Fotoğraf: AA
17 Aralık 2023 07:00
Ertuğrul Özkök | Zamanın Ruhu
Geçen cuma günü Antalya’nın bir fuar merkezi…
Yukarıdan aşağı simsiyah giydirilmiş postmodern bir koridordan geçerek salona doğru yürüyoruz.
Koridorun her iki yanında çok güzel kızlar dizilmiş.
Salonun bir tarafı baştan sona dijital ekranla kaplı.
Müthiş bir müzik sistemi, oturduğumuz yerde titreşimler halinde vücudumuza yayılıyor.
Ve biraz sonra ekranda muazzam bir dijital video şovu başlıyor.
Kendi halinde küçük bir Las Vegas Sphere atmosferine giriyoruz.
Lazer ışınları salonu her yönden taramaya başladığı anda müzik kreşendo yapıyor ve dijital bir sisin arkasından gecenin kahramanı, sahnenin üzerindeki DJ platformunun üzerinde yükselmeye başlıyor…
Aynı anda dev dijital ekranlarda o ismi okuyoruz:
Mr. Dosso Dossi…
Aynı anda girişte bileklerimize takılan plastik halkalar, ışıktan bileziklere dönüşüyor.
Artık bir Coldplay konseri atmosferindeyiz…
Ve aynı anda Türk iş dünyasının yeni patron tipinin silüeti ekranları kaplıyor…
Mr. Dosso Dossi…
Veya TC kimliğindeki adıyla Hikmet Eraslan karşımızda…
O andan itibaren salonun duygu yönetimini ele alıyor ve bir David Guetta edasıyla DJ’lik başlıyor.
Dosso Dossi Holding’in her yıl Antalya’da iki defa düzenlediği “moda fuarı” işte bu sahne ile açılıyor.
O andan itibaren üç gün sürecek yeni ve çok yaratıcı bir iş modelini izleyeceğiz…
150 giyim şirketi, 5 bin butik sahibiŞöyle tarif edeyim… Dünyada eşi görülmemiş bir “hazır giyim fuarı…” Hepsi Türkiye’de faaliyet gösteren 150 hazır giyim üretici ve markası… Rusya, Ukrayna, Balkanlar, Kafkaslar ve Asya cumhuriyetlerinden gelen 5 bin butik veya mağaza sahibi… Öyle büyük zincirler değil, daha çok küçük veya orta boy hazır giyim dükkanı sahipleri bunlar. İşte bu insanlar, dükkanlarında, butiklerinde satacakları ürünleri almak için Antalya’ya geliyor. Beş yıldızlı otellerde ilginç bir Las Vegas modeliBütün bunları düzenleyen şirketin adı “Dosso Dossi…” Dünyanın en ilginç fuar modelini yaratmış. Yurt dışından gelen 5 binden fazla alıcı Antalya’daki otellerle yerleştiriliyor. Her şey dahil oteller ve beş yıldız kalitesinde. Gelen alıcılar otellere hiçbir para ödemiyorlar. Yapmaları gereken tek şey, en az 15 bin dolarlık mal almak. Her alıcıya bir barkod ve 15 bin dolar krediDosso Dossi mal alacak butik sahiplerinden para da istemiyor. Her birine geçmiş sicillerine göre kredi açıyor. Bu krediler en az 15 bir dolar. Her alıcının boynunda bir badge (kimlik kartı) var… Her kartın bir de barkodu bulunuyor. Fuardan sipariş verenler sadece bu barkodu okutuyor. Alınan ürünleri Dosso Dossi şirketi ulaştırıyor. Alıcılar ödemeleri Dosso Dossi’ye yapıyorlar. Yani bütün fuar boyunca kimse nakit bir para görmüyor. Anlayacağınız, hazır giyimde tam anlamıyla bir Las Vegas modeli oluşturulmuş. Hani Las Vegas’da belli miktarda kumar oynayanlara otel ve yiyecek bedava sağlanıyor ya, işte o model. Burada kumar yok, hazır giyim alışverişi var. |
İki gün boyunca bu sistemi hayretler içinde izledim ve çözmeye çalıştım.
Düşünün, 5 bin kişiye en az 15 bin dolar kredi açılıyor.
Toplam kredi miktarı 75 milyon doları buluyor.
Bir şirket yılda en az iki defa bu riski nasıl yüklenebilir?
Yönetim Kurulu Başkanı Hikmet Eraslan anlatıyor:
“Sistem uzun yıllardır kurulan bir güven ilişkisine dayanıyor. Aldığı malın parasını ödemeyen veya ödeyemeyen çok az insan var. Zaten onlar da bir daha fuara kabul edilmiyor, davet edilmiyor.“
Bir kere daha anlıyorum ki, ekonomi ve ticaret sadece marka yaratmak, mal üretmek ve satmaktan ibaret değil. Aynı zamanda yaratıcı finansman modelleri de bulmalısınız.
İzmir’de her yıl mermer ve taş fuarları ile gelinlik fuarlarını izliyorum.
Fuarlar sadece bir ticaret mekanı değil, aynı zamanda inanılmaz bir sosyolojinin de showroom'u benim için.
Bu fuarda gördüklerimi de şöyle anlatabilirim.
Bir kere Türkiye’de adını hiç duymadığım hazır giyim şirketlerini gördüm.
Her alanda çok başarılı ürünler yapıyorlar.
Sadece üretim değil, aynı zamanda tasarımda da çok ileri gitmişler.
Mesela “Candy Angel” adlı çok başarılı bir sportif giyim markası çok ilgimi çekti.
Street fashion denilen yeni sokak modasının harika örnekleriydi.
“Gizia” markasının tasarımda nerelere geldiğini gördüm.
Bugüne kadar Paris’te, Milano’da epey podyum şovu ve defile izledim.
Ama ilk defa bir “büyük beden kadın” defilesi gördüm.
Meğer Türkiye’de kilolu kadınlar için büyük beden harika giysiler üreten çok şirket varmış.
Büyük beden mankenlerin de harika catwalk yapabileceklerine de ilk defa tanık oldum.
Benim için çok sevindirici iki gündü.
Türkiye’nin hazır giyimde orta fiyat kategorisinde iddialı bir ülke haline geldiğini çok güzel anlatıyordu bu fuar.
İkinci önemli gözlemim ise şu.
Fuarı gezerken Rusya, Ukrayna ve Asya Cumhuriyetlerinden gelen alıcı profillerinin çok çarpıcı bir kozmopolitizm yarattığını fark ediyorsunuz.
Fuarı gezen alıcılar arasında şortla dolaşanlar var…
Bazı Asya cumhuriyetlerinden gelen alıcılardan anlıyorsunuz ki, oralarda daha uzun etekler ve elbiseler tutuluyor.
Başörtülü kadınlar var… Ve Fuar, müşterisinin bu çeşitliliğine her santimetrekarede cevap verecek ürünlerle dolu.
Kendimi aydınlık bir Blade Runner filminde hissettim.
Bu fuar zamanımızın Babil Kulesi gibi…
Anlıyorsunuz ki artık bu dünyada sadece bildiğimiz Elle, Vogue, Cosmopolitan giyim tarzı ve estetiği yok.
Çok çeşitli ve kültürel açıdan daha zengin bir dünyada yaşıyoruz artık.
İşte bu fuarı yaratan insanlar, aynı zamanda yeni bir patron profilini de çiziyor…
İki gün boyunca fuarı birlikte dolaştığım Hikmet Eraslan’ı gözledim.
Rahatlıkla Netflix belgesi konusu olacak bir karakter…
Doğu Beyazıtlı bir ailenin çocuğu.
Zaten Dosso Dossi de bir aile şirketi.
Tam bir “self made” profil.
Eşi İtalyan ve Roma’da oturuyor.
Türkçe, Kürtçe, İtalyanca, İngilizce, Rusça ve Lehçe konuşuyor.
Sahnedeki Türkçe ve Rusça anonsları o yapıyor.
Çok yaratıcı bir patron modeli.
Kendisinin bir üretimi yok.
Yani bir moda tasarımcısı veya giyim markasının sahibi değil.
Ama dünyada pek bilinmeyen paralel bir fashion dünyasının yöneticisi…
“Modada dünya beşten büyüktür” teorisinin fikir ve uygulama babalarından.
En üst moda kategorisi kendini Paris, Milano ve New York fashion show'larında gösteriyor.
Dosso Dossi ise Antalya, Semarkent ve bu bölgenin ve coğrafyanın alternatif “fashion dünyası…”
Ama bu patron profilinin Milano, Paris, New York üçgenindeki patronlardan bir farkı var.
O aynı zamanda bir DJ…
Günde en az 5 kostüm değiştiriyor.
Yakası taşlı smokinlerden, rengarenk podyum takımlarına kadar günün saatlerine göre değişen “pop” bir defile izliyorsunuz üzerinde.
Her fuar aynı zamanda onun mükemmel hazırlanmış bir DJ’lik şovuna dönüşüyor.
Dev dijital ekranlardaki video show'larını dünyanın trendlerine göre ayarlıyor.
Bu yıl, ekranda akan sulardı ana tema.
Susuz bir dünyaya gidiyoruz ve su kullanımında bilinçli davranmalıyız.
Dev hoparlörler salonu inletirken aynı zamanda sosyal bir sorumluluk kampanyasının aktörleri haline getiriyor sizi.
Bir de “bad girl’ler…”
Tim Burton’un filminin kahramanı Wednesday’e benzeyen manga karakterler akıyor ekranda.
Her şey fashion haline geliyor bu ekranda.
Size şöyle anlatayım.
Daha önce iki defa Floransa’daki “Piti Uomo” erkek giyim fuarına gittim.
Dünyanın en ünlü erkek giyim fuarıdır.
Abartmıyorum, Antalya’daki sahne; ışığı, modernitesi, organizasyonu, dinamizmi ve eğlencesi ile oradan çok daha ileriydi.
Bu fuar Türkiye’nin ekonomik yaratıcılıktaki gizli gücünü anlatan en güzel örneklerden biri bence.
Bu arada, bir parantez açıp, Antalya ile ilgili birkaç gözlemimi de aktarayım.
Belek’de fuara gelenlerin ağırlandığı golf oteli “Cullinan’da” kaldım.
Geçen yıl Art Basel fuarı için Miami’ye gittiğimde South Beach’in otellerini de gördüm.
Cullinan bana göre oradaki Four Seasons kalitesinde bir otel.
Her şey dahil ve kahvaltı salonları, barları harika.
Hayatımda ilk defa her şey dahil bir otelde böylesine zengin bir şarküteri bölümü gördüm. Üstelik en az 25 çeşit şarküteri vardı ve o anda kesilip servis ediliyordu.
Cullinan’ın sahibi olan Aygün ailesinin üyesi ve Aygün Şirketler Grubunun Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Aygün'ü, Almanya’daki ilk otellerinden ve Titanik grubunun kurulmasından itibaren tanıyorum.
Nasıl bir iş modeli ve yaratıcılıkla büyüdüklerini görüyorum.
Bu arada ilk açıldığı yıl gezdiğim Land of Legends’ın yeni halini de gördüm.
Burası Türkiye’nin içinde bir Disneyland haline geldi.
Giriş kapısının büyüklüğü ve görünümü ile Las Vegas’taki dev Bellagio'ları aratmayacak bir tema parkı ve oteli haline gelmiş.
Fettah Tamince’yi de bu vizyonu nedeniyle kutluyorum.
Türkiye işte bu kasabalardan, köylerden gelip, tırnaklarıyla ve vizyonerlikleriyle devasa işler başaran insanların ülkesi haline geldi.
Mehmet Aygün artık dünyanın önde gelen iş insanları ile golf oynayan bir patron.
Hikmet Eraslan, DJ hayallerini yaratıcı bir fuarcılığın entertainenment motoru haline getirmiş.
Fettah Tamince, ekonomide ve eğlencede “Büyüklük” kavramını, sadece ABD ve Körfez ülkelerine ait bir imtiyaz olmaktan çıkarmış.
Bu insanlarımızla övünmeyeceğiz, övmeyeceğiz de ne yapacağız.
Fuarın ikinci günü, öğleden sonra geleneksel hale gelen defileyi izliyoruz.
Bu yılki konu susuzluk tehlikesi…
Podyumun orta kısmında mankenlerin yürüdüğü kulvara, özel bir maddeyle su görünümü verilmiş.
Onun iki yanı ise susuzluktan kurumuş otları sembolize ediyor.
Aslında sembolize etmiyor, 2 ton kurumuş gerçek çim kullanılmış…
Ve defilenin sonunda Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmuşunun 100’ncü yılına teşekkür yürüyüşü yapılıyor.
Bütün mankenler Türk bayrağının rengi olan kırmızı elbiseler giymişler.
Beyaz gömleklerinin üzerinde kravat var.
Hepsi birer Cumhuriyet öğretmeni gibi…
Hareketleri ve elbiselerin formu ise podyumda onlara sufi bir koreografi veriyor.
Ve hepsinin önünde bir top manken…
Victoria’s Secret’ın top mankeni Frida Aasen…
Onun elbisesi de aynı ama rengi beyaz…
Böylece bayrağımızın iki rengi nehir şeklinde akan podyumun üzerinde birleşiyor.
Biz salondan ayrılırken Dosso Dossi’nin patronu Hikmet Eraslan, Asya cumhuriyetlerinden, Rusya’dan, Ukrayna’dan gelen alıcılar kuyruğunun önünde selfi seansı yapıyor.
İki gün boyunca en sık gördüğüm sahne buydu.
Sanki bu yaz Mikonos’ta gördüğüm Nusret gibiydi.
Demek ki diyorum;
O eski tür “Ağır ol da molla desinler” tarzı patronluk dönemi kapanıyor.
Modern Türkiye’nin patronu artık hayal dünyasını, tutkularını, yaratıcılığını yaptığı işin parçası haline de getirebilen insanlar oluyor.
İşte bu yüzden fuarları seviyorum.
Onlar sadece ticaretin pazaryeri değil, aynı zamanda eğlenme hakkımızın panayır yeri, içimizdeki müziğin diskoları haline geliyor.
İnanın ticaret, iş, ekonomi böyle çok daha güzel oluyor.
© Tüm hakları saklıdır.