05 Ocak 2015 02:05
Türkiye'de şiirin köşe taşlarından Cemal Süreya'yı 25 yıl önce, 59 yaşındayken, 9 Ocak 1990'da kaybettik.
Dizeleri aforizma olarak postalardan duvarlara geniş bir coğrafyada dolaşan, portreleri ve denemeleriyle düzyazıda da "başyapıt" kıymetinde eserler ortaya koyan bir şair Cemal Süreya.
Başka?
Alevi kızı Gülbeyaz’la nakliyeci Hüseyin’in, Pülümür’de doğan ama doğum günü olmayan çocuğu.
Çocuk yaşta Dersim sürgünü.
Okul tatilinde çadır bekçisi.
Yemeğine ufalanmış cam kırıkları koyma planı yapan Esma’nın üvey evladı.
Kürtlüğünü dillendirmediği Ankara’da, Mülkiyeli.
Mona Roza’ya “Muazzez Akkayam”ı saklayan Sezai Karakoç’un arkadaşı.
“Şiire portakal yedirmeyi öğrettiler” dediği Garipçiler ardından gelen İkinci Yeni akımının sembol ismi.
Muhalifi olduğu Adnan Menderes’i soruşturan ve lehine rapor yazan maliye müfettişi.
Kendi alanında kült Emmanuelle filmi için “yayına uygundur” kanaati bildiren bilirkişi.
Uğruna Chevrolet’sini sattığı, edebiyat dergiciliğinde İstanbul’u aşan Papirüs’ün sahibi.
Yolsuzluğu önlemeye çalışırken bakana çarptığı için işinden olan Darphane Başmüdürü.
Şemsiyeci.
Orta Doğu İktisat Bankası Yönetim Kurulu Üyesi.
“Bayan en nihayet”le sonlandıracağı beş evliliğin baş faili.
Mavi sakallı.
Mevzu Cemal Süreya olunca liste kolaylıkla uzatılabilir. Peki bunu yaparken Süreya’nın gerçeğini Süreya'nın hikâyesinden esirgemeli miyiz? Şiire tuğrasını vurmuş ve onlarca hayat hikâyesi yazmış bir şairin hayatı, yıllardır dar çevrelerde konuşulan iddiaları araştırmayı da gerektirmiyor mu? Misal, Süreya, son nefesini verdiği hastaneye, tek oğlu Memo Emrah'tan gördüğü şiddet nedeniyle mi kaldırıldı? Ve "Cemal Süreya'nın birlikte yaşadığı kadınlara şiddet uyguladığı" yolundaki anlatımlar doğru mu?
Cevaplar için, Süreya'nın en uzun süre evli kaldığı, son gecesini aynı evde geçirdiği eşi ve oğlu Memo Emrah Seber'in annesi olan Zûhal Tekkanat'ın kapısını çaldık.
Kendisi de şair olan, SSK’daki memuriyeti süresince Elif Sorgun mahlasıyla şiirler yazan Tekkanat, Süreya ile iki kez evlendi. Kalp ameliyatı için 1972’de girdiği hastanede Süreya’dan aldığı “On Üç Günün Mektupları”nda adına şu cümleler yazılıydı:
“Her şeyimi sana borçluyum. Sana rasladığım sıralar yıkıntılıydım. Sen onardın beni. Tuttun elimden kaldırdın. Ben de ekmek gibi öptüm alnıma koydum seni, kutsadım.”
Ancak yaklaşık yedi yıl sonra Zûhal Tekkanat başka bir Cemal Süreya daha görecekti.
Feyza Perinçek ve Nursel Duruel’in, Süreya’nın arşivinden ve yakınlarıyla yaptıkları röportajlardan yola çıkarak yazdığı “Şairin Hayatı Şiire Dahil” biyografisine göre, Tekkanat, Süreya ile yaşadığı bir kavgada “ağzının burnunun kan içinde kaldığını” söyleyecekti.
Tekkanat, T24’e verdiği söyleşide bu olayı yalanlamıyor. Benzer bir anısı daha olduğunu söylese de konuyu etraflıca konuşmaktan yana değil.
Aynı kitaptaki “Memo Emrah’ın, Süreya’yı döverek ölümüne yol açtığı” iddiasına ise Tekkanat, duraklama yapmadan karşı çıkıyor. İddiaları reddederken Süreya’nın ölümünden 7 ay 2 gün sonra, av tüfeğinin bir arkadaşının elinde ateş alması sonucu hayatını kaybeden oğlu Memo Emrah’ın o dönem iddialara zemin olan çıkışlarını kendi gözünden anlatıyor.
Bizi, duvarları Cemal Süreya afişleri dolu evinde ilk evliliğinden olan kızı İçsel Dülgerdil’le karşılayan Zûhal Tekkanat’ın T24’ün sorularına verdiği yanıtlar için buyrun.
- Anlatmaktan bıkmadığınızı umarak soracağız; Cemal Süreya ile nasıl tanıştınız?
Klasik bir soru. Tanışmamamız edebi alanda oldu, tanıştırıldık. O dönem Cemal Süreya Papirüs dergisini çıkarıyordu, ben de Cumhuriyet gazetesinde sanat muhabiriydim. Çalışma yerlerimiz birbirine yakındı. Papirüs dergisini almak için arada bürosuna uğruyordum. Bu uğramakla birbirimizi yeniden görmek isteği doğdu. Bazı edebiyat toplantılarında, yemekli söyleşilerde yakınlaşmış olmalıyız ki Haldun Taner’in beni çağırdığı Beyoğlu’ndaki edebiyatçılar derneğinin açılışında benden yaşlı prof’larla otururken Cemal Süreya geldi ve herkesin içinde dedi ki “Madam, matmazel, benimle evlenir misiniz?”
Bocaladım. Şöyle bir yüzüne baktım, üşüdüm birden ve dedim ki “Hayır, böyle bir şey düşünürsem kendim karar veririm.” Edebi alanda kendisine çok saygı ve sevgi dolu olsam da tip olarak pek içim açılacak gibi olmadı. Biz biraz görünüme de önem veriyoruz görüşeceğimiz erkek varsa, öyle değil mi? Ama bizimki kısmetmiş, görüşmeler altı ay sürdü. Sonra da beni Kapalıçarşı’daki bir kuyumcuya götürdü, bir alyans aldı, parmağıma taktı. Oradaki meşhur bir çaycıda oturduk çay içtik, bana lacivert, güzel bir yumurta topuk pabuç aldı, öptü yanaklarımdan, “Hadi git şimdi annene babana söyle, ‘Ben Cemal Süreya ile nişanlandım’ de” dedi.
- Yazılanlara göre, Cemal Süreya, ilk eşi Seniha Hanım’dan ayrılması yedi yıl sürünce size “İstediğinizde boşanmayı kabul edeceğim” içerikli evlilik öncesi bir anlaşma imzalatıyor. Bu metindeki kelimelendirme tam olarak nasıldı?
Hayır öyle bir şey yok! Biz yıldırım nikâhıyla evlendik. Cemal Süreya, okul döneminde tanıştığı Seniha Hanım’la evleniyor, çocukları doğduktan bir sene sonra da ayrılık ateşi basıyor, ayrılıyorlar ve mahkeme yedi yıl sürüyor. Bundan sonra devreye bir sürü insan giriyor. “Güvercin kanadı”nın sözcüklerini bölerek takdim tehir (yer değiştirme) yapıyor ve “Üvercinka” adlı ilk kitabını çıkarıyor. Bu arada Paris’e gönderiliyor. Paris dönüşü nişanlı gibi hissettiği bir arkadaşından ayrılıyor, daha önce dört sayısı çıkan Papirüs dergisini, yeniden başlatıyor. Bu aradaTomris Uyar’la evli olmasalar da aynı evde yaşıyorlar. Ayrıldıktan sonra, Cumhuriyet’te çalıştığım dönemde, düzeltmen olarak alt katta Doğan Hızlan, Konur Ertop gibi arkadaşlarımız vardı, onlar Cemal Süreya’ya benim için “Çok güzel bir kız geldi, bir içim su” demişler. Yaşım da kaç; 28. Cemal Süreya da aklına koyuyor. Biz karar verdikten sonra, Ülkü Tamer kamyonetimizi tutuyor, o arkada biz şoför mahallinde Cemal Süreya’nın evine doğru yola çıkıyoruz, bir iki gün sonra da Kadıköy Evlendirme Dairesi’nde nikâhımız var.
O mektubun söylentisi vardı, evet ama ben böyle bir yazı yazmadım, belki de başkasına yapmıştır. Cemal Süreya benden hiç ayrılmak istemedi. Cemal Süreya kendisi de söylemiştir: “Biz hiç ayrılmadık / Yazılmadı adlarımız mezar taşlarına” Evet, hukuken ayrıldık, iki kere birleştik tekrar ama ölene dek birlikteydik.
- Cemal Süreya, “On Üç Günün Mektupları”nda size yaşadığı Dersim sürgününü yazıyor. Size ilk ne zaman, nasıl anlatmıştı sürgünü?
Evlendikten sonra tabii ki. Akşamları yemekte içlendiği şeyler olurdu, açılırdı, konuşurdu, dinlerdim. Sürgün hayatını da o akşamlarda anlattı. Gözleri dolardı. En çok da üvey anneden çektiğini söylerdi.
- Cemal Süreya, Aleviliğini ve Kürtlüğünü saklayan bir kişi miydi?
Hayır. Zaten annesi Zaza kızı, babası Erzincanlı. Alevi kökenli sayılıyorlar. Ama bunun hiçbir zaman reklamını yapmadı, savunmadı. “Ben Kürdüm” bile diyemezdi Cemal Süreya.
- Bunu “reklam yapmamak” için değil de korktuğu için söylemiyor olabilir mi?
Korku değil. Siyasi alan çok kötüydü, “Ben Kürdüm” diyemiyordu insanlar. Ama oğlu doğunca Memo Emrah koydu adını. Bana da şunu söyledi: “Üç tane Emrah var, biri Erzurumlu, biri Ercişli, biri de Kadıköylü Kürt Emrah!” Bunun dışında hiçbir zaman “Ben Kürdüm” diye çıkmadı. Bazı konuşmalarımız oldu, anımsadığım kadarıyla ben sordum; “Kürtlük nasıl doğdu” diye. “Kuzey Irak’tan bir göç var, Anadolu’ya girdiğinde dağlara çıkan eşkiya, ovalarda kalanlara da Alevi dendi. Bunların hepsi bilimsel kişilerdi” derdi. “Kürtlüğün imajını ne için bu kadar kötü gösteriyorlar” diye sorduğumda, çünkü yasaktı Kürtler üstüne konuşmak, çok güzel cevaplar vermiştir. Ben de onun inancıyla “O zaman ben de Kürdüm” demişimdir. Benim babam da Erzurumlu.
- Mülkiye’deki arkadaşlarının Cemal Süreya’nın Kürt olduğundan haberdar olmadığı belirtiliyor. Muzaffer Erdost da 1967’de Papirüs’ü çıkarırken Kürt meselesine dair yazdığı bir yazıdan Süreya’nın rahatsız olup “Bu konuyu deşmeyelim, çok insan ölür” dediğini, karşılığında “Kürtler yok mu” dediğinde kızardığını söylüyor.
Erzincan’dan yedi yaşında ayrılıyor, Bilecik’e gönderiliyor. O çocuk ne kadar bilsin. Zamanla akrabalarından edindiği bilgilerle öğreniyor.
- Sürgün olmasına rağmen İstanbul’a gittikleri tespit edilince geri Bilecik’e gönderiliyor. Bunları paylaşmamak bilmemekten kaynaklanmayabilir mi? Örneğin, Vecihi Timiroğlu, Süreya’nın Kürt ve Alevi olduğunu söylememesinin memuriyetle ilişkili olabileceğini söylüyor. Buna katılır mısınız?
Olabilir.
- “Memuriyet nedeniyle konuşmama” hâli aranızda konuştuğunuz bir konu muydu?
Hiç konuşulmadı. Ben de memurdum ama şiir yazdığım için Cemal Süreya hem memur olup, hem telif alamayacağımı söyledi. Ben de Cemal Süreya’nın yakıştırması “Elif Sorgun” takma adıyla yazmaya devam ettim.
- Süreya, “Atatürkiye” isimli yazısında “Atatürkçü olmamak suç mu” derken sizin evinizin duvarında Atatürk posteri var. Bu anlaşamadığınız bir konu muydu?
Çok iyi uyuştuğumuz bir konuydu Atatürkçü olmamız; 1- Ecevitçi, 2- Atatürkçüydük. Bir de Fenerbahçe’yi tutardık. Karşı tarafın da düşüncesinin olabileceğini söylemiş orada. Atatürk’ü sevmeyebilirsin, “Hayatta bir tek Atatürk mü var” diyebilirsin ama Atatürk’e karşı gelemezsin!
- Bir devlet kararı olan sürgünü siyasetle ilişkilendiriyor muydu Süreya?
Hayır, böyle bir olanak yoktu. Aslında Cemal Süreya’nın sürgün olmasına amcası Mehmet sebep oluyor. Amcası valiye bıçak çekiyor, o yüzden sürülüyorlar. Bunlar da kurunun yanında yaş da yanar misali göçebeliğe zorlanıyor.
- Süreya ile geçirdiğiniz sıradan bir 24 saati anlatır mısınız?
Sabah kalktığımda acilen 8.10 vapuruna yetişmek için koştururdum. O da evlendiğimiz sırada evde oturuyor, çeviri yapıyordu. Papirüs dergisini çıkarıyordu. Ben 5.20 vapuruna yetişip Kadıköy İskelesi yakınlarındaki evimize giderdim. O da pencerede yolumu gözlerdi. Akşam oturur konuşur, yemeğimizi yerdik. İlk zamanlar daha çok dergiyle uğraşırdık. Güzel geçti iki yılımız, sonra çocuk yapmaya karar verdik. Hamilelikte erkek kadına pek yaklaşamadığı için biraz serin kaldı. Bu, onu dışarıya itti, yer yer kelebekleşmeler, uçarılıklar oldu. Ben bazen alınıyordum, bazen üstünde durmuyordum. Tabii her evlilikte birtakım gelgitler vardır. Bence bizimki bütünüyle iyiydi. Bunun kitabını da yazdım zaten.
- Tomris Uyar’dan bir Cemal Süreya alıntısı: “Feodal değil. Evine bağlı, evinde olmayı, çalışmayı çok seven bir adam. Son derece şefkatli. Söz gelimi nezle olayım, çaylar yapar, ilaçlar… O güne kadar kimsede görmediğim bir şey. Ciddi bir ilişkide kendini çok koruyan, monogam bir erkek. Aldatması söz konusu değil.”
Ama Tomris’le az yaşadılar, evlenemediler de. Benimle gerçek bir Anadolu erkeği ciddiyeti içinde evlendi ve çocuk istedi. İstediği gibi de ona benzeyen bir oğlu oldu.
- Evliliğin kadın ve erkeği bin yıllık bir ortalamaya çektiğini söylüyor Süreya. Siz de süreçte parıltılarınızı kaybetmiş olabilir misiniz?
Cevabım o duvarda asılı.
(Zûhal Tekkanat, duvardaki kırmızı fona pastel renkli çizgilerle tasarlanan Cemal Süreya afişinin altındaki şu yazıyı gösterdikten sonra mutfağa gidiyor: “Aşk meşru bir şey olamaz. O da şiir gibi meşrulaşınca ölür. Aşk da şiir de uzlaşıcı olunca ölür. Genel olarak sanat böyledir.”)
- Süreya’nın düzenli olarak sizin tabirinizle “kelebekleşme”sini nasıl açıklıyorsunuz; çapkınlık mı, ilgi ihtiyacı mı, ilham arayışı mı?
Aslında genel olarak erkeklerde bu uçarılık mevcuttur. Her erkek sevdiği insanla da evlense heyecan kaybı beliriyor. Alışkanlık demirbaşa dönüşüyor ve “O eksik olmasın ama ben arada sırada istediğim gibi hareket edeyim” diyorlar. Bunu bildiğim için önceleri üstünde durmadım, daha sonra ciddi boyutlara erdiğinde alınganlıklarım oldu. O yüzden zaten ayrılığı ben istedim.
- Tartışılabilir bir cinsiyet genellemesi yapsanız da Cemal Süreya için durum bir adım öteye geçiyor ve “Düğmemi kim diktiyse onunla evlendim” dedirtecek bir aşamaya varıyor.
Bunlar hep lafta kalan şeyler. Konuşmalardan, söyleşilerden, yemeklerden kalan artıklar.
- Sizce evliliklerinden yola çıkılarak yapılan şu yorum ne kadar doğru: “Cemal Süreya bakılmak istedi, kendine bir anne aradı.”
Cemal Süreya, annesi çok küçükken öldüğü için bir anne şefkati arıyor. Düğmesini, pantolonunu diken bir kadını düşünebiliyor. Cemal Süreya’nın bana karşı yakınlığı belirginleşince Tomris Uyar, şöyle demiş: “Sen zaten köylü güzellerinden hoşlanırsın.” Ben onun gözünde köylü güzeli sayılıyorum, ama Cemal Süreya, “Yüzüne baktığım zaman yanakları kızaracak insan isterim ben” demiştir. Burada eski terbiyeye önem verdiği görülüyor. O yüzden beni çok benimsemiştir. En çok benimle yaşamı vardır. Cemal Süreya bağlandığı kadını hiçbir zaman hırpalamamıştır, göğsüne dayamıştır ve onun sağlam, mert erkeği olmuştur. Kadında bir uçarılık görürse ona karşılık vermiştir. Edebiyatçı kadınlarımızın çoğunda bu uçarılık vardır. Evlidir, arkadaşı vardır, ama hoşlandığı kimseye de uzak kalmaz.
- Size göre “suçlu kadınlar, Cemal Süreya mağdur” mu?
Benim yetiştiriliş tarzım eski terbiyeye özgü. Birini sevdin mi asla yanlış yapmamalı. Yapacaksan boşan, bekâr ol, ne yapacaksan yap. Benim doktrinim budur.
- Kadına farklı, erkeğe farklı kurallar mı var? İlişkinizde aldatan Cemal Süreya değil, siz olsanız ne olurdu?
Aldatmayı düşünmek bile istemiyorum.
- “Süreya hiçbir kadını hırpalamamıştır” dediniz, ancak Süreya’nın birlikte olduğu kadınlara fiziksel şiddet uyguladığı yazılıyor.
Evet, öfkelendiği zaman kendini kaybedecek yanları olurdu. O da kıskançlıktan çıkardı. Aşırı derecede kıskançtı. Bir vapur geciksem “Nerede kaldın” diye hesap sorardı bana. Vapuru insan bir adımla kaçırıyor!
- Vapuru kaçırdığınızda ne olacağını varsayıyordu?
Kişiyi nasıl bilirsin, kendim gibi, derler ya ben de öyle düşünüyordum. Kızıp alınıyordum, “Olur mu, nasıl düşünürsün bunu” deyince “Niye düşünmeyim, evliyken bile yapıyor insan bunu” derdi. Örneğin, Cemal’le gidiyoruz Karaköy İskelesi’nde müdürüme rastlamışım. İnsan müdürüne rastlayınca selam vermez mi? Ayıptır. “Orada hadi neyse müdürün, yolda da mı müdürün! Niye selam veriyorsun? Bunun içinde bir şey var” derdi. Böyle garip huyları vardı.
- Bu kıskançlığın, örneğin kıyafet gibi türevleri var mıydı?
Kıskançlığı benim bir erkeğe kayabilme ihtimalimi düşündüğünde yapardı.
- Dedikleriniz “Kendisi aldatıyor, cezasını size kesiyor” diyerek yorumlanabilir mi?
Aynen, evet.
- Bu cezanın içine şiddet ne kadar giriyordu? Size ilk ne zaman, neden şiddet uyguladı?
İlk şiddeti diye bir şey yok. Ayrılırken oldu. Evlilik yılları içinde hiçbir şey olmadı, ta ki ben artık “Bizim aşkımız Ağrı Dağı efsanesini geçti, ayrılmalıyız” diyene kadar. O zaman onun da canı sıkıldı. Kadınları seçmiştir fakat kadının onu bırakmasına dayanamamıştır. Bunları konuşmayalım bence, güzel yanlarını konuşalım. Bu kısımlar hayatımızda çok az, o da ayrılık safhalarında olmuştur.
- Cemal Süreya, Türkiye’de kolaylıkla uzlaşmayan farklı kesimlerin ortaklaşarak en iyi şairler listesine koyacağı sayılı isimden biri. Bu sevgi mevcutken fotoğrafı eksik vermemek adına, sadece size değil, hayatındaki diğer kadınlara da yönelen bu şiddeti de konuşmak istiyoruz. Feyza Perinçek ve Nursel Duruel’in, “Şairin Hayatı Şiire Dahil” adlı kitapları için konuştukları Süreya’nın ilk eşi Seniha Hanım, bir kavgada dişlerinin döküldüğünü söylüyor.
Kızı İçsel Dülgerdil: Allah Allah… Zaman zaman evlerine gittim, tanık oldum evliliklerine. Öyle bir şey yapabileceğini sanmıyorum. Ben neyse onu söylerim. Kalkıp da arka çıkacak halimiz yok.
Tekkanat: Bunu Cemal hakkında çok yazanlar oldu.
- Cemal Süreya’nın kadınlara şiddet uyguladığı sizce kesinlikle yanlış bir bilgi mi?
Başkalarını bilemem. Biri birine bir şey anlatır, iki şey daha konur oraya ve abartılan o yanlış giderek doğru olarak kalır.
- Sizden de bir alıntı var kitapta: “Bir pazar günüydü, Cemal, (enişteniz) Seyda’yı çağırmıştı. Oğlan yüzünden daha önce biraz birbirimizi kırmıştık. Yersiz bir zamanda gözlerim boşalıverdi. Seyda ne olduğunu sordu ve tartışma patlak verdi. Cemal, Mehmet Seyda’yı evden kovdu. Bana gelince ağzım burnum kan içinde kaldı.”
O bir olayımız, evet. Şudur olan: Oğlumuz Memo’yu banyo yaptırdım, giydirdim. O da “Bahçeye çıkacağım” dedi, çıktı. Öğleden sonra da kardeşimin eşi Mehmet Seyda gelecek ve Papirüs hakkında bir şeyler konuşacaklardı. Fakat Memo üstünü başını çamur etmiş gelince ben de kızdım, bağırdım, iki şamar attım poposuna. “Bunu sen bana karşı yaptın, o ona değil bana vurmaktır” dedi ve olay böyle çıktı.
- Anlattıklarınıza göre Cemal Süreya size en az iki kez şiddet uyguladı. Tahminim bize söylemediğiniz vakaların da olduğu. Ucu açık akıl yürütmelere bırakmamak için bize bunun ne sıklıkla, ne ölçüde olduğunu ve Süreya’nın öfkesi geçtikten sonra yaptıklarına nasıl baktığını anlatabilir misiniz?
Sevenlerinin önünde daha fazla bu konuyu konuşmak istemiyorum.
- Memo’nun neden hiç fotoğrafı yok?
Git göster İçsel. İçerideki duvara asılı fotoğraflar arasında çocukluğu da var, büyük hâli de. (Memo’nun büyük hâlinin fotoğraflanmasını kilolu olduğu gerekçesiyle istemiyorlar. Kısa bir aradan sonra Zûhal Tekkanat devam ediyor.) Cemal Süreya hayranlığına da ben sebep oldum. “13 Günün Mektupları”ndan sonra öyle hayran olmuşlar ki kızlar “Nasıl böyle mektup yazılır” diye. Telefonla konuşuyorlar benimle, yürekleri titriyor. O kadar acı çekmeme rağmen Cemal Süreya’ya laf gelmesin diye arkasındayım, ona söz verdiğim gibi.
- Bu sebeple kusurlarını saklıyor olabilir misiniz? Şiddeti konuşmak istemiyorsunuz.
İnsan değişkenliği oluyor; öfkeli anları oluyor, kıskançlık anları oluyor. İstemeden yaptığı hatalar oluyor. Bir de sevgileri, yaklaşımları oluyor. Bunları dengelemek lazım. Dengeye vurduğum zaman Cemal Süreya’yı severek evlendiğimi ve iyi günler, iyi yıllar yaşadığımı söylüyorum.
- Cemal Süreya, Memo Emrah’ı döver miydi?
Hayır.
Dülgerdil söze giriyor: Memo ne dediyse istediğini yaptı.
Tekkanat: Başının tacı yaptı onu. Kıskançlıklardan aramıza çok dedikodular girdi arkadaşım. Ayrılsak da biz gene beraber olduk, gittik geldik birbirimize. Ama insanlar gerçekmiş gibi birin yanına ikiyi kattılar. Dediler ki “Memo ile annesi Cemal Süreya’yı döverek öldürdüler.” Böyle bir haber çıktı. Olacak şey mi! Bu çok gücüme gitti. Allah bunu uyduranların başına verdi ve veriyor. Bu kadar büyük iftiraya hayatta uğramadım. Amme (kamu) davası açıldı hakkımızda, mahkeme hastaneden rapor istedi. “Cemal Süreya şeker koması, akciğer ödemi, kalp yetmezliği sonucu öldü. Herhangi bir darp yoktur” diye rapor verildi. Biz o şekilde aklandık.
- Hastane raporunu yayımlamamız için bizimle paylaşabilir misiniz?
Tabii, verebilirim. Ama çok siliktir.
Dülgerdil: Bu artık deşifre etmek gibi bir şey oluyor.
Tekkanat: Yanlışı düzeltmek istiyorlar.
Dülgerdil: Ama çok fazla detaylara inildi. Ben böyle bir sorudan ziyade 9 Ocak’la alakalı, daha pozitif enerji verecek sorular beklerdim.
- Türkiye’nin en değerli şairlerinden Cemal Süreya’nın ölümü hakkında şaibeler varken bunlar hakkında sizin söyleyeceklerinizi yansıtmak istiyoruz.
Tekkanat: Şimdi ben size kısa bir örnek vereceğim; Cemal Süreya Kültür Sanat Derneği’nde kuruluşundan bu yana görev aldım. Bu 5 yıl içinde öncülük ettim ve hukuki sorumluluğu da üstüme alarak dernek adına iki kitap çıkardım; biri “Cemal Süreya ve Sonrası”, diğeri “Cemal Süreya 20 yaşında.” O dönemin başkanı Dr. Itır Yeğenağ’ın kitapta bir yazısı çıktı ve şu dendi: “Cemal Süreya beyin kanamasından gitti.”
Ben dernekteyim, bana sorsana bir kere! Bu yüzden aramız açıldı. Cemal Süreya şeker koması, akciğer ödemi ve kalp yetmezliğinden gitti. Hastanenin raporu var. “Ben ne bileyim, öyle biliyordum” dedi, olur mu hiç! Kitap bir daha basılmadı, o yanlış doğru olarak kaldı. Ben söyleşilerde bunu açıkladım, ama az kişiye hitap ediyor, çoğunluk kitaplarda kalıyor. Biyografide hata yaptıklarını gördüğümde Yapı Kredi Yayınları’nı açıp söylüyorum. Kesinlikle bu kitap da yetersiz, çok yalan ve iftira var. Bir de Cemal Süreya ile evliliğimiz göze geldi. Bizi çok kıskandılar, erkek olsun, akraba olsun, kadın olsun… Dedikodular aldı yürüdü. Birsen Sağnak denilen kadınla, çocukları daha çok bunları yaptılar. Benim, Memo’nun arada bir eve gitmesi bile kıskançlık meselesi oluyordu. Oğlumuz ayol! Gidecek tabii babasının evine de.
- Birsen Hanım, ziyaretten öte eve izin almadan yerleşilmesinden bahsediyor.
O Cemal ile Memo arasında. Ben bir avukatın yanında çalışıyordum. Telefonda anlaşmışlar, “Oğlum ben muhtara gittim, kaydınızı yaptırdım. Sen bir kamyon ayarla, ben sana parasını vereceğim. Sizin evi olduğu gibi buraya taşı” demiş Cemal Süreya. Sabahtan başlıyor rakı içmeye, rakılı hâliyle bana telefon açıyor ve “Memo’yla konuştuk, sizin evi bugün buraya taşıyorum. Sen bugün buraya gelme, eve de gitme. Kardeşine git, orada kal” diyor. “Nasıl olur, sabah çıktığım eve akşama nasıl gidemem, Allah’ını seversen” dedim. “Biz hallettik, bu iş böyle yürümez. Sen de belki burada oturursun, işine de yakın. Belki biz Birsen’le bir ev bulur çıkarız” dedi ve yüzüme kapadı. Ben başladım ağlamaya.
- Sizce bu taşınmanın sebebi alkol müydü?
İşin tuhafı, bana “Kardeşinde kal” diyen Cemal Süreya, sonra arayıp “Sen hâlâ işyerinde misin; çocuk tek başına ev taşıyor” dedi. Birsen alıyor telefonu “Zuhal bu gene çok içti, geliyorum seni almaya, gidelim bakalım Memo’ya” diyor. Gittiğimizde kamyonların kapakları kapanmada. Memo’nun elinde üç kedi, arkadaşının elinde iki avize. Onları da taksiye koyuyoruz. Taksi önde, kamyon arkada Aralık’ın 18’i gibi taşınıyoruz.
- Cemal Süreya'nın kedilerden korktuğu doğru mu?
Öyle bir şey yok. 18 Aralık’tan 9 Ocak’a kadarki zaman içinde tabii ki tartışmalar, kıskançlıklar, her türlü öfke doğdu. Birsen kıskanıyor mesela, canı sıkılıyor, o gece kalmıyor ve gidiyor.
- “Kıskanıyor ve gidiyor” deseniz de ev Birsen Hanım’ın evi değil mi?
Hayır, kirasını ödeyen Cemal Süreya.
- Ev sadece kirayı ödeyenin midir?
Birsen haftada üç gün geliyor ona, geri kalan günler çocuklarının yanında kalıyor. Ona ait hiçbir şey yoktu, misaferiten geliyordu. Her şey Cemal’e aitti.
- Memo Emrah bir dergiye ülkücü olduğunu ve Türk-İslam sentezine inandığını söylüyor. Bu dönüşüm nasıl oldu?
Ülkücülük filan yok. Hepimizin Ecevitçi, ülkücü, Dev-Sol’cu arkadaşları vardır. Cemal Süreya’nın akrabaları biraz dincilerdi. Cemal, Memo’yu Ankara’ya gönderdiğinde, akrabasının oğlu buna Kuran nasıl öğrenilir, Kuran’ın abc’si gibi kitaplar almış. Onu orada eğitmiş. Memo oradan İslamcı olarak döndü.
- Bu gezi kaç yaşında olmuştu?
Daha 18’i dolmamıştı. Biz de sosyal görüşlü, ilerici aydın insanlarız. Memo, sigara içmemize, rakı içmemize karışırdı ve saklardı. Ne sigara, ne bira içti. “Karıncaya dahi acıyın” derdi. Sonsuz hayvan meraklısıydı. Yüreği yufkaydı. Bir gün haftalık mutfak alışverişinden döndüğümüzde bir baktım aldığım kıyma yok. Bir dilenci geldiydi, para isteyince “Başka dükkâna git” dedim. Memo poşetten çıkarmış kıymayı vermiş. Sorunca “Ne bileyim torba sendeydi” dedi. Kötü bir çocuk değildi, çevresizlik yüzünden… Bir de anne baba ayrılınca bütün çocuklar yaralanıyor, garip huylar ediniyorlar çevreden. Çocuğumuza fazla ilgi gösteremedik, ona yazık oldu. O da bizi çok sevdi, ayrılmamızı hiç affedemedi. “Bir gün ikinizi bir eve kitleyeceğim, ben gelene kadar çıkmayacaksınız” derdi.
- Sosyalleşmemenin getirdikleri size “Memo’yu doktora götürmek lazım” dedirtti mi?
Psikologdan bahsediyorsunuz, Cemal böyle şeylere karşıydı.
- Siz?
Ben hastalık bir durum görmedim çocuğumda.
- Psikoloğa görünmek için hastalık olması şart değil.
Gene de düşünce itibariyle öyle bir şey olmadı.
- “Götürseydik en azından silaha merakı oluşmazdı” benzeri bir düşünceniz oldu mu?
Hayır, bütün bunlar yanlış.
- Silaha merakı yok muydu?
Temelinde onu en çok vuran anne baba ayrılığıydı. Spor çalışıyordu, sporu bıraktığı zaman kilo aldı, obez oldu. Obez olunca askerlik yaptırılamadı. Buna da alındı. Ve babayı kaybettikten 7 ay, 2 gün sonra onu vurdular. Asıl anlatılması gereken sonra yaşananlar. Ben ağaca sarıldım hastanede. Şah damarından şakır şakır kan akmış, ölmüş oğlum. Adli tıbba götürülmesini bekliyoruz. Cüneyt Arkın’ın eski eşi psikiyatr Güler Mocan, “Zuhal seni yatırayım, iyi değilsin” dedi. “Oğlum içerde sen beni yatıracaksın! Git Allah aşkına Güler” dedim. Kızım da yanımda, “Anne ben yok muyum hayatında” deyince ben kendime geldim. Sonra kızım aldı beni, götürdü bir yerlere, gezdirdi etti. Ama acı içten çıkar mı…
- Memo Emrah, babasına şiddet uyguladı mı?
Ölümünden üç beş gün önce şöyle bir şey oldu: Hürriyet gazetesinin ödül jürisindeydi Cemal Süreya, oradan bir valizimsi çanta verilmiş. Cemal de o valizi Birsen’e vermiş. Memo “Veremezsin, o benim”, Birsen de çocukla aşık atıp “Hayır, benim” deyince münakaşa çıktı. Kızdı ayağa kalktı, çantayı almak istedi, babası vermek istemedi, ben araya girip Memo’yu itmeye çalıştım. Boyum kısa ya biraz, o da benim boyumun üstünden Birsen’e vurmak için elini attı, Cemal’e geldi. (Alnının sol üst tarafını göstererek) Burası hemen şişti.
- İçsel Hanım buradayken soralım; Perinçek ve Duruel’in kitabında sizden de bir alıntı var. Yazılana göre, Memo’dan korkup Cemal Süreya’yı arayarak şunu söylüyorsunuz: “Al şu Memo’yu annemi öldürecek!”
Dülgerdil: (Gülerek) Yok öyle bir şey.
Tekkanat: O kitapta çok yanlışlar var.
- Kitap hakkında dava açtınız mı?
Dülgerdil: Aslında açılabilir ama geçti.
Tekkanat: Kaynak benden başladı, o kadar kişileri dolaştılar ki o kitap için… Ama insanın ağzı torba değil ki büzesin! Cıvık bir kitap o. Ona hiç güvenme.
- Yanlışları olabilir ancak Cemal Süreya’nın arşivindeki bilgilerle ve kızkardeşi Ayten gibi yakın çevresindeki pek çok kişiyle yapılan görüşmelerden çıkanlarla kaleme alınan da bir kitap.
Onlar yanlış bilgiler verebilirler çünkü Cemal Süreya kiminle beraber olsa veya evlense kız kardeşleri çekemezlerdi. Aynı sözü (Cemal Süreya'nın Seniha Hanım’la kızı) Ayçe de söylemiştir.
- Tüm bu iddiaların kaynağı çekemezlik olabilir mi sizce? Bunun için fazla ciddi değiller mi?
(Zuhal Tekkanat kızı İçsel’e soruyor) Sen Güzin’le görüşürdün, acaba onlara mı söyledin bir şey de onlar öyle dedi?
Dülgerdil: Yok öyle bir şey söylemedim. (Bize dönerek) Ben sonuçta asker çocuğuyum. Neysem odur. Masaya vururum. Bir şey evettir veya hayırdır, ikisinin ortası değildir. Lafımın arkasında da dururum. İspatlayanı da duvara yapıştırırım gerekirse. Çıksınlar karşıma!
- Tekrar soracağım; tüm bu iddiaların tek sebebi sizce çekemezlik olabilir mi?
(Zuhal Tekkanat yanıtlıyor) Çekemezlik!
- Cemal Süreya’yı kaybettiğiniz akşam neler olduğunu sizin gözünüzden dinleyebilir miyiz?
8 Ocak’ın gecesinde bir gürültüyle uyanmış oğlum. Kalktı bana geldi. “Anne, bir gürültü duydum, gittim, babam mutfakta yatıyor” dedi. Cemal Süreya salonda, ben küçük odada yatıyorum, Cemal’in yatağında da oğlumuz yatıyor. Cemal Süreya kalkmış yerinden buzdolabına gitmiş, bardağın yarısına kadar rakı koymuş, üstüne suyu koyamadan bir şey olmuş, dolabın kapısı da açıkken düşmüş. Olay bu. Tabii bunlar bana hastanede anlatılıyor.
Gürültüye uyanan oğlum geldiğinde ben, “Şaka yapma” dedim. “Vallahi billahi anne, korktum” deyince gittim, oğlum koltukaltlarından tuttu, salona sürükledi. L biçiminde bir koltuğumuz vardı, Memo güçlü kuvvetli adam, oraya yatırdı. Ağzına bir baktım, dişler kenetlenmiş, kenarından hafif bir pembe bir kan geliyor. Ağzını açıp dişliğini çıkardım. Hemen Birsen’i aradım. “Biz” dedim, “Belki kalp vardır diye Siyami Hersek’e gidiyoruz.” O da bizi numuneye yönlendirdi. Kendinde değildi, sedyeye aldılar, ambulansla hastaneye getirdiler. Küçük bir odaya koydular, orada nefes alamaz oldu. Koca bir oksijen geldi. Oksijen verince şeker düşsün diye insülin yapmışlar. İnsülin de kalp yetmezliğine neden olmuş. Olay geceyarısı 4’te başlamıştı, ertesi gün saat 4’te can verdi Cemal Süreya.
- Süreya’nın yanlış tedavi nedeniyle mi öldüğünü söylüyorsunuz?
İnsülin kalp atışını hızlandırmış, yetmezlik de olduğu için kalp durmuş. Raporda 524 şeker, akciğer ödemi ve kalp yetmezliği yazıyor. Ölmesine iki saat kala, Cemal, İçsel’i istedi. Küçük odaya alındıktan bir süre sonra da gitti haberi geldi. Kızkardeşinin çocukları “Dayıcım” diye bağırdı. Cemal, Memo’yu “Bir yerden konuşma yapmıştım, para gelecek oğlum. Onu alır öyle gelirsin” diyerek eve göndermişti. Cemal’i morga aldılar, özellikle Birsen ve çocukları, Perihan merihan hastanedeki terliği, pijamaları, ne konmuşsa bütün torbaları topladı. “Ben bunları alayım” dedi, “Al” dedim. “İçsel biz eve nasıl gideceğiz” dedim, o “Ben ayarlarım” dedi ve biz öyle eve döndük. Ertesi gün önce Zincirlikuyu Mezarlığı’na, sonra Kulaksız Mezarlığı’na götürüldü. Bütün arkadaşları vardı. Cemal’i mezara koyarlarken bir beyaz güvercin uçup gitti. Bunu hiç unutmam.
- Ayten, Memo’nun kendisine şu ifadeleri kullandığını aktarıyor: “Bir tıkırtı duydum. Kalktım, babam buzdolabının önünde. İçki alacak zannettim, kolunu kıvırdım. Babam ‘hadi ordan sersem sen bana ne karışıyorsun, içki almıyorum, su içeceğim’ dedi.”
Onu mahsus Ayten’i kudurtmak için söylemiş. Ben bunu sordum Memo’ya. “Anne” dedi, “Ben babama yapar mıyım ya, ben senden çok seviyorum onu. Allah kahretsin bu insanları!” Cemal de Memo’yu deli gibi severdi, herkesten çok severdi. Eğer Memo önce gitseydi Kadıköy’ün altını üstüne getirirdi.
- Gonca Uslu, 1990’da Nokta dergisindeki şu araştırmaya işaret ediyor: “(…) Süreya, oğlu Memo Seber’le sorunlar yaşıyordu. Ölmeden 2 gün önce oğluyla aralarında ciddi bir tartışma çıkmış ve yumruklaşmalar yaşanmıştı. Şairin başında büyük bir yumru oluşmuştu. 2 gün sonra öldüğünde ise koltuk altlarında ve vücudunun bazı bölgelerinde morluklar hâlâ duruyordu.”
O da yanlış! Oktay Akbal da Cumhuriyet’te bizim aleyhimizde yazmış.
- Bunları, aleyhinizde olduğunu düşünerek sorgulamıyoruz.
Dülgerdil: Ben de aleyhte olarak düşünmüyorum.
Tekkanat: 25 sene geçti artık, zaman aşımına uğradı. Ben o devirde hemen Oktay Akbal’a tekzip çektim; “Lütfen bu hataları düzeltin” diye. Fakat o tekzibi mahkemeden aldığım karara göre gönderdiğim için tekzip için tanınan süre aşılmış, yayımlayamadılar. Yanlış olarak bu bilgiler sürdüğü sürece hırpalanıyoruz. Aslında bize yazık oldu. Artık konuşmak da istemiyorum arkadaşım. Bıktım.
- Son olarak; şu ihtimali koyanlara ne dersiniz: “Zuhal Hanım oğlunu da, Cemal Süreya’yı da korumaya çalışıyor. İddiaları reddetse de aklında bir şüphe olabilir.”
Allah biliyor, tamamen hastalık nedeniyle öldü Cemal Süreya. Onlar kendi düşünceleriyle baş başa kalsınlar. Tamamen yanlış bir düşünce içindeler. Allah onlara hayırlı düşünmeler nasip etsin! Çünkü ben olan her şeyi açıklarım.
© Tüm hakları saklıdır.