız asla Alevi kardeşlerimizi zorlamayacaksınız' demişimdir. Varsa eğer bu talimatıma uygun davranmayan bir başkan, getirin gerekeni yapayım." Hülasa... Verimli bir toplantı oldu. Hemen tüm katılımcıların toplantı çıkışı temennisi, 10 Ağustos akşamı Köşk'e çıkacak Erdoğan'ın samimi ve içten duruşunu sürdürmesi yönündeydi. Kuşkusuz haklı bu noktada toplantıya katılan isimler; ama aynı temenniyi yaşamakla birlikte buna bir ekleme yapmak istiyorum. İnşallah Ankara Palas'ta başlayan o samimiyet karşılıklı devam eder.
Yemeğe katılan isimlerden biri de, Taraf gazetesi yazarı Cafer Solgun’du.
Cafer Solgun’un Taraf gazetesinin (24 Temmuz 2014) nüshasında yayımlanan “Kardeşlik güzel de…” başlıklı yazısı şöyle:
‘Kardeşlik güzel de…’
21 Temmuz günü Başbakan Erdoğan’ın Alevi kurum temsilcileriyle yazar ve akademisyenleri davet ettiği iftara katılıp katılmama konusunda açıkçası önce tereddüt ettim. Sonuçta Alevilerle ilgili yeni bir “açılım” spekülasyonları yapıldığından herkes gibi ben de haberdar olduğum için, biraz da gazetecilik refleksiyle “davete icabet etmek” gerektiğini düşündüm. Alevi Bektaşi Federasyonu’nun katılmama yönündeki tutumunu da son derece anlaşılır buluyorum. Sorunun çözümüne yönelik bir görüşme isteği geldiğinde elbette ki görüşeceklerini vurguladıklarını da eklemek gerek. Doğrusu da budur. Sorunun muhatabı “devlet”tir, onun meşru temsilcileridir. İktidar partisini beğenme beğenmeme herkesin kendi tercihiyle ilgili bir husustur; ancak bu kapsam ve nitelikteki sorunların çözüm muhatabı genel olarak siyasi yapı, özgül olarak ise iktidar partisidir. İktidar partisini yürüttüğü politikaları, yönetim anlayışı nedeniyle beğenmemek ayrı (nitekim benim de pozisyonum eleştirel bir pozisyondur), sorun ve taleplerinin çözümü noktasında onun sorumluluğuna, dolayısıyla “muhatap” konumuna uygun davranmak ayrıdır. Birbirine karıştırmamak gerekir.
Başbakan ve cumhurbaşkanı adayı Recep Tayyip Erdoğan’ın iftarın ardından yaptığı konuşmanın özeti, “kardeşlik” vurgusuydu. Her türlü ayrımcılığa karşı olduklarını belirtti. Birçok gazeteye manşet olduğu üzere “Aleviler Sünniler birbirinin hamisidir” dedi. Yaşadığımız gerçeklerden ve sorunun ne tür bir ciddi kutuplaşmanın temel unsurlarından biri hâline geldiğinden bağımsız olarak ele alındığında, bu konuşmanın içeriğine, mesajlarına pek az noktada itiraz ve eleştiride bulunulabilir. Fakat mesele şu ki, sorunu yaşadığımız gerçeklerden “bağımsız” ele almamız mümkün değildir. Konuşmanın bir başka özelliği, somut ve bağlayıcı herhangi bir çözüm önerisinde bulunmamasıydı. İktidar partisinin yeni bazı adımlar atma hazırlığı olduğu anlaşılıyor ve görünen o ki bunun için “zamanlama” yapılıyor...
Bu nedenle herkesin artık ezberlemiş olduğunu düşündüğüm bazı hususları anlaşılır bir dille yinelemekte yarar var.
Sorunun “eşit yurttaşlık” bağlamında çözümü için gelinen noktada artık bir “pazarlık” konusu yapılamayacak en önemli adım, cemevlerinin ibadethane statüsünün tanınmasıdır. Yani fiilen zaten var olan durumun adının konulmasıdır. “Açılım” için bu adımın atılması olmazsa olmaz bir önem ifade etmektedir.
Bir diğer temel konu, mevcut hâliyle ayrımcılık üreten bir vesayet kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (DİB) statüsüdür. DİB adında bir “devlet kurumu” varken gerçek manada bir din ve vicdan özgürlüğünden bahsetmek mümkün değildir.
Bu temel hususları es geçip “dedelere maaş bağlamak” yoluna gidilir ve “açılım” diye buna denirse, daha önce de yazdım, bu, sorunu daha da ağırlaştırmaktan, Alevi toplumunu kendi içinde parçalamaktan, Alevi inanç rehberlerini de “devletleştirerek” din ve vicdan özgürlüğüne ilişkin talep ve beklentileri belirsiz bir geleceğe “ötelemekten” başka bir sonuç üretmeyecektir. Oysa görebildiğim kadarıyla hükümetin en çok kafasına yatan bu. Yanlış, çok yanlış; “eğer açılım dediğiniz buysa yapmasaydınız daha iyiydi” dedirtecek kadar yanlış...
Sorunun bir de “kutuplaşma” boyutu var ve en başta Başbakan Erdoğan’ın bundaki payı görmezden gelinecek gibi değildir. Belki de öncelikle taşlaşmış önyargıların üzerine gitmek gereği var. Çünkü bu önyargılarla birlikte sahici bir “kardeşlik” olmaz, olmuyor, olamaz. “Siyasettir, fazla düşünülmeden bazı laflar edilmiş olabilir” şeklinde sorunun önem ve ağırlığını hafifletmeye çalışanların çabası ise nafile bir çabadır.
Nedenleri var; gelecek yazıda bunu ele alacağım.