22 Mart 2022 07:16
Fehim Taştekin
Suriye'deki silahlı isyan sürecinde Şam'ın destekçileri Rusya ve İran'dan başka bir ülkenin kapısını çalamayan Devlet Başkanı Beşşar Esad, Arap dünyasında ilk ziyaretini 18 Mart'ta Birleşik Arap Emirlikleri'ne (BAE) gerçekleştirdi.
Esad, BAE'yi fiilen yöneten Başkan Yardımcısı, Başbakan, Savunma Bakanı ve Dubai Emiri Şeyh Muhammed bin Raşid el Maktum ile Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed (MbZ) tarafından ağırlandı. Taraflar Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunması, istikrara kavuşması ve yabancı güçlerin çekilmesi vurgusu yaptı. Beklendiği gibi Amerikan yönetimi rahatsızlığını dile getirdi.
Ziyaret Riyad ya da Kahire'ye olsaydı!
Son zamanlarda farklı ülkelerden Şam'a ziyaretler artsa da Esad'ın özellikle Arap dünyasındaki diplomatik tecridinin kırılması bakımından BAE ziyareti bir ilk sayılır. Elbette bu tür bir ziyaret Kahire ya da Riyad'a yapılmış olsaydı durum daha farklı olurdu ve o vakit Esad'ın tam anlamıyla Arap kalbine döndüğü çıkarımı yapılabilirdi. Kahire yönetimi de Müslüman Kardeşler'in devrildiği 2013'ten beri Şam'la normalleşmeyi öncelese de BAE gibi bir manevra yapamadı.
2018'de Şam'daki büyükelçiliğini yeniden açan ve Covid-19'a karşı yardımlaşma vesilesiyle insani yardım kanallarını devreye sokan BAE yönetiminin Şam'la ilişkileri geliştirme arzusunun temelinde MbZ'nin dile getirdiği "Suriye Arap güvenliğinin temel direğidir" görüşü yatıyor.
Suriye ve Mısır siyasi ve askeri açıdan geleneksel olarak Arap dünyasının iki öncü gücüydü. Mısır 1979'da İsrail'le imzaladığı Camp David Anlaşması'yla liderlikte geriledi. 2011 sonrası Arap Baharı türbülansı ile de kendi iç sorunlarına gömüldü. Suriye ise 2000'de Hafız Esad'ın ölümü, 2005'de Hariri suikastı sonrası Lübnan'dan çekilme ve 2011 isyanıyla üç aşamalı olarak Arap dünyasındaki pozisyonunu yitirdi. Liderlik boşluğunu harici aktörler olarak Türkiye ve İran doldurmaya başladı.
Son birkaç yılda İran ve Türkiye'nin etkisini geriletmek için Şam'ı Arap kalbine döndürmenin gerektiğine dair görüş daha fazla paylaşılır hale geldi. Devlet dışı aktör olarak Müslüman Kardeşler çizgisindeki siyasal alternatifin güçlenmesi de BAE gibi ülkelerin Şam'da rejim değişikliği arayan bloktan hızlıca çıkmasını kolaylaştırmıştı.
Ürdün Kralı Abdullah'ın geçen yıl "adıma karşılık adım" yaklaşımıyla Şam'la normalleşme önerisi bu zeminde gelişti. Ancak bir yanda Şam'ın Tahran'dan kopma şartına yanaşmaması ve yeni ortaklığın oturduğu zeminin kayganlığı, diğer yanda normalleşmeye karşın Amerikan freni Ürdün Kralı'nın önerdiği şekilde alternatif çıkış stratejilerinin çalışmasına izin vermedi.
ABD Dışişleri, Esad yönetimini meşrulaştırma girişimlerini derin hayal kırıklığı ve rahatsızlıkla karşılayıp siyasi geçiş oluncaya kadar yaptırımların hafifletilmeyeceği ya da kaldırılmayacağını yineledi.
Biden yönetimi Lübnan'ın büyüyen enerji krizi karşısında Hizbullah'ın İran'dan doğrudan yakıt taşımasından rahatsız olmuş; bunun üzerine Suriye'ye yaptırımlarda istisnaya giden bir ara formüle kapı aralamıştı. Bu minvalde Mısır doğalgazını ve Ürdün'de üretilen elektriği Suriye üzerinden Lübnan'a taşımak için geliştirilen plan çerçevesinde Şam, Beyrut ve Amman üçgeninde üst düzey temaslar olmuştu.
Ayrıca Ürdün Kralı Abdullah, Esad'la telefonda görüşmüş; iki ülke arasındaki sınır kapısı yeniden açılmıştı. Bu gelişmeler olurken Kral Abdullah'ın ABD Başkanı Joe Biden ve Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin'le paylaşıp zımnen onay aldığı "adıma karşı adım" stratejisi gündemdeydi.
Washington, Esad yönetiminin meşrulaştırılamayacağı yönündeki tepkisini geçen kasımda BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bir Zayid'in Şam ziyareti sırasında da vermişti. Buna rağmen BAE'nin Şam'la diyaloğu ilerletmesi bir meydan okuma olarak görülebilir mi? Bu durum Körfez'deki ortakların ABD'den kopmayı göze aldıkları anlamına gelmese de Washington'a verilmek istenen mesaj açık:
"Müttefiklerin kaygıları ve taleplerini ciddiye aldığın kadar ciddiye alınırsın."
İster umursamazlık isterse güdümlü bir tepki olarak görülsün bunun altında ortaklar arasında artan güven sorunu yatıyor.
ABD'nin Yemen savaşında desteği yarıda kesmesi, İran'ın saldırılarına karşı caydırıcı ve koruyucu bir kalkan sunmaması, şeyhler ve emirlerle iyi geçinen Donald Trump'tan sonra Joe Biden'ın soğuk bir başlangıç yapıp silah anlaşmalarını koşullara bağlaması, Tahran'la nükleer anlaşmaya dönülmesi ihtimaline karşın hava savunma sistemleri ve istihbarat paylaşımını da içeren güvenlik garantileri arayan Suudi-Emirlik ikilisine yanıt verilmemesi ortaklar arasında güvensizliği büyüttü.
İran'ın petrol tesisleri ve yük gemilerine örtülü saldırıları, Husilerin Yemen'i yakıp yıkan savaşı füze atışlarıyla Suudi Arabistan ve BAE'ye taşıma girişimleri, Irak'taki Haşd-i Şaabi ilintili milislerin Suudi Arabistan'a roketli salvoları Amerikan ortaklığının koruyucu ve caydırıcı olamayacağı kanaatini güçlendirdi.
BAE'nin Trump zamanında Abraham Anlaşmaları ile İsrail'le ilişkileri resmileştirmesi İran'ın öfkesini kabartırken Amerikan cephesinde alkışlar almanın ötesinde hedeflediği stratejik ayrıcalıkları garantileyemedi.
Biden yönetimi F-35 savaş uçakları, MQ-9 Reaper silahlı insansız hava araçları ve gelişmiş mühimmat satışını içeren 23 milyar dolarlık anlaşmayı koşullara bağlayarak BAE'yi kızdırdı. Halbuki bu anlaşma İsrail'le kucaklaşmanın mükâfatıydı.
Biden yönetimi kullanım koşullarına ilaveten BAE'den Çin'le arasına mesafe koyması ve Huawei'i telekomünikasyon ağından çıkarmasını da istedi. Bu arada Fransa ile 16 milyar euro değerinde 80 Rafale savaş uçağı ve 12 Caracal helikopter için pazarlığa giden BAE ağır koşulları gerekçe gösterip ABD'yle anlaşmadan çekildi. Bazı Kongre üyeleri BAE'ye satılan silahların İsrail'in üstünlüğünü zedeleyeceğini savunuyordu.
Bütün bu faktörlere bağlı olarak ABD'nin öncelikleri Körfez'de daha az dikkate alınır hale geldi.
ABD'nin Körfez'deki ortakları arasındaki büyüyen uyumsuzluk Ukrayna savaşı sırasında da kendini gösterdi. Suudi Arabistan ve BAE, ABD'nin enerjide Rusya'ya bağımlılığı kırmak ve fiyat artışlarını önlemek için petrol üretiminin artırılması taleplerini reddetti.
Esad'ın Dubai ve Abu Dabi'ye ziyaretinden bir gün önce BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayid, Moskova'da temaslarda bulundu. 2019'da stratejik ortaklık anlaşması imzalamış olan iki ülkenin Suriye ve Ukrayna'da yakın pozisyonu Orta Doğu'da bir süreden beri demlenen yeni denklemin bir sonucu.
Burada yine Ukrayna savaşına bağlı olarak ABD ile ters düşme hali var: Biden yönetiminin Suriye dosyasına yeniden el atacağı ve Rusya'nın işini zorlaştıracağı yönünde öngörüler artıyor. Geçen yaz ABD ve Rusya arasındaki görüşmelerde Suriye'de çözüme yönelik bir yakınlaşma olmuştu. Suriye'de silahlı muhalefet de Rusya'nın Ukrayna'daki meşguliyetini fırsat bilip savaşı kızıştırma arayışını gizlemiyor.
Tablodaki genel motivasyonlara ilaveten BAE'nin hızlıca ötekilerden ayrışması ve ön çıkmasında daha spesifik faktörler bulunabilir. Yemen'de Suud-Emirlikler ortaklığı tökezleyince Riyad dış yatırımları 2030 Vizyonu projelerine çekmek için agresif bir siyaset izledi. Dubai'deki yatırımlarını korumak isteyen Suudi sermayesi tehdit edildi. Bu restleşmeler BAE'yi keskin virajlara itti.
Türkiye ile ilişkileri hızlıca normalleştirmesi, İran'la diyalog kanalları açması ve Şam'la temkinli yakınlaşmaya ivme katması bu özel koşullarda gerçekleşti. Ayrıca Trump zamanında topun ağzına itilen Katar, Biden döneminde kıymete bindi.
31 Ocak'ta Katar Emiri Şeyh Tamim'i Beyaz Saray'da ağırlayan Biden imzaladığı kararname ile Katar'ı "NATO üyesi olmayan önemli müttefikler" listesine ekledi. Listede 18 ülke vardı. Körfez'deki komşular El Ula zirvesinde barışsa da Katar'a karşı rezervler örtülü olarak korunuyor. Biden'ın Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid'e mesafeli davranırken Şeyh Tamim'i kucaklaması Amerikan hasımlarıyla safları sıkılaştırma eğilimini besliyor.
Bu tür manevraların Arap dünyasının ağır toplarından değil de BAE'den geliyor olması büyük bir muamma sayılmaz.
Petrol zenginliği, yatırım portföyleri ve hatırlı müşteri profiliyle BAE çelişkili tercih ve manevralarına rıza üretebiliyor. Bir yandan İsrail'le el sıkışıp diğer yandan İran ve Hizbullah'ın müttefiki Suriye ile dostluk pozu verebilmek küçük ama zengin bir ülkenin çelişkilerle dans etme yeteneğiyle izah edilebilir.
Tahran, İsrail'in BAE'de ayağına yer açmasından çok rahatsız ama Dubai'de İranlılara çalışan mali-ekonomik kanallar da öfkeyi yatıştıracak unsurlar olarak öne çıkıyor.
BAE'yi ziyaret önemli bir sinyal olsa da Arap sokağında Esad'la normalleşmeyi önleyen bazı bariyerler varlığını koruyor. Suudi Arabistan, İran-Suriye ortaklığından mütevellit olumsuz tutumunu sürdürürken Katar, Türkiye ile yakın mesaisinin de etkisiyle normalleşme tekliflerine direniyor.
Suriye'yi Cezayir'in dönem başkanlığında Arap Birliği'ne döndürme çabaları ABD'nin itirazlarına kulak veren müttefiklerin vetosunu henüz aşamadı. Esad yönetiminin odaklandığı nokta tam olarak bu değil:
Suriyeliler BAE'nin açtığı yolun genişleyerek ülkenin yeniden inşası için gereken kaynak ve yatırımların önünün açılmasını umuyor.
Ancak burada ABD'nin Sezar Yasası ile dayattığı yaptırımlar caydırıcı faktör olarak hala devrede. Dubai Emiri Şeyh Muhammed, "BAE, Suriye ile yapıcı işbirliğinin yeni yollarını keşfetmeye istekli" mesajı veriyor olsa da BAE'nin Washington'ı hepten karşısına alma pahasına tek başına Suriye'de elini taşın altına koyması gerçekçi gözükmüyor.
Muhtemelen Emirlikler sembolik adımlarla ortamı yumuşatmaya çalışıyor. Suriyeli kaynaklar ise uzun vadeli ortaklıklar bir kenara kısa vadede Ukrayna savaşıyla birlikte iyice artan petrol ve tahıl tedarikindeki zorlukların BAE'nin yardımıyla aşılabileceğini belirtiyor.
BAE, Suriye'de elde ettiği pozisyonu, İran'la ilişkilerini yumuşatmak veya Yemen'den gelen tehdidi bertaraf etmek için olumlu bir etken olarak kullanabilir. Yine bu pozisyon, Emirliklere Şam ile Ankara arasında arabuluculuk yapma fırsatı sunabilir.
© Tüm hakları saklıdır.