05 Nisan 2023 07:39
Fehim Taştekin
Gazeteci-Yazar
Arap dünyasında Suriye yönetimine karşı ‘kemik kırma’ siyaseti terk ediliyor.
Şam’la köprüleri kurma fikri giderek olgunlaşıyor. Suudi Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan’ın 18 Şubat’ta Münih Güvenlik Konferansı’nda Suriye’yi tecrit etmenin sonuç getirmediğini söylemesi Riyad’ın yaklaşımındaki en önemli kırılmaydı.
6 Şubat’ta Türkiye ve Suriye’yi yıkan deprem sonrası insani yardım diplomasisi Şam’la köprüleri yeniden kurma çabalarına ivme kazandırdı.
Ortamı yumuşatan son gelişme 10 Mart’ta Çin’in arabuluculuğunda Suudi Arabistan ile İran’ın ilişkileri normalleştirmek üzere el sıkışmasıydı.
Şimdi sıra Suriye’nin 2012’de Katar’ın dönem başkanlığında muhaliflere verilen Arap Birliği’ndeki koltuğunun iade edilmesine geldi.
Herkes Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın 19 Mayıs’ta Riyad’da yapılacak Arap Birliği zirvesine davet edilip edilmeyeceği sorusunun yanıtını bekliyor.
Reuters’ın yanı sıra El Arab gibi Arapça kaynaklar Suudi Arabistan’ın Esad’ı davet edeceğini yazıyor. Resmen teyit edilmese de Ferhan’ın önümüzdeki haftalarda Şam’a giderek daveti ileteceği öne sürülüyor.
Suriye’yi paryalaştıran siyasete mesafeli durmuş olan Cezayir kendi dönem başkanlığında Suriye’yi Arap kalbine döndürme arzusunu yerine getirememişti. Katar’ın vetosu, Suudilerin isteksizliği ve ABD’den gelen uyarılar ortak Arap tutumunun şekillenmesini önlemişti.
Rüzgârın yönü yavaş yavaş değişiyor. Zeminin yumuşatılmasında düşman hatlarda yer alan İsrail, İran ve Suriye ile ilişkileri normalleştiren Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) öncü hamleleri etkili oldu.
Yeni yol bölgede büyük ekonomik projeler ve ortaklıklar için siyasi gerilimlerin geriye atılması gerektiğini fısıldıyor.
Özellikle Suudi Arabistan’ın Vizyonu 2030 çerçevesindeki yatırımlar için barışçıl bir ortama ihtiyacı var. Bunun için hem İran’la husumetleri geriletmeyi hem de büyük güç rekabetine hapsolmuş ortaklık ilişkilerini çeşitlendirmeyi elzem görüyor.
Bu minvalde Riyad’ın Ukrayna savaşı nedeniyle ABD’nin beklediği gibi Rusya’yı köşeye sıkıştıracak bir ortaklık sergilememesi ve Çin’le stratejik ilişkilere yönelmesi anlaşılır bir durum.
Donald Trump döneminde Arapların İsrail’le barıştırmaya dönük Abraham Anlaşmaları’nı ilerletmek için düşman özne olarak İran’ın belirlenmesi Körfez ülkelerinin güvenliğini daha kırılgan hale getirdi.
Ve Amerikan koruması umdukları gibi çıkmadı. ABD’nin azami baskı stratejisi İran’ın Irak, Suriye, Lübnan ve Filistin hattındaki etkisini geriletmediği gibi Suudi askeri operasyonları Yemen’de Tahran destekli Husiler karşısında çıkmaza girdi.
Vekalet savaşı Lübnan’da da sonuç vermedi. Bir tarafta İran-Suriye diğer tarafta Suud-Fransa-ABD ekseninin kapıştığı Lübnan’da siyaset tıkandı, ekonomi felç oldu. Ülke aylardır yeni cumhurbaşkanını belirleyemiyor.
Bölgede şekillenen yeni jeopolitik ve stratejik denklem ABD’nin ortakları üzerindeki bağlayıcı gücünü zayıflatıyor.
Çin’in arabuluculuğunda İran-Suud mutabakatına hazırlıksız yakalanan Biden yönetimi, Tahran’ın taahhütlerine bağlı kalmayacağı kanaatiyle uyarılarda bulunuyor.
Fakat bu yakınlaşmanın bölgede Irak, Suriye ve Lübnan’daki dengelere de yansımaları kaçınılmaz gözüküyor.
Özellikle Suriye’nin etrafındaki tecridi yaran yeni Arap tutumuna karşı ABD’nin caydırıcı bir pozisyon alıp almayacağı merak ediliyor.
Eski CIA Direktörü John McLaughlin, eski Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey ve eski CENTCOM Komutanı Anthony Zinni gibi etkili isimler Biden’a normalleşmeye karşı harekete geçme çağrısı yapıyor.
ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Barbara Leaf 15-25 Mart arasında Ürdün, Mısır, Libya, Tunus ve Lübnan’ı kapsayan bölge turundan sonra "Normalleşmeyi desteklemiyoruz” dedi. Leaf 28 Mart’da Suriye yönetimiyle bağlantılı 6 kişiyi daha yaptırım listesine aldıklarını hatırlatıp bu önlemlerin yönetimin tutumuna ışık tutuğunu söyledi.
Ancak El Ahbar gazetesine göre Leaf, 24 Mart’ta Lübnanlılarla görüşmesinde Şam’la normalleşme eğilimlerinin önünde bariyer olarak durmayacağı izlenimi verdi. Leaf’in sözlerinden hareketle Amerikan esnekliği iki şeye bağlanıyor:
- Suriye ile normalleşmede bütüncül bir Arap tutumunun olması yani fire verilmemesi.
- Bu normalleşmenin karşılıksız olmaması. Yani Şam’ın tutumunda değişikliğin temin edilmesi.
Yani Amerikan yönetimi tecrit ve yaptırım siyasetiyle elde edilemeyen sonuca eğer Suriye’nin Arap kalbine dönmesi sayesinde ulaşılacaksa bu yolun denenmesine ses çıkarmayabilir. Ya da OPEC+’nın Rusya’yı memnun eden üretimi artırmama kararında olduğu gibi Amerikan yönetimi ortakları nezdinde yeni bir bozgun yaşamamak için bariyer pozisyonunda durmayabilir. Kuşkusuz bunlar son derece iyimser çıkarımlar.
Müzakere konuları çetin ama...
Suudi Arabistan’ın boş bir sayfaya imza atacağı düşünülmüyor. Yemen bataklığından çıkmak birincil saik olsa da İran’ın Suriye’deki askeri-milis varlığı Riyad açısından sorun olmaya devam ediyor. Şubatta Körfez medyası Suudilerin Esad’la el sıkışmak için müzakere ettiği başlıkları şöyle sıralamıştı:
- BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararı çerçevesinde siyasi çözüm için muhalefetle müzakerelere girilmesi.
- Anayasada değişiklik yapılması.
- Siyasi tutukluların bırakılması.
- İran’la artık stratejik anlaşmaların imzalanmaması.
- İran bağlantılı güçlerin bölgeden çıkartılması.
- Ürdün sınırlarında güvenliğin artırılması.
- Körfez’i hedef alan captagon kaçakçılığına karşı önlem alınması. Sınır kontrollerinin artırılması ve gerekirse Arap güçlerinin Suriye'de konuşlanması.
- Uluslararası gözetim altında mültecilerin döndürülmesi ve dönenlere baskı yapılmaması.
Ferhan 8 Mart’ta artan temasların Suriye’nin Arap Birliği’ne dönüşünün yolunu açabileceğini açıkladı. Fakat bu müzakerelerin nereye vardığı henüz bilinmiyor.
Çok net olan şey şu ki Suriye’nin Araplarla normalleşmeyi uluslararası meşruiyetin tesisi ve yeniden inşa için önemsese de dereyi geçerken İran gibi müttefiklerine sırt çevirmesi beklenmiyor.
Bunlara benzer koşullar Şam’la teması düşünen pek çok tarafın gündeminde bulunabilir. Şimdi bazı ülkeler koşulların kısa vadede gerçekleşmeyeceği gerçeğinden hareketle beklentileri esnek taahhütlere bağlayıp yol almayı deneyebilir.
Ürdün Kralı Abdullah Arap Birliği, ABD ve Rusya ile paylaştığı “adıma karşı adım” yaklaşımıyla Şam’la normalleştirmeyi öneren ilk liderdi.
Diplomatik ve ekonomik kanallarla Şam’ın tutumunu etkilemenin mümkün olacağı kanaati güçleniyor.
Şam’la yeni sayfa konuşulurken üzerinde durulması gereken ülkelerin başında Suudi Arabistan’dan sonra Mısır geliyor.
Kahire, Müslüman Kardeşler sayfasının kapatıldığı 2013 darbesinden sonra Şam’a karşı tutumunu değiştirdi.
Suriye Ulusal Güvenlik Büro Başkanı Tümgeneral Ali Memlük, 2016 ve 2018'de Kahire'yi ziyaret etti. Mısır İstihbarat Şefi Abbas Kamil de 2020’de Şam’da temaslarda bulundu.
Mısır 2018'de çatışmaya son veren Suriyeli grupların siyasi çözüm çabalarına ev sahipliği yaptı. Fakat Devlet Başkanı Abdulfettah el Sisi, Körfez’deki finansörlerin tercihlerini gözeterek daha ileri adım atamadı. Dış ilişkilerin yönü açısından Mısır'ın 2013'ten bu yana Körfez ülkelerinden aldığı 92 milyar dolarlık desteğin hatırı büyük. Suudi Arabistan yeni projelerde tıkanan Mısır’a kesenin ağzını yeniden açmış, 2021 ve 2022’de Merkez Bankası’na toplam 5 milyar dolar aktarmış ve 10 milyar dolarlık yatırım anlaşmalarına imza atmıştı.
Suudi cephesindeki yumuşamaya paralel olarak Dışişleri Bakanı Samih Şükri 1 Nisan’da Suriyeli mevkidaşı Faysal Mikdad’ı Kahire’de ağırladı. Taraflar iletişim kanallarını çeşitli düzeylerde yoğunlaştırma konusunda anlaştı. Nisanda olası liderler buluşması için zemin hazırlandığı öne sürüldü.
Depremden sonra Sisi, Esad’ı aramış ve Lazkiye limanına yardım indirmişti.
Kahire’nin resmi tutumu şu şekilde: BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararı çerçevesinde kapsamlı bir siyasi çözüm olursa Suriye’ye dış müdahaleler biter, ülkenin toprak bütünlüğü ve egemenliği korunur, her türlü terörizm ortadan kalkar ve mültecilerin dönüşü mümkün olur.
Riyad ve Kahire’den gelen sinyaller birbiriyle bağlantılı. Esad’a resmi davetin konuşulduğu sırada Sisi sürpriz bir şekilde Cidde’ye gidip Veliaht Prens Muhammed bin Selman ile görüştü. Bu, Sisi’nin Suudi Arabistan’a 9 yılda 15’inci ziyareti.
Resmi açıklamaya göre görüşmede ekonomik işbirliğinin yanı sıra bölgesel meseleler konuşuldu. Eski Mısır Dışişleri Bakanı Muhammed el Urabi, Riyad’daki Arap Birliği zirvesine atfen "Suriye bir sonraki aşamada Araplarla kucaklaşabilir. Mısır bunun için önemeli bir rol oynuyor” diyor.
Mısır, Ürdün ve Irak arasında gelişen üçlü ortaklığın bölgesel bir dinamizm kazanması için Suriye’nin çembere girmesi önem arz ediyor. Bu tür bir çemberin doğal olarak İran’ın etkisini azaltacağı düşünülüyor. Ayrıca İran’ın Riyad’dan sonda 40 yıldır ilişkilerin maslahatgüzargâh seviyesinde sürdüğü Kahire ile de yeni sayfa açma çabası sonuç verirse çapraz ilişkilerin gelişmesi kolaylaşabilir.
Irak Başbakanı Muhammed Şiya el Sudani, Tahran ile Kahire arasında arabulucu olmak istiyor. Pekin devreye girinceye dek Tahran-Riyad görüşmeleri Bağdat’ta gerçekleşmişti.
Tahran, İran’ın artan etkisine 2004’te “Şii hilali kuruluyor” iddiasıyla dikkat çekmiş olan Ürdün’le de benzer bir süreci başlatmayı umuyor.
Körfez’in desteğinden faydalanan Tunus Devlet Başkanı Kays Said de 3 Ekim’deki kabine toplantısında 2012’de ilişkilerin kesildiği Şam’a büyükelçi atanması için talimat verdi.
Depremden sonra Umman’a ilk, BAE’ye ikinci ziyaretini gerçekleştiren Esad 3 Nisan’da Cezayir Cumhurbaşkanı Abdülmecid Tebbun ile de bir telefon görüşmesi yaptı. Tebbun, Cezayir’in Suriye’ ile ikili ilişkileri güçlendirme kararlılığını dile getirdi.
Özetle birbirini etkileyen birden fazla normalleşme süreçleri yaşanıyor.
Suriye ile normalleşmenin ülkenin yeniden inşasına yönelik ekonomik işbirliği ve dayanışmaya dönüşmesi önemli ölçüde ABD ve AB’nin yaptırımlarda ne kadar ısrar edeceğine bağlı.
BAE’nin Şam’daki elçiliğini yeniden devreye soktuğu 2018’den bu yana Suriye’ye desteği ‘insani yardım’ kapsamında kaldı. Kuşkusuz Suriye, Arap Birliği’ne dönebilirse koşullar daha da değişmiş olacak. Yine de süreç temkinli bir iyimserliği gerektiriyor.
© Tüm hakları saklıdır.