Yaşam

Ertuğrul Özkök: Urla meydanı Park Kahvesi 1946; son “yarım gavur” kafilesinin hikâyesi

“Ayrılırken evin bahçesine önemli eşyalar bırakmıştık, buldunuz mu?”

06 Nisan 2025 07:00

Güncelleme: 06 Nisan 2025 07:23

PAZAR YAZISI

Anlatacağım olay, 1946 yılında Urla’da yaşandı.

O gün, Sanat Sokağı’ndaki iki katlı evde yaşayan ailenin babasına bir haber geliyor.

Yunanistan’dan gelen bir çift kendileri ile görüşmek istemektedir.

Adları Vasili ve Eleni’dir.

“Kabul ederseniz Urla meydanındaki Park Kahvesi’ndeyiz” diyorlar.

Sanat Sokağı’nda yaşayanlar Girit’ten mübadele ile gelmiş bir ailedir.

Haber gönderenlerin, Rum bir aile olduğunu öğrenince hemen meydandaki kahveye inip gelenlerle buluşurlar.

İbret dolu hikâye işte orada başlar.

Giritli Türk aile ile Urlalı Rum aile karşılaşıyor

Ortada çok ilginç bir durum vardır.

Sanat Sokağı’nda yaşayan aile Girit’ten mübadele ile gelmiştir.

Anadilleri bir Dor dili olan Giritçedir.

Ama çocukları orada bir Yunan okuluna gittiği için Elenika, yani Yunanistan Yunancası konuşmaktadır.

Gelenler eskiden Urla’da yaşayan, ancak Mustafa Kemal’in askerleri İzmir’e girdikten sonra Yunanistan’a kaçmak zorunda kalan bir Rum ailedir.

O dönemde mübadele anlaşması ile gelenlerin, geldikleri ülkelere gitmesi yasaktı.

Ama bu aile mübadeleden önce Yunanistan’a gittiği için onların seyahat özgürlüğü vardır.

O sayede gelip Urla’da bıraktıkları evlerini görmek istemişlerdir.

Ayrılırken evin bahçesinde bıraktıklarımızı buldunuz mu?

O evde şimdi Girit mübadili o aile oturmaktadır.

“Müsaade ederseniz evi görebilir miyiz?” deyince Giritli aile “Tabii ki” der ve birlikte Sanat Sokağı’ndaki eve giderler.

Kahvelerini birlikte bitirirken Rum ailenin erkek üyesi onları şaşırtan bir şey sorar:
“Ayrılırken evin bahçesine önemli eşyalar bırakmıştık, buldunuz mu?”

Giritli baba, “Evde öyle bir şey aramak hiç aklımıza gelmedi. Hiçbir şey de bulamadık. İsterseniz gelin bir de birlikte bakalım” der.

Giderken yanlarına şahit olarak da Urlalı bir tanıdıklarını alırlar.

Hadi bahçeye çıkalım, bize yerini gösterin

Eve gelince önce kahveler içilir.

Sonra baba, “Hadi bahçeye çıkalım, bıraktığınız ne varsa alın” demiş.

Gerisini evin kız çocuğunun ağzından dinleyelim:

“Babaannemin oturduğu üs katın kapısının önüne geldik. Salonun yan tarafından merdivenle yukarı çıktık. İçeri girdik. Vasili ve Eleni, babaannemin katında, annemin içine fazla tepsi ve tencereleri koyduğu, rafları küçük dolabın duvarındaki, bizim küçükken bebeklerimizi koyduğumuz çıkıntının önünde durdu. Bu çıkıntının arkasındaki duvarın içinde saklamıştık”’ dedi.

Babam hemen aylıkçımız Ramazan’ı çağırdı.

Annem babamla Girit Rumcasıyla konuşup, ‘Eve zarar vermesin’ dedi. Ben henüz okula gitmediğim için Türkçe bilmiyordum. Onların Elenika dilini konuşmasını anlıyordum.

Ramazan çıkıntı duvarı yıktı. Arkada dolaba benzeyen bir şeyin önüne çakılan tahta sökülünce, ortaya bir kutu çıktı.”

Bunlar sizin malınız, siz açıp bakın

“Vasili kutuyu alıp babama uzattı.

Babam Bunlar sizin malınız, siz açıp bakın” dedi.

Kutunun içinde mücevherler vardı.

Eleni ‘hiç olmazsa kutunun yarısını siz alın, paylaşalım”’ dedi.

Annem ve babam ‘Biz hiçbir şey istemiyoruz. Hepsi sizin malınız, hepsini alın’ dediler.

Eleni kutudan bir broş çıkarıp anneme uzatıyor

Bunun üzerine Eleni kutudan bir broşu alıp anne uzattı.

Annem onu da kabul etmedi.”

Topraklarından koparılmış, aynı kaderi paylaşmış, bir Girit Türkü ile bir Urla Rum’u aile birbirine sarılır ve birlikte ağlarlar.

Bu gerçekten yaşanmış bir hikâye.

Hikâyeyi, Girit mübadili Urlalı bir ailenin kızı, Nesrin Uyal Ortan’ın “Girit’ten Urla’ya: Bir Mübadele Ailesinin Öyküsü” adlı Ocak ayında çıkan kitabında okudum.

İnsan, Bulgaristan göçmeni bir ailenin oğlu olarak okuyunca orada yaşananları çok daha iyi anlıyor.

Kitabın bu bölümü bana göçmen dayanışmasının bir ahlâk menkıbesi gibi geldi.

Gözyaşlarımı tutamadım.

Kitap bittiğinde ise ağlıyordum.

İzmir’in Tire ilçesinden Girit’e giden bir yeniçeri

Ailenin hikâyesi, İzmir’in Tire ilçesinden Girit’e yeniçeri askeri olarak giden bir Türk delikanlısı ile başlıyor.

Adı Mustafa Yılanzade’dir.

Savaştan sonra Giritli bir Rum kızla evlenir ve böylece Yılanzade ailesinin hikâyesi de başlar.

Ancak bize bu hikâyeyi anlatan nesil, onun oğlu Besim Yılanzade ve ailesidir.

Besim Yılanzade bir zeytin tutkunudur.

Zeytin ağaçları ile başlayan mütevazı işi, Girit’in Kandiye (Iraklion) şehrinde bir zeytinyağı fabrikası kurulmasına kadar büyür.

Girit’te Türklere saldırılar çoğalıyor

Ama Yunanistan’ın 1821’de bağımsızlığını alması ve özellikle Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkler için Girit’te hayat zorlaşmaya başlamıştır.

Özellikle kırsal yörelerdeki Türklerin evleri basılmakta, dövülmektedirler.

Asıl darbe, Kurtuluş Savaşı kazanılıp, Yunan Ordusu yenilince başlar.

İzmir ve çevresindeki Yunanlılar Yunan adalarına ve Yunanistan’a sığınınca Girit’te de bir tür intikam saldırıları başlar.

Bunların neticesinde 30 Ocak 1923’te Türkiye ile Yunanistan arasında “Mübadele Anlaşması” imzalanır.

Türkiye’de yaşayan 1 milyon Rum Yunanistan’a, Yunanistan’da yaşayan 500 bin Türk de Türkiye’ye zorunlu göçe tabi tutulacaktır.

13 Mayıs 2024: Kandiye Limanı’ndan kalkan son kafiye gemisi Gülcemal

13 Mayıs 2024 günü Girit’in Kandiye Limanından bir gemi kalkar.

Geminin adı Gülcemal’dir.

Girit’ten Türkiye’ye son mübadil seferini yapmaktadır.

Geminin yolcuları arasında Yılanzade ailesi de vardır.

Baba Besim Yılanzade, tapulu 32 taşınmazını Girit’te bırakmıştır.

Girit gözden kaybolurken son söz: Ah patriadamız

Girit kıyıları gö den kayboluncaya kadar güvertede kalır.

O kıyılara bakıp söylediği son söz işe şu olur: “Ah Patriadamız…”

Artık onlar için bambaşka bir hayat başlayacaktır.

Gemideki Türkçe bilmeyen çocukları bu kelimenin anlamının “Ah vatanımız” olduğunu yıllar sonra öğreneceklerdir.

Galcemal Karantina Adası’na demirliyor

Gülcemal vapuru, iki gün sonra Urla’nın Karantina Adası açıklarına demirler.

Oradan filikalarla kıyıya çıkarlar.

Kadınlar ve erkekler birbirinden ayrılır.

Aralarında hasta insan bulunma ihtimâline karşı önlemler alınacaktır.

Elbiselerini çıkartırlar, 360 derece dönem dolaplara yerleştirirler.

Elbiseler burada etüv makinasında 120 derece buharla sterilize edilirler.

Girit’in o dönem için hali vakti yerinde sayılacak ailesi için zor bir hayat işte orada başlamaktadır.

Biz ada insanıyız, deniz kenarına yerleştirin

Çok zor şartlar altında beş gün Karantina Adası’nda kalırlar.

Sonra İzmir’e nakil.

Orada yetkililerden tek ricaları olur: “Biz ada insanıyız. Bizi denize yakın bir yere yerleştirin.”

Yetkili “Ankara’ya sorayım” der…

Sonunda kader onları Urla’ya götürür…

Girit’te 32 tapu bırakmıştır.

Devlet Urla’da onlara, eski Sanat Sokağı’nda Rumlardan kalan bir evi, bir dükkanı ve 100 dönüm de zeytinliği verir.

Besim Bey böylece yine zeytin tutkusuna kavuşur.

Bu zorluklar Besim Yılanzade’yi yormuştur.

Girit’te başlayan hayatı, 1930 yılında İzmir’de bir hastanede sona erecektir.

Okul yollarında ‘yarım gavur’ sözleri

Kitabın bundan sonraki bölümü, onun oğlu Mustafa Uyal’ın hikâyesidir.

O da zeytin tutkunudur.

Çalışır ve o 100 dönümü 1000 dönüme çıkarır.

Hayat devam etmektedir ama mübadiller için zorluklar devam etmektedir.

Yerli halkın bir bölümü onlara mesafelidir.

Arkalarından “yarım gavur” diye söz ederler.

Çocukları okula giderken, mahallenin yerli çocukları arkalarından taş atar, “yarım gavur” diye alay ederler.

Yani Çağan Irmak’ın “Dedemin İnsanları” filminde gördüğümüz Girit mübadili dedenin anlattıklarına benzer hikâyeler.

Göçmenlik zor zanaâttır.

Zeytin ağaçlarıyla vedalaşma zamanı

Giritli Besim Bey, Yılanzade olarak hayattan ayrılır.

Onun ölümünden sonra 1934’te Soyadı Kanunu çıkmış ve oğlu Mustafa’nın soyadı artık Uyal olmuştur.

Mustafa Uyal ailenin Giritli karakterini sımsıkı koruyarak büyütmüş ve İzmir’in varlıklı ailelerinden biri haline getirmiştir.

Hayat devam eder, sonra veda zamanı gelir.

Ölümünden kısa süre önce, zorla kalkıp Urla’ya gider.

Zeytin ağaçlarına sarılır, onlara tek tek veda eder.

Mustafa Bey’in ölümden önce istediği son yiyecek

Ölümünden iki gün önce, artık yemek istemez hale gelir.

Oğlu “Baba, istediğin bir şey varsa gidip alayım” deyince cevabı şu olur:
“Karides istiyorum…”
Girit’ten gelmiş bir insan başka ne isteyebilirdi ki…

Ama oğlu karides almak için dışarı gitmeye hazırlanırken, onun durdurur ve “Şaka yaptım” der.

Giritlinin ölüm döşeğindeki son şakası bu olur.

Bu kitabın ana kahramanı, Urla’nın zeytin kralı Mustafa Uyal 22 Mayıs 1981 günü öldü.

Girit mübadili aileyi kökenlerine bağlayan en büyük köprü artık yoktu.

Ailenin “Giritlilerle evlenme” dönemi kapanmış, Karadenizli harika damatlar aileye gelmiş ve artık Türkiye anavatan olmuştu.

Urla’daki bahçeye ekilen Arap fulu ve selukalar

Son sahneyi en güzel kitabın yazarı Nesrin Uyal Ortan anlatacaktı:
“Annem Urla’daki evin bahçesine, Girit’ten yanında getirdiği yasemin, Arap fulu ve selukalar ekmişti. Onların yanına da Hint elması ve limon ağaçları koymuştu.”

Bazen ayrılıklar olunca, bitkiler ve ağaçlar bir yeri vatan kılmaya yardım ederler.

Bugün Urla’da dolaşırsanız, bahçelerde o selukaları hala görürsünüz.

Urla’nın büyük hemşerisi Tanju Okan’ın heykeli size hepimizin ortak hafızası olan Hasret şarkısını fısıldar.

O şarkı biraz da Girit mübadillerini anlatır isteyene…

Mübadiller bu ülkeye çok hayırlı evlatlar yetiştirdiler

Türkiye’den Yunanistan’a gönderilen Rumlar, Yunanistan’dan Türkiye’ye gönderilen Türkler, anavatan bildikleri ülkelerde zor günler geçirdiler.

Ama onların yetiştirdiği nesiller bugün Türkiye’yi yüreklerinin en mutena yerinde bir bayrak gibi anavatan olarak yaşayan insanlar oldular.

Çok güzel bir aile hikayesiydi Giritli Yılanzade ailesinin yaşadıkları…

Bu yazıda anlattıklarım o büyük hikâyenin çok küçük bir bölümü.

Orada aynı zamanda Alsancak’ı ile Ballıkuyusu ile çok güzel bir İzmir hikayesi de var.

Çok ağlayarak ama gururla okudum.

Her şeyin kapkaranlık gittiği günlerde içimi aydınlattı bu aile hikayesi.

Bir dönem dizisi gibi seyrettim

*

(*) Nesrin Uyal Ortan: “Girit’ten Urla’ya: Bir Mübadele Ailesinin Öyküsü”; A7 Kitap, Editör: Fethiye Demirsöz, Ocak 2025