10 Eylül 2023 10:00
Ertuğrul Özkök | Pazar Yazısı
“Ayçiçeği tarlasının altındaki asma kilitli çocuğun sırrı”
Bu yılın ağustos ayının ilk haftası…
Dariusz Polinski adlı bir arkeolog, Polonya’nın Bydgoszcz şehri yakınlarındaki Pien köyünde bir kazı alanında çalışmaktadır.
Geniş ayçiçeği tarlalarının ortasında bir kazı bölgesidir burası.
Prof. Polinski’nin yanında çalışan Nicolaus Copernicos Üniversitesi mensubu arkeologlar işte o gün küçük bir mezarı ortaya çıkarırlar.
Şaşırmışlardır, çünkü burası mezarlık değildir ama içinde 6-7 yaşlarında olduğu tahmin edilen bir çocuğa ait iskelet yatmaktadır.
Henüz bunun şaşkınlığını üzerlerinden atmadan, çukurun içindeki asistan seslenir:
“Hocam çocuk yüzüstü yatıyor…”
Normal bir mezar olsa çocuğun yüzünün yukarı doğru gömülü olması gerekmektedir.
Üçüncü şaşırtıcı işaret bundan sonra gelir.
Çocuğun ayağında bir asma kilit vardır…Hem de hâlâ kilitli vaziyettedir…
Altı yaşında bir çocuk neden ayağından kilitli vaziyette ve yüzü yeryüzüne değil de toprağın derinliklerine doğru gömülmüştür?
Bu şaşkınlıkları çocuğun kemiklerinin biraz ilerisinde ikinci bir iskeletin bulunması ile daha da büyüyecektir…
Çünkü orada bu defa büyük bir kadının kalıntıları vardır…
O iskelet de normal değildir…
Pien köyündeki bu bulgular, ilk olarak 7 Ağustos 2023 günü gazetelerde küçük bir haber olarak çıktı. Ancak 23 Ağustos tarihinde “Scientific America” dergisinde yayınlandığında herkesin güzü ayçiçeği tarlasının altındaki bu çukurda ortaya çıkan iki iskelete çevrildi.
Önlerinde Stephen Hawking romanlarından yapılan filmleri hatırlatan bir korku filmi sahnesi vardır.
Hawking’in korku filmleri, mısır tarlalarında öldürülen çocukları anlatır. Burada ise ayçiçeği tarlaları arasında kaybolup gitmiş bir çocuğun korku filmi gibi hikâyesi yatmaktadır…
Bulunan iskeletlerin DNA analizleri 400 yıl öncesine ait olduğunu göstermektedir.
Bulunan kadın iskeletinin boyun kısmında da ilginç bir şey vardır. Boğaz kısmına demir bir boyunduruk geçirilmiş ve böylece kafası toprağa sabitlenmiştir…
Kazı devam ettikçe etrafta buna benzer başka iskeletler de ortaya çıkarılır…
Çevrede buranın mezarlık olduğunu gösteren hiçbir işaret yoktur.
Koyu Katolik Polonya’da, bu insanların kalıntılarının üzerinde hiçbir dini işaret yoktur. Ne bir haç ne bir mezar taşı…
Köy kilisesinin kayıtlarında da buraya ait en küçük belge bulunmaz…
Sonunda teşhis konur.
Burası “İstenmeyen ve toplum dışın atılmış insanların” gömüldüğü bir yerdir…
Kimdir mezardaki bu isimsiz insanlar öyleyse?
Fahişeler mi?
Bulaşıcı bir hastalıktan ölenler mi?
Yoksa….
İşte korku hikâyemiz bu üçüncü “yoksa” ihtimali ile başlıyor…
Arkeologların yorumu, ayçiçeği tarlası altındaki yaşanmış bir Stephen Hawking korku filminin ilk sahnesidir.
Burası bir “vampir mezarlığı” mıdır?
Ve vampir bir çocuğun kalıntıları…
Biraz ilerisinde yatan kadın bu çocuğun vampir annesi midir?
Mısır tarlalarında öldürülen çocukları, büyüklere ait hikâyeleri okuduk.
“Chucky’ filminin katil oyuncak bebeğinin hikâyesini bile biliyoruz.
Ama daha 6 yaşında bir vampir çocuk, pek duyduğumuz bir şey değildi.
Arkeologlar çocuğa şimdilik “Vampir” demiyorlar.
Ama bu isimsiz mezardan, Batılı deyimi ile bir “Revenant” hikâyesinin sesleri geliyordu.
Yani bir “hortlak” hikâyesi…
Öldükten sonra geri dönen insanlar…
Yani, son 20 yılın sinemada ve televizyonda en çok tutan, “zombi” veya “yaşayan ölüler” olayı.
Dünya Sineması en vurucu hortlak temasıyla 1968 yılında tanıştı.
O yıl çıkan “Yaşayan Ölüler Gecesi” filmi, aynı zamanda “zombi” kavramını da bizim kuşaklarımızın hafızasına yerleştirdi.
O yıl 144 bin dolar bütçe ile çekilen film 40 milyon dolar hasılat yapmıştı ve bu da bütün sosyolog, tarihçi ve arkeologların kafasına şunu sokmuştu:
“Mezarından çıkıp aramıza dönen insanlar” konusu insan hafızamızın asırlardır unutamadığı bir korkunun sembolüydü.
Pien köyünde, ayağından asma kilitle toprağa yüzüstü gömülmüş çocuk iskeleti, Avrupa arkeoloji tarihindeki “hortlak” efsanelerinin ilk somut kanıtıydı.
Çocuk niye yüzü ters biçimde gömülmüştü sorusunun cevabı da yaşayan ölü filmlerinde verilmişti zaten.
Çünkü uyanıp mezardan çıkmak isterse insanların yaşadığı yere değil, toprağın derinliklerine, bilinmezliğe doğru yürüsün diye….
Bu defa biz, yaşayan canlılar, mezardan çıkıp yavaş yavaş başka şeyleri de öğrenmeye başladık.
16’ncı yüzyılda, Avrupa’nın Eşkenaz Yahudi toplumlarında ölüleri asma kilitle toprağa gömme adeti varmış.
Ve bu İkinci Dünya Savaşı’na kadar devam etmiş.
Bunun nedeni de ölüyü, tekrar dünyaya dönmesin diye mezara kilitlemekmiş.
Yahudi Talmut geleneğinde “mezar” kelimesinin karşılığı “kilit’miş.
Ama hangi ölüler ayağında asma kilitle mezara gömülür sorusu hâlâ tam cevabını bulamadı.
Tabi ki kötü ruhlar.
Vampirler.
Veya salgın hastalıklarda ilk ölen kişi.
Böylece Covid salgınında öğrendiğimiz “Patient Zero” konusuna geliyoruz.
İlk hasta.
Orta Çağ, o ilk hastayı bulup, öldükten sonra tekrar dünyaya dönüp hastalığı başkalarına bulaştırmaması için mezarına kilitlemek için arıyordu.
Bugün bizse hastalığın nasıl yayıldığını öğrenmek için aradık.
Ancak bu mezarda bir başka tuhaflık daha var.
Londra Kolej Üniversitesi tarihçilerinden Martyn Rady’e göre tarihte vampirlerle ilgili ilk tarifi 1720 yılında bir Avusturya Hapsburg memuru yapmıştı.
Buna göre kadın ve çocukların vampir olamayacağı inancı vardı.
Öyleyse Pien’deki mezardaki kadın ve çocuk niye asma kilitle toprağa bağlanmıştı.
Los Angeles’li folklor bilimcisi Al Ridenour’a göre mezardaki bu kadın “kötü ruhlu biri” olarak görülüyordu. Yeni bir cadı…
O döneme göre içine kötülük girmiş kadınlar iki ruhla doğardı. Kötü olan ruh mezarında huzur bulamaz, çıkar ve ortalığı darmadağın ederdi.
Orta Avrupa’da bunun gibi başka asma kilit mezarları daha vardı.
Lublin civarındaki Yahudi mezarlığındaki 1200 mezarın 400’ünde böyle asma kilitle toprağa bağlanmış iskeletler bulunmuştu.
Acaba Hitler öncesinde Yahudi düşmanlığının ilk sonuçları bunlar mıydı?
Geçen hafta New York Times’da bu haberi okuduktan sonra kafama takıldı.
Acaba Türkiye’de de ayağında asma kilitle mezara ters gömülen insanlar var mıdır?
Tabii bizim evde torunum Sinan’ın en sevdiği dizilerden biri “Walking Dead” dizisi…
Oradaki ilk Zombi çocuk karakteri “Summer’dı…”
Türkiye’nin efsane ve folklor tarihinde böyle bir Summer hikâyesi var mı?
Bugüne kadar Türkiye’de pek vampir hikâyesi okumamıştım.
Ama varmış.
Bununla ilgili en güzel kaynaklardan biri 2013 yılında “Tarih Okulu Dergisi’nde yayınlanmış bir tez.
Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Öğrencisi Mehmet Ali Yaltırık’ın “Türk Kültüründe Hortlak -Cadı İnanışları” başlıklı makalesi çok ilginç.
İlgiyle okudum.
Türkiye’de en çok hortlak ve vampir hikâyesi hangi ilimizde?Meğer Türkiye’de en çok vampir ve hortlak hikâyesi ve efsanesinin bulunduğu bölge Giresun’muş. Bazı görüşlere göre Türk kültüründe “kan içici” vampir inanışı yoktur. Ama Yaltırık’a göre başka bazıları bunun aksini söylüyor. Tam aksine kan içicilik, vampir ve hortlak inanışlarının kökeni Balkanlar ve eski Türk geleneği. Sloven asıllı bir filoloğa göre “vampir” kelimesinin kökeni Kuzey Türkçesi’nden “uber’dir…” Bu da “obur” kelimesinden gelir. |
Bu kelime Türk kökeninde “açgöz” anlamına gelir ki anlamı “İçe doğru batırıp yutmaktır.” Gagavuz Türklerinde ölen günahkar kişinin mezarda yaşayan bir hayvan şekline dönüşeceğine inanılır. Bu hayvana “obur” adı verilir.
Obur, geceleri mezardan çıkarak yaşayan insanlara zarar verir.
İşte onların mezardan çıkmasını önlemek için mezarı açılır ve üzerine çivi çakılır.
Bu tam tamına bir “vampir” hikâyesi değil mi sizce?
Şimdi Walking Dead dizisinin 10 sezon boyunca niye özellikle genç insanların ilgisini çektiğini anlıyor musunuz?
O zaman Polonya’da ayçiçeği tarlasının altından çıkan ayağı asma kilitle bağlanmış 6 yaşındaki çocuk, Walking Dead dizisi hayranlarının merakla beklediği “Mesih Vampir” çocuk Summer olamaz mı?
Buyurun size bir pop kültür efsanesi…
Sadece bir pop kültür benzetmesi tabii…
Miloseviç’in kalbine kazık saplamak isteyen iki SırpBugün yaşayan ölü efsaneleri bakımından neredeyiz. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri Sırbistan’da, Belgrat yakınlarında Pozarevac’da yaşandı. Miroslav Miloseviç adlı bir Sırp vatandaşı bir arkadaşıyla birlikte bir gece Pozarevac Mezarlığına geldiler. Ellerinde ucu uzun bir sırık vardı. Orada sıradan bir mezarda yatan, İnsan kasabı olarak bilinen eski başkanı Slobadan Miloseviç’in mezarının başına geldiler. Sırp diktatörün mezarda yatış biçimine göre kalbinin bulunduğu yerin tam üstüne getirdikleri bu kazığı çaktılar. Çankü o günlerde Milseviç’in dirilip mezarından çakacağı söylentileri yayılmıştı. Yeryüzünde milyonlarca insanın kanını içen zamane diktatörleri, despotları, bu zalimler var oldukça öldükten sonra onların mezarına kazık çakmaya çalışan insanlar da olacak. Polanya’daki mezarda yatan 7 yaşındaki çocuk büyük bir ihtimalle vampir değildi. Annesine yüklenen “cadılık” suçlaması büyük bir ihtimalle onun hayatına da malolmuştu… |
Bugün artık “cadıların” içinde kötü ruh olan insanlar değil, kadın hakları için çalışan cesur kadınlar olduğu tezi giderek yaygınlaşıyor.
Diyorum ki…
Polonya’da ağustos ayı başında bulunan o çocuğun iki metre ötesinde yatan o insan, bir daha korkak erkekler dünyasına dönmesin diye yakılan ilk cesur feminist kadınlardan biriydi…
Yanı başındaki asma kilitli çocuk da annesinin hakkını aramak için dünyaya dönmeye çalışan Summer…
Ertuğrul Özkök’ün "Pazar Yazısı" başlığıyla "Newsletter" formatında paylaştığı yazısı.
© Tüm hakları saklıdır.