Kuşkusuz Suriye savaşının en büyük acısını bu ülkenin insanları yaşıyor, ancak bu savaşın ülke bazında en büyük mağduru da Türkiye’dir. Vatanlarından koparılan milyonlarca insana kucak açmak öncelikle insani bir görev, ama mesele artık Türkiye’nin de gücünü aşan bir noktaya gelmiş bulunuyor.
***
Maalesef son günlerde Suriye bağlamında yaşananlar, Türkiye açısından derin bir yalnızlığa işaret etmektedir. Türkiye bir taraftan insani anlamda doğru bir tercih yaparak mağdurlara kucak açarken, bir taraftan da Rusya ve Amerika’nın Suriye’de yürüttüğü vekalet savaşlarının en büyük mağduru durumundadır.
En önemlisi de Türkiye’yi Güney sınırı boyunca tehdit eden terör koridorudur. Bu yüzden de belki uzun yıllar diplomatik anlamda yaşayacağı sıkıntılara rağmen, terör unsurlarına karşı bir adım atmak durumundaydı. Nitekim Çarşamba günü bu konuda önemli bir adım attı ve sınırda 30 kilometre derinliğinde askeri harekat başlattı.
“Barış Pınarı” harekatı Suriye topraklarında karadan ve havadan devam ediyor. Harekatın hedefi terör unsurlarına yönelik olduğu için bütün siyasi partilerin ve toplumun desteği tam. Ne kadar süreceğini ve Amerika ile hangi noktalarda mutabık kalındığını bilmiyoruz. Dahası bu harekat siyasi sonuçları itibariyle hepimiz açısından ne tür maliyetler üreteceğini de şimdiden kestirmek mümkün değil.
Ancak bu harekat, dünyanın değerlendirmesi noktasında bizim için derin bir yalnızlığa işaret etmektedir. Bunun en önemli göstergelerinden birisi Amerikan Kongresi’nden gelen küstah mesajlardır. Avrupa Birliği’nden ve Arap dünyasından gelen mesajlar da çok farklı değil. Bu arada Fransa’nın Avrupa Birliği Bakanı Amelie de Montchalin, İngiltere ile birlikte Türkiye’nin Suriye harekatının görüşülmesi için BM Güvenlik Konseyi’ni toplantıya çağıracaklarını açıklamasını da bir yere not etmekte yarar var.
Öyle anlaşılıyor ki siyasi anlamda bütün yatırımlarımızı Trump’a yapmış durumdayız. Açıkçası bunun diplomatik açıdan ne kadar doğru bir strateji olduğunu kestirmek mümkün değil, hele de son bir kaç gün içinde Trump’ın sergilediği tutarsızlıklar dikkate alındığında...
Zira Trump bir gün çıkıyor “Suriye’den askerlerimizi çekiyoruz, taraf sız kalacağız” diyor, bir gün sonra “Türkiye’nin ekonomisini yok ederiz” tehditleri savuruyor. Ancak çılgın popülistin yanar-döner tavrı bununla da bitmiyor bu kez de “Tayyip Erdoğan’ı 13 Kasım’da bekliyorum” ifadeleriyle zeytin dalı uzatıyor. Tam işler yoluna giriyor derken popülist ihtiyar bombayı bir kez daha patlatıyor ve yeniden tehdit ediyor: “Biz Suriye’yi terk etme aşamasında olabiliriz ama asla, çok iyi savaşçı ve güzel insanlar olan Kürtleri tamamen terk etmiyoruz. Bizim Suriye’nin o bölgesinde sadece 50 askerimizi çekerken Türkiye’nin herhangi bir gereksiz müdahalesi, ekonomilerini tahrip edecektir. Kürtlere silah ve finansal destek veriyoruz!”
***
Karşımızda megaloman duyguları öylesine yüksek bir lider var ki, bir saat sonra nasıl bir tavır sergileyeceğini kestirmek mümkün değil. Kongreden gelen baskılar da dikkate alındığında, yarın “Bu kadar operasyon yeter, Suriye’den hemen çıkın” demeyeceğinin hiçbir garantisi yok. Ayrıca IŞİD canilerini kucağımıza bırakarak kenara çekilmesi de bir başka soru işareti...
Unutmayalım, henüz Rusya ve İran sesini yükseltmiş değil, şimdilik pusuda bekliyorlar. Amerikan politikaları açısından çok gerçekçi olmamakla birlikte, eğer Amerika Suriye’den tümüyle çekilirse, Rusya-İran-Şam üçlüsünün Türkiye üzerindeki baskısı artabilir. Epey bir süredir “Bütün yabancı güçler Suriye topraklarından çekilsin” görüşünü dillendiren Rusya ve Şam rejiminin bize sempati göstermelerini beklemeyelim.
Hasılı, dış politikada yolların bittiği bir noktaya gelmeden, bütün dünyaya tek hedefimizin sadece terörle mücadele olduğunu doğru bir diplomatik dille anlatmak zorundayız, aksi taktirde dünyanın bu tarafında tek başımıza kalabiliriz.