Ertuğrul Özkök | Zamanın Ruhu
Dün postadan bir kitap geldi.
Daha ilk sayfasında kalbim atmaya başladı…
Ama heyecandan değil, korkudan…
Ya bu listede benim adım da varsa…
Ya adımın altında onun da imzasını görürsem…
Ama önceden başlayayım…
Küçükçekmece'den kurye ile gelen bir kitap
Gelen kitabın adı “İmzalı Müze…”
Küçükçekmece Belediyesi tarafından yayınlanmış.
Ciltli ve çok güzel bir baskı…
İçeriğinin ne olduğu kapaktaki şu yazıda belirtilmiş:
“İmzalı ve birinci baskı kitaplar müzesi…”
Yani ünlü yazarların yakınlarına imzalayıp gönderdiği kitaplar…
Veya ünlü kişilere gelmiş imzalı kitaplar.
Ve Türk edebiyat tarihinde artık klasik haline gelmiş birçok kitabın ilk baskıları…
Başlıktaki yazıyı okuyunca 10 yıl öncesine döndüm
Başlıkta kitapların ilk sayfalarına yazılan ithaflar ve atılan imzalar ifadelerini görünce 10 yıl öncesine döndüm…
Bir ithaf ve bir imza yüzünden yaşadığım büyük utancı hatırladım…
Yazının ilerleyen bölümünde o utancın kaynağını anlatacağım.
Ama önce kitabı anlatayım.
Küçükçekmece Belediyesi böyle bir müze kurmuş ve bu müzeye giren kitapların kapak ve ilk sayfalarını yayınlamış.
Tanıdığım, çok sevdiğim birçok yazarın sevdiklerine, yakınlarına imzalayıp gönderdiği kitaplar var içlerinde.
Bazılarını bildiğimiz, bazılarını ise hayatımızda hiç duymadığımız, tanımadığımız insanlara gönderilen imzalı kitaplar bunlar.
Kutsal emanet gibi saklanan üç çok özel imzalı kitap
Mesela Oğuz Atay’ın Atilla Özkırımlı’ya imzalayarak gönderdiği bir kitap.
Artık ikisi de hayatta değil…
Mesela Nazım Hikmet’in “Isidor” adlı birine imzaladığı kitap.
Kimdir o Isidor?
Kitapta “Isidor Stok” diyor.
Acaba Amerikalı gazeteci ve yazar Isidor Feinstein Stone mu?
Ama Türkçe yazmış ithafı…
Çıkaramadım…
Mesela Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, uzun yıllar kaldığı Narmanlı Han’ın sahibi Avni Narmanlı’ya imzaladığı kitap müzenin başköşesinde kutsal emanet gibi saklanıyor.
İmzanın altında çok hüzünlü bir cümle
İnsana hüzün veren ilk sayfalar var…
Mesela Nihat Behram’ın Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idamlarını anlattığı “Darağacında Üç Fidan” kitabı…
Kime imzalandığı, ne zaman imzalandığı belli değil.
Sadece şu cümleyi okuyoruz:
“Fidanların yerinde yeşermesi dileğiyle…"
Okurken aklınıza şu soru geliyor
Sayfaya bakarken ister istemez kendinize soruyorsunuz...
Nasıl gelmiştir bu “kişiye özel imzalanan”, mahrem kitap bir belediyenin müzesine?
Sahibi hibe mi etmiştir?
Yoksa sahafların bir köşesinde bulunup mu alınmıştır?
Her imzalı kitabın iki tarihi vardır.
Biri resmi tarihi…
Kitabı yazanın hikayesini anlatır bize.
Bir de o kitabın mahrem tarihi…
Kimdir bu çok tanıdığımız insanın, kitabını imzaladığı o hiç bilmediğimiz kişi?
Meçhul adresteki "muamma biri": Sedef
Mesela Adalet Ağaoğlu’nun “Sessizliğin İlk Sesi” kitabını imzaladığı “Sevgili Sedef…”
Kimdir bu Sedef?
İmzanın nerede ve ne zaman atıldığı belirtilmemiş.
Kitaba “muamma biri” olarak dipnot düşülmüş…
Ahmed Arif'in "onur duyduğu" değerli yargıç
Mesela Ahmed Arif’in bizim neslin kült kitabı “Hasretinden Prangalar Eskittim’ı” imzaladığı “Değerli Yargıç Mesut Bartal.”
Ve özellikle de altına yazdığı şu cümle:
“Saygılar sunarak, onur duyarak…”
Bu tenakuz, çelişki bize neyi anlatıyor?
Siyasi görüşleri ve Kürt kimliği nedeniyle hayatı hakim ve savcıların önünde geçen bir insanın, hala adalete güvenini mi ifade ediyor?
Yoksa hüzünlü bir sitemi mi?
İmzalı kitaplardaki meçhul üçüncü şahıslar
Bir de “Meçhul Üçüncü Şahıslar” bölümü var.
Gizli hayranların, gizli hayranlarına yazıp imzaladığı kitaplar.
Mesela Enis Batur’un “Bu Kalem Bukalemin” kitabı…
Tanımadığımız bir Buket Balık, Enis Batur’un kitabını, adını yazmadığı “birine” imzalayıp şu dilekle göndermiş:
“1989’un daha büyük başarılar getirmesi dileğiyle…”
Sevgili Ertuğrul... Bak, sahaflarda ne buldum
Enis Batur’un kitabının bulunduğu sayfaya geldiğinde ise bir an durdum.
Çünkü o an 10 yıl önce beni yerin dibine batıran bir olayı yaşadım.
Sadece Enis Batur’a değil, bütün dünyaya karşı yerin dibine batıran bir olay.
Yanılmıyorsam 2010’lu yılların ilk beş yılındaydı.
Bir gün bir arkadaşım aradı ve şunu dedi:
“Bak sahaflarda ne buldum...”
Enis Batur’un Tansu’ya ve bana imzaladığı “Kandil” adlı şiir kitabını bulmuş sahaflarda…
Sırtımdan ter boşandı… Yüzüm kıpkırmızı oldu.
1970’li yıllara Ankara Yeşilyurt Sokak’a döndüm.
12 Eylül darbe günlerinde bana imzalanan bir kitap
Figen ve Enis Batur’un oturduğu o harika ev geldi gözümün önüne…
Bilge Karasu’ların, Yusuf Atılgan'ların, Selim İleri’lerin, İlber Ortaylı’ların, Oruç Aruoba’ların ve daha nice yazar ve şairlerin geldiği o evi hatırladım.
“Kandil” 1981 yılında yayınlanmıştı.
Yani 12 Eylül darbesinin karartma günlerinde.
Sadece Enis’in değil, Türk şiirinin en sevdiğim kitaplarından biri oldu hemen…
Hayatımın sonuna kadar bir hicran yarası olarak kalacak
İlk baskısını bize imzalayarak getirmişti kendi eliyle…
Kütüphanemin en mutena köşesinde duruyor sık sık açıp bakıyordum.
Benim için çok özel bir anlamı vardı o kitabın.
Şimdi sahafların bir köşesinde bulunmuştu…
Bir arkadaşım bulmuş, bana haber veriyordu.
O kitabın sahaflara gitmesi hayatımın sonuna kadar bir hicran yarası olarak kalacak içimde.
Çünkü benim açımdan çok acıklı bir hikayesi var.
Hürriyet'in deposundaki kitaplarım nasıl çalındı?
1990 yılında Hürriyet’in genel yayın yönetmeni olup İstanbul’a taşınmıştım.
Tansu bir yıl sonra İstanbul’a gelmişti.
Müzikte CD dönemi açılmıştı. Tansu 300’e yakın vinil plağımı toplayıp rahmetli Yavuz Gökmen’e hediye etmişti.
Bütün kitaplarımızı da toplayıp kutulara yerleştirmiş ve Hürriyet’in Ankara’daki deposuna koymuştuk.
Henüz İstanbul’da bir evimiz yoktu ve ben The Marmara Oteli’nde kalıyordum.
Bürodaki görevli biri Almanya'ya giderken...
İşte o günlerden birinde Ankara’dan haber geldi.
Büronun işlerini gören bir arkadaşımız vardı.
Hepimizin işlerine o koşardı.
Sonra bir gün akrabalarını görmek için Almanya’ya gitti.
Ve bir daha dönmedi.
Meğer giderken Hürriyet deposunda bulunan bütün kitaplarımı götürüp satmış.
Böylece adımıza imzalanan yüzlerce kitap kim bilir hangi şehrin sahaflarına düştü.
Enis’in kitabı bir daha benim kütüphaneme dönmedi…
Ama utancı hala o depoda duruyor…
İşte o yüzden sahaflarda gördüğüm her imzalı kitap bende derin bir hüzün yaratır...
O günden beri artık kitap imzalamıyorum.
Çünkü kendi imzamı da o eski kitaplar arasında terkedilmiş bir kedi yavrusu gibi görmek istemiyorum.
Ne de başkaları utansın…
Haydar Ergülen hala hayatta; ona imzalı dört kitap niye müzede?
O nedenle özellikle tanıdık imzalar görünce hüzünüm depreşiyor.
Mesela Doğan Hızlan’ın “Ergülen’e” (Acaba Haydar Ergülen mi) imzaladığı “Günlerde Kalan” kitabı…
Haydar Ergülen’e imzalanmış bir kitap daha var müzede…
Mario Levi’nin “Bu Oyunda Gitmek Vardı” kitabı…
Bir kitap daha yine ona imzalanan.
Atilla Birkiye’nin “Şehirlerarası Arzu” kitabı…
Bir de Hıfzı Topuz’un ona imzaladığı “Bir Zamanlar Nişantaşı’nda” adlı kitabı…
Haydar Ergülen hala hayatta…
Nasıl gitmiştir bu kitaplar o müzeye…
Haydar Ergülen mi hibe etmiştir?
Yoksa yanlışlıkla satılan bir kitap yığını içinde gözden kaçıp mı gitmiştir sahaflara…
Alzheimer hastası Yalçın Küçük'e imzalanan kitap o müzeye nasıl gitti?
Mesela Kemal Sülker’in, Yalçın Küçük’e imzaladığı “Savaş Yıllarında bir Sürgün” kitabı…
O müzeye gelinceye kadar geçirdiği serüven nedir?
Yalçın Küçük hala hayatta ama maalesef alzheimer hastası…
Diyeceğim; o imzalı kitabın da mutlaka bir hikayesi vardır.
Küçük İskender 2019'da öldü ama ona imzalanan üç kitap şimdiden o müzede
Bir de Küçük İskender’e imzalanan kitaplar var.
Mesela Serdar Ünver’in imzaladığı “Kuşlar Kanadı” kitabı:
“Sevgili Küçük İskender dostuma; kuşların kanatmayan, kanatlandıran günler dileğiyle…”
Adil İzci’nin yine Küçük İskender’e imzaladığı “Su ve Yaprak” kitabı:
“Şiir perisinin özür dilediği yerden…”
7 Ocak 2000….
Fikret Demirağ’ın yine Küçük İskender’e imzaladığı “Eros’un Oku” kitabı…
Küçük İskender’e imzalanmış üç ayrı kitap…
Üçü de müzede…
Ne anlatıyor bu üç kitap bize…
Küçük İskender, 3 Temmuz 2019 günü Beykoz Devlet Hastanesi’nde öldü…
O da Ece Ayhan gibi hüzünlü bir yalnızlıkla ayrıldı gitti…
Ya ona imzalanan kitaplar?
Onlar bu müzeye nasıl gitti…
Kitabın önsözünde bir teşhis: Okur oburdur
Murat Batmankaya “İmzalı Müze” kitabına yazdığı önsözde şöyle diyor:
“Şair yahut yazar bir eser yazıp onu yayınlamakla zaten okuru yeterince şımartmış sayılır. Lakin okur oburdur, daha lezzetlisini, daha nadirini arzular iştahla… Biricik ve farklı olma yarışı mı bu bilinmez…”
İmzalanmış bir kitap, gönderildiği kişiyi zaten yeterince biricik kılar…
Anlamaya çalıştığım şey ise o biricik kitabın sahaflara gönderilerek, bu biricikliğin öldürülmesidir...
Keşke bana utanç veren o kitabı bu müzede görseydim
Tek teselli ise, böyle kitapların bazen gönderilen yerden daha güzel yerler olmasıdır…
Mesela Küçükçekmece Belediyesinin bu harika kütüphanesi…
İşte o z aman kendi kendime diyorum ki;
Enis Batur’un bana imzaladığı o kitabı bu müzede görebilseydim.
Yapacağım tek şey, altına onun hikayesini yazmak olurdu…
Ama eminim şu an onu elinde tutan insan da en az benim kadar değerini bilen biridir…
Küçükçekmece Belediyesi’ni bu harika müze ve kitahp için kutlarım. Teşekkür ederim.
SON NOT: Söyleyebileceğim tek şey; hem müzeye hem kitaba, o kitapların nereden bulunduğuna dair daha doyurucu ve daha iyi araştırılmış notların eklenmesidir.