Viyana’da yayımlanan Der Standard, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın koalisyon görüşmeleri sürecindeki tavrını ‘yavaş çekim bir darbe' olarak nitelendiriyor ve Fransa tarihine gönderme yapıyor:
“İktidarda uzun yıllar geçirdikten sonra kibir ve kendini olduğundan yüksekte görme hissine kapılan pekçok otokratik ruhta olduğu gibi Tayyip Erdoğan da şeytana uyup 18. Brumaire hevesine düştü. Yani Napolyon’un darbeyle kendini Fransa’nın Birinci Konsülü ve tek hakimi ilan ettiği darbeye heveslendi. Napolyon bu darbe öncesinde ülkede siyasi boşluk yaratmıştı. Türkiye’nin şu an yaşadığı ‘yavaş çekim darbe’ de Fransa’da 9 Kasım 1799 öncesinde yaşananlarla benzerlik göstermiyor değil. Erdoğan’ın 18.Brumaire’inin önünde daha seçimler var. Bu seçimleri kazanması gerekiyor. Hatta partisi AKP’nin, kurulacak yeni mecliste Erdoğan'ın istediği Napolyon anayasasını çıkaracak çoğunluğa sahip olması için mümkün olduğunca fazla oy alması gerekiyor. Ama bu garanti değil. Lira’nın değer kaybı ve Kürtlerle savaşın arkasında karanlık güçler mi, yoksa Erdoğan’ın kendisi mi var, Türklerin karar vermesi gerekecek.”
Fransa'dan katolik ‘La Croix' gazetesi de Türkiye’deki olası erken seçim senaryosuna odaklanıyor:
“Türkiye Cumhurbaşkanının sonbaharda meclisi feshedip erken seçime gitmek için acelesi var gibi görünüyor. AKP’nin koalisyon görüşmelerinden sonuç çıkmamasının ardından siyasi krizi aşmak için anamuhalefet partisi lideriyle görüşmeye bile ihtiyaç duymadı. AKP 7 Haziran’daki seçimlerde mutlak çoğunluğunu kaybetmiş, Erdoğan bunu şahsi bir yenilgi olarak görmüştü. İstediği başkanlık sistemi için mecliste mutlak çoğunluğa ihtiyacı var. Umulur ki, Türk seçmen bir despota tam vekalet vermeyerek 7 Haziran’daki gibi akıllı davranır.”
"Büyüsü bozulan Kürtler"
Alman Die Welt gazetesinde ise Richard Herzinger imzalı yorumda Almanya’da PKK’ya hoşgörü ve sempati gösteren çevreler eleştiriliyor ve PKK’nın büyüsünün artık bozulduğu savunuluyor. Baş yorumda Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik eleştirilerin haklı olduğu, ancak PKK’nın bir terör örgütü olduğu gerçeğinin göz ardı edilemeyeceği vurgulanıyor. Yorum özetle şöyle:
“Erdoğan’a yönelik siyasi yelpazenin çeşitli kesimlerinden gelen sert eleştiriler büyük ölçüde haklılık payı taşıyor... Ama bir gerçek daha var: PKK, boğazına kadar uyuşturucu ve insan ticaretine batmış katil ve totaliter bir terör örgütüdür. Hükümet kim olursa olsun Türk devletinin bu tehlikeye karşı şiddet kullanmak sadece hakkı değil, görevidir de… Alman kamuoyunda ise bu bağlantıları görmezden gelmeye yönelik güçlü bir eğilim var. Haberlerde PKK ile Kürtler eş anlamlı kullanılıyor, PKK ile ateşkesin bozulması Türkiye’nin Kürtlerle diyaloğunun sonu olarak değerlendiriliyor. Bu, teröristlere işaretle Kürt halkının haklı otonomi taleplerini bertaraf etmek isteyen Erdoğan’ın işine yarıyor…
Gerçekte Kürtlerin ortak bir milli kimliği yok, çeşitli ülkelerde farklı halk grupları halinde yaşıyorlar. Bağları güçlü değil. Dini ya da siyasi olarak bir birlik söz konusu olmadığı gibi birbirine düşman çeşitli gruplara ayrılmış durumdalar. Kürtlerin bir bütün olarak laikliği temsil etmesinden de bahsedilemez. Birinci Dünya Savaşı sonrasında bölgenin paylaşılmasında Kürtlere verilmeyen Kürdistan devleti, artık reel bir seçenek değil… Özellikle de Sol Parti çevrelerinde Kürt sorunu konusunda eski antiemperyalist mitosun canlandığı görülüyor. PKK gibi grupların terörü affedilebilir bir günah, hatta baskı altındaki halkların meşru müdafaası olarak görülürken, Kürt bölgelerinde Batılıların devrim turizmine tanık oluyoruz. Sol Partililerin saldırgan Türkiye’ye karşı çıkıp Rusya’nın otoriterizm ve militarizmini savunmasının nedeni ortada. Türkiye NATO üyesi ve bu nedenle tahrip edilmesi gerekiyor. Kürtlerin idealleştirilmesi sadece bu çevre için geçerli değil. Ortadoğunun kanlı kaosunda bize kayıtsız şartsız yakın duracak bir güç olması gerekiyor. Ama bu şekilde değere bindirilmelerinin ne Kürtlerin çıkarlarına ne de Türkiye’deki demokratik özgürlükler mücadelesine yararı olur.