15 Temmuz 2015 03:00
Divan-ı Ahkâm-ı Adliye...
Bu topraklarda Yargıtay ilk kez, Sultan Abdülaziz'in "irade-i şahane"si üzerine bu isimle kuruldu. İlk başkanı Halep Valisi Ahmet Cevdet Paşa'ydı. Tarih 6 Mart 1868, yer İstanbul.
Yargıtay'ın daha sonraki adresleri, cumhuriyet tarihi boyunca güncelliğini yitirmeyen "kuvvetler ayrılığı" tartışması açısından ilginçtir. İstanbul'un işgalinin ardından Ankara'daki TBMM Hükümeti, 7 Haziran 1920'de kabul ettiği yasa ile Yargıtay'ın merkezi olarak Sivas'ı belirledi. Sivas'taki bu "muvakkat", yani geçici Temyiz Heyeti ile birlikte İstanbul'daki Osmanlı Yargıtayı da varlığını sürdürdü, işgal kuvvetlerinin çekilmesinin ardından İstanbul'daki dosyalar Sivas'a nakledildi.
Peki neden Yargıtay için, Milli Mücadele'yi yönetmek üzere kurulan Meclis'in olduğu merkez, Ankara tercih edilmedi?
Milli Mücadele döneminde ulaşım imkânlarının yanı sıra öne sürülen temel gerekçe, "Ankara'da olması hâlinde hükümetin, temyiz mahkemesi yargıçlarının mütalaa ve oylarını etkileme olasılığı" oldu. Meclis'teki uzun tartışmaların ardından "Sivas"ı isteyenler çoğunluğu oluşturdu.
Yargıtay'ın ikinci adresi de Başkent Ankara olmadı. Kurtuluş Savaşı'nın sona ermesinin ardından, "yargının siyasi çevre dışında kalması" görüşü de dikkate alınarak Yargıtay 14 Kasım 1923'te kabul edilen kanunla Eskişehir'e taşındı ve 1935 yılına kadar bu kentte kaldı.
Bu tarihte Yargıtay, Atatürk'ün görevlendirmesi üzerine TBMM de dâhil Cumhuriyet Ankara'sına 13 tarihi yapı inşa eden Avusturyalı mimar Prof. Clemens Holzmeister'ın yaptığı ünlü taş binaya taşındı.
Sivas ve Eskişehir'deyken Yargıtay'ın siyasi etkilerden ne kadar uzak kalabildiği ayrı bir tartışma, ancak Yargıtay'ın 1935 yılına kadar tayin edildiği adresler "kuvvetler ayrılığı" ile başlıyordu.
Anayasadaki ifadesiyle, "adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adlî yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme mercii olan, ayrıca kanunla gösterilen belli davalara ilk ve son derece mahkemesi olarak bakan" kurum olarak Yargıtay, bugün hukuk devleti için en büyük umutların yöneldiği, ama tükendiği de bir yer.
Yaklaşık 150 yıllık bir kurumsal birikimden söz ediyoruz. Ama, iktidarların ve hukuk dışı aidiyetlerin etkisi altında, zaman zaman pusuda bekleyen bir birikim!
Bugün Türkiye'nin en büyük sorunlarından birisi, konjonktür muktedirleri ve mağdurları değiştirirken, kimsenin, ama kimsenin "hukuk güvenliğine" sahip olmaması. Türkiye'de demokrasi, "hukuk devleti", "kuvvetler ayrılığı", "yargı bağımsızlığı" ve yargı bağımsızlığının harcı olan "hâkim teminatı" ihlalleriyle ağır yaralı.
Listeye, yargı mensuplarının "hukuk dışı" aidiyetler ve motivasyonlarla yarattığı tahribatı da büyük bir başlık olarak eklemek gerekiyor. Nitekim "paralel devlet", "yargıda cemaat" tartışmaları bu başlık altında sürüyor; ağır iddialara, soruşturmalara, tutuklamalara, meslekten ihraçlara, davalara evriliyor.
Evet, yargıda neler oluyor?
Cevap için, yaklaşık 150 yıllık bir geleneği temsil eden Yargıtay'da Mayıs 2012'den birkaç ay öncesine, Şubat 2015'e kadar başkanlık yapan, bu arada hükümet tarafından "cemaatçi olmak"la da suçlanan Ali Alkan'ın kapısını çaldık.
Ankara'da sorularımızı sabırla yanıtlayan Alkan, son 45 yıldır Yargıtay Başkanlığı görevine gelen çoğu isim gibi Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunlarından. Aynı ilde mesleğe hâkim adayı olarak başlayan Alkan, Pervari, Çayıralan, Haymana Hâkimliği, Ankara Ticaret Mahkemesi üyeliği ve Başkanlığı ile Ankara Adli Yargı Adalet Komisyonu Başkanlığı yaptı. Mayıs 1997'de Yargıtay üyesi oldu ve Yargıtay'daki 12. senesinde 13. Hukuk Dairesi Başkanlığı'na, 2012'de de Yargıtay Birinci Başkanlığı'na seçildi. Ve yasal yaş sınırı nedeniyle emekli olana kadar, Ergenekon ve Balyoz gibi kritik davaların yanı sıra 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarının da yargı gündeminde bulunduğu dönemde Yargıtay Başkanı olarak görev yaptı.
Görevde olduğu süreci "Benimki yargı bağımsızlığının müdahalesinin gerçekleştiği bir dönemdi" diyerek özetleyen Alkan, bugünü dünden şöyle ayırıyor:
"Şimdi yargı bağımsızlığının fiilen ortadan kalktığı bir dönem."
Yargıtay Başkanlığı döneminde yaşadıklarını, yürütmeden gelen müdahaleleri ve bu müdahalelere yanıtlarını aktaran Ali Alkan'a güncelin yanı sıra Yargıtay'ın Hrant Dink hakkında verdiği "Türklüğe hakaret" kararını, kadın cinayetlerinde yargının erkeklere sistematik olarak sunduğu ceza indirimini ve Türkiye'de eşcinsel evliliğin yasallaşma ihtimalini sorduk.
Söyleşiye geçmeden, Divan-ı Ahkâm-ı Adliye üyelerinin üçte birinin Osmanlı'daki azınlıklar arasından seçildiği hatırlatmasıyla, "Cumhuriyet Yargıtayı da hiç olmazsa bu geleneği sürdürebilseydi Hrant Dink'in katledilmesine giden süreçte Yargıtay o mahkûmiyet kararını onaylar mıydı" sorusunu vicdanlara not edelim. Ve sözü Ali Alkan'a bırakalım.
- Yargıtay ve HSYK kanunlarına, yargıya müdahale olduğu gerekçesiyle karşı çıkarken şunları söylediniz: “Yargının bağımsızlığını ortadan kaldırmak veya yürütmeye bağlı bir yargı oluşturmak yargı denetiminden kaynaklanan meşruiyeti hafife almak olacaktır”, “Bu müdahale ne zamana kadar devam edecektir; yürütme bu kurul nasıl oluşursa memnun kalacaktır?” Tanıklıklarınızdan yola çıkarak yanıtlar mısınız; sizce “yürütmeye bağlı yargı” adımları nerelerde, nasıl atıldı? Sizce Türkiye’de yargının temel sorunları arasında yer alan kuvvetler ayrılığı ilkesi hangi noktalarda zedelendi?
Güzel bir söz vardır, “Bir dokun bin ah işit” diye. Bana sorduğunuz soru da bu nitelikte. Türkiye’de yargının sorunları saymakla bitmez. Bu sorunlar bugün oluşmadı, yıllardır süregelen kronikleşmiş sorunlardır. Bugüne kadar çözümleri için samimi çabalar sarf edilmedi. Gerçekçi çözümler önerilmediği için yapılan düzenlemeler de sorunu çözmedi. Hatta bazıları sorunları daha karmaşık hâle getirdi, bazen filozof Diyojen’in dediği gibi “Gölge etme başka ihsan istemem” durumuna geldik.
- Yürütme için mi söylüyorsunuz bunu?
Evet. Yargının problemlerinin neler olduğu konusunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) nezdinde açılan davalar fikir vermekte. Bu mahkeme nezdindeki istatistiki bilgilere göre, adil yargılanma hakkı, yargılamanın makul sürede bitirilememesi, ifade özgürlüğü gibi konular önemli sorunlarımız. Bunların yanında öne çıkan en önemli yargı sorunu kuvvetler ayrılığı, yani yargı bağımsızlığı, hâkimlik teminatı ile hukuk devleti. Yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı sağlanmadan, diğer sorunlara kalıcı çözüm bulmak mümkün değil.
- Hâkim teminatı kapsamına, tayinlerin yanı sıra son olarak yaşanan tutuklamaları da koyuyor musunuz?
Hepsini kapsar ama münferit olayları değil, genel için konuşuyorum. 1943’ten beri yapılan adli yıl açılış konuşmalarını tetkik ettiğinizde bu konuşmaların ortak noktası yargı bağımsızlığı, hâkimlik teminatı ve hukuk devletindeki eksikliklerimizdir. Hâlâ bu konularda konuştuğumuza göre, başarılı olamadık. Yakın geleceğimizde de bu sorunların çözümüne dair işaretleri ben kişisel olarak görmüyorum.
- Umutsuzsunuz?
Umutsuzum, ancak çok az da olsa hukuk devleti olmadan Türkiye’nin gelişmiş ilk 10 ülke arasına giremeyeceğini söyleyen, hukukçu niteliği taşımayan yetkili kişilerin olduğunu biliyorum ve bu beni gelecekten ümitli kılıyor.
Anayasamızda kuvvetler ayrılığı ilkesi erkler arasında hiyerarşi değil, iş bölümü öngörmekte. Yasama, yürütme ve yargı yetkisinin bir otorite altında toplanmaması demokratik bir düşüncenin ürünü. Demokrasiyle yönetileceksek yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatına karşı konjonktürel mazeretler üretilmemeli. Çünkü bunlar adil yargılanma hakkının bir güvencesidir. Ancak bugün yargı bağımsızlığı ülkemizde her aşamada ihlal ediliyor.
- Her aşama kısmında dursak; bize madde madde süreçteki ihlallerin nasıl gerçekleştiğini sıralar mısınız?
Bundan kısa bir süre önce yürütmenin bir kısım temsilcileri, yetkili soruşturma makamları tarafından verilmiş bir karar olmaksızın yargıya polis operasyonu yapılabileceğini kamuoyu önünde fütursuzca söyleyebildi.
- Bunu hangi açıklamaya istinaden söylüyorsunuz?
HSYK’nın oluşumu sırasında İstanbul’daki savcıların gözaltına alınmasından sonra Beşir Atalay’ın yaptığı açıklama... Oysa yargı mensupları hakkında soruşturma açılabilmesi belli prosedürlere tabi. Bir milletvekili ya da bakan hakkında doğrudan doğruya polis soruşturmaya geçebilir mi? Aynı teminat yargı mensupları için de geçerli.
- “Bir milletvekili ya da bakan hakkında doğrudan doğruya polis soruşturmaya geçebilir mi” sözlerinize karşılık 17-25 Aralık 2013’te bunun yapılabildiğini gördük. Eleştiriniz kapsamındaki 17-25 Aralık soruşturmalarının usulünü geçip hâkim ve savcıların yargılanmalarıyla sınırlamanız “Yargı mensupları dokunulmaz” algısı da yaratan tek yanlı bir bakış açısı değil mi?
Şunu hemen belirtiyorum; yargı mensupları dokunulmaz değildir, ancak yargı mensuplarının soruşturulması için yetkili makamların talimatı ve izni gerekli. Örneğin, Yargıtay mensubu için Yargıtay’ın yetkili 1. Başkanlık Kurulu’nun izni gerekir. Savcı için HSYK izni gerekir. Öyle bir izin olmadan siyasi kimlik taşıyan bir isim, yargı mensuplarına polis operasyonu yapılabileceği deklarasyonu yapma cesareti bulmaktadır. Bu hâkimlik teminatıyla bağdaşmaz.
Yargısal hiçbir görevi olmayan Adalet Bakanlığı veya HSYK görevlileri mahkemeleri yargısal görevlerine ilişkin olarak yönlendirebilecek telkin ve tavsiyelerde bulunabilmekte, aksi hareketin yargı görevlilerin aleyhine sonuçlar doğuracağına dair gözdağı verebilmekte. Görev ve yer değişikliği müeyyideleri rahatlıkla uygulanabilmekte. Hatırlarsanız, Ceza Kanunu’nda değişiklik yapılarak soruşturma aşaması adil yargılamayı etkileme suçundan çıkarıldı. (Aralık, 2014)
- Balyoz soruşturması devam ederken nöbetçi hâkim olarak sanıklar hakkında tahliye kararı veren Oktay Kuban hakkında dönemin Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün “Çetenin hâkimleri de varmış” derken Gülen cemaatine karşı dava henüz açılmadan ve açıldıktan sonra başta Erdoğan olmak üzere AKP katından pek çok isim “paralel yapı”, “Haşhaşi”, “çete” ifadelerini kullandı.
Daha somutu, eldeki soruşturmalarla ilgili olarak bakanlar ve bakanlık çalışanları dosyalarla ilgili olarak talimat verebilmektedir. Bu kamuoyuna açıklandığında eskiden suçtu ama şimdi suç olmaktan çıkarıldı.
- Bugün bu açıklama ve müdahalelerin herhangi bir cezası yok mu?
Yok. Ama bu açıkça yargıya müdahaledir.
- Bahsettiğiniz bakanlıktan talimatlar hangi aşamada, nasıl devreye giriyor?
Bir savcının elinde soruşturma evrakı varken, soruşturmanın şu veya bu şekilde sonuçlandırılması için telkin ve tavsiyelerde bulunabiliyorlar.
- Savcıya örneğin telefon mu geliyor?
Evet.
- Tapelere de yansıyan yargıya müdahaleler var. Ancak bu müdahalelere sizin tanıklığınızı merak ediyoruz.
Ben bu konulara girmem, isim vermem, somut değil genel konuşurum. Bunlar Türkiye’nin gerçeği.
- “Korktuğu ve beklentisi olduğu için doğru olduğunu bildiği kararı veremeyenler hemen cübbelerini çıkarıp görevlerini bırakmalı.” Bu sözleri söyleyen sizi somut konuşmaktan alıkoyan ne?
Bizim bu konuda yapacağımız konuşmalar polemiğe neden olabilir. Polemik ise yargı mensuplarını yıpratır ama muhatabını güçlü hâle getirir. Bu kapıyı ben açmam.
- “Yargı mensuplarına zarar gelir” endişesiyle iyileşmeye neden olacak eleştirilerin önünü de kapatmış olmuyor musunuz?
Bu eleştirileri yapıyorum, anlayan anlar, yerini bulur.
- “Anlayan anlar”sa adli yıl açılış törenlerinde dile getirdiğiniz eleştiriler bir şeyleri değiştirdiği için mi yeniden bu konuları konuşuyoruz?
Ben çalıştığım kurumla ilgili somut örnekler de vermek isterim. 39 küsur yıllık meslek hayatımın 18 yıllık bölümü Yargıtay’da geçti. Bir yargıç olarak bağımsız yargıya müdahalenin, yüksek mahkemeye müdahale şeklinde benim görev yaptığım dönemde de tecelli ettiğini görmekten büyük üzüntü duydum. Buna karşın gerek kişisel, gerek kurumsal olarak bir mücadele verdik. Ama sonuç alamadık. Bugün ortaya bu tablo çıktı. Bunun üzüntüsü içindeyim.
- Görev sürecinizde verdiğinizi söylediğiniz mücadeleler neler?
Yargıtay Kanunu gereğince adli yıl açılışı Yargıtay tarafından düzenlenen törenle yapılır. Ve bu açılışta Yargıtay Başkanı bir açılış konuşması yapar. Bu konuşmanın içeriği Yargıtay Başkanı’nın inisiyatifinde değildir. Başkanlar Kurulu, başkanın yapacağı konuşmanın içeriğini, gündemini ana hatlarıyla tespit eder. Ben de buna göre içini doldururum. 1943’ten beri yapılan etkinliklerde bu böyledir.
- 2013’te Gezi eylemleri ardından yaptığınız “ifade özgürlüğü”, 17-25 Aralık operasyonlarından sonraya denk gelen 2014’te “yargıya yürütme müdahalesi” temalı konuşmalar Yargıtay’ın tavrı olarak mı görülmeli?
Evet. Sadece başkanın değil, törenin gündemini de belirler Başkanlık Kurulu. Adli yıl açılış törenlerinde yargının ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilen ve yaklaşık 70 bin civarında üyesi olan Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı da bir konuşma yapar. İfade özgürlüğü dahilinde, ne Yargıtay yönetimi, ne başka bir kurum müdahale eder bu konuşmanın içeriğine. (2013’te TBB Başkanı Metin Feyzioğlu Danıştay’da konuşurken dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın töreni terk etmesiyle başlayan) Krizin ardından yürütmenin temsilcileri Feyzioğlu’nun konuşmamasını istedi. Bu talep Yargıtay Başkanlar Kurulu’nda görüşüldü ve yargı dışından gelen talep ile yargısal yetkinlikte kimin, ne hakkında konuşacağının belirlenmesinin yargı bağımsızlığına müdahale olacağı gibi, ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı bir sonuç doğuracağı için kabul görmedi. Bu karar ardından TTB Başkanı konuşmasını yaptı ama her zaman yasama ve yürütmenin en yüksek temsilcilerinin katıldığı bu toplantıya bu kez maalesef hiç kimse katılmadı. Diğer kamu görevlilerinden de katılım yok denecek kadar azdı. Daha da ileriye gidildi, bu törene ilişkin yasal düzenleme iptal edildi. Yasa çıkarmak usulüyle de olsa bu yargıya müdahalenin somut örneğidir.
Başka bir müdahaleyi de bizzat yaşadım. Yargıtay Daire Başkanlığı, Başsavcılığı ve 1. Başkanlığı gibi görevlere gelmek 2010’dan önce belli sürelere tabi idi. Ancak 2010’dan sonra yapılan değişiklikle, makul gerekçeleri açıklanmadan iki defa değiştirildi. Bu değişikliğin amacını ben iyi niyetle bağdaştırmakta zorluk çekiyorum.
- Sizce amaç neydi?
Yüksek yargıyı dizayn etmek.
- Her iktidar yargıyı dizayn etmek ister ancak sizin bu dönem yapılan dizaynın arkasında gördüğünüz motivasyon ne?
Tabii kendi siyasi düşüncesi doğrultusunda yargıyı yeniden yapılandırma arzusu var. Ancak bu dahi yetmedi, basından okuduğum kadarıyla Yargıtay Büyük Genel Kurulu seçimlerinde kimin daire başkanı olacağı tespit edilirken Büyük Genel Kurul devre dışı bırakılarak, hangi daireye başkan seçilecek ise o dairenin üyeleri ve Yargıtay Başkanı’nın katılımıyla seçim yapılacağı çalışmalarını duyuyoruz. Yani 12 kişi seçecek daire başkanını. Bu seçim değil, atamaya eş değer bir tasarruf olacaktır.
- 17-25 Aralık sürecinde, Erdoğan ile dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin arasındaki konuşmaya ilişkin olduğu ileri sürülen bir tapede, Danıştay Başkanlığı’na Zerrin Güngör’ün gelmesi için adaylardan Nevzat Özgür’ün geri çekilmesi istenirken Ergin bu talebe karşılık olarak “Nevzat hükümete ilişkin imtiyaz sözleşmelerine bakan dairede olmalı” diyor. Bunlardan “Yeni düzenlemelere ihtiyaç yok. Halihazırda yürütme, yargıya hakim” resmi çıkmıyor mu?
Parçaları birleştirdiğinde bu tablo ortaya çıkıyor. Bunu izan sahibi herkes yapabilir. Yargıtay yönetimindeki, bakan müsteşarı niteliğindeki Genel Sekreter’i, Genel Sekreter yardımcılarını ve 1. Başkanlık’ta görevli tetkik hâkimlerini seçmek 1. Daire Başkanı’nın inisiyatifindedir, buna kimse müdahale edemez. Ne var ki bana Genel Sekreter ve yardımcılarının değiştirilmesi talebi geldi. Ben bunun değiştirilmesinin mümkün olmayacağını “Benim sorumluluğumda, çalıştığım kişileri benim seçmem gerekir” diyerek karşı koydum.
- Talep nereden geldi?
Ben bunun yargı bağımsızlığıyla bağdaşmadığını söyledim. Ama direnişim sonuç verdi mi? Vermedi. Çünkü bir yasal düzenleme yapıldı ve Genel Sekreter olabilmek için Yargıtay’da 5 yıl görev yapma koşulu getirildi. Ben de bu kıdemde bir arkadaşımı göreve aldım.
- Yargıtay’da kaç kişi bu niteliğe sahip?
Sınırlı sayıda.
- Yürütmenin istediği gerçekleşmiş mi oldu?
Hayır. Ben onların istediklerini yapmam. Onun yerine başka bir arkadaşımı Genel Sekreter yaptım.
- Sizce kıdem koşulu size özel mi çıkarıldı?
Bu yasanın özel bir amacı vardı; mevcut yönetimi tasfiye etmek. Yargıtay Genel Sekreter yardımcıları için birinci sınıfa ayrılmak koşulu da getirildi ama görevde olanlar bu niteliği taşıdıkları için onları tekrar atadım. O zaman maksat hasıl olmadı, ancak başka bir formül geliştirildi; Yargıtay’da görev yapan hâkim ve savcıların başka bir göreve atanabilmesi için Yargıtay yönetiminin buna muvafakat etmesi şartını kaldırdılar. Genel Sekreter yardımcılarını da değiştirdiler ve onları Yargıtay dışında başka görevlere atadılar.
- Bu koltukları ele geçiren bir iktidar tam olarak neler yapabilir?
Yargıtay’daki yönetim bu konuda hassasiyet göstermezse büyük zaaflar doğabilir.
- Bu durum örneğin Erdoğan ve Sadullah Ergin’e atfedilen ve Aydın Doğan-SPK davası için “Yargıtay’ı takibe al” talimatını da içeren tapeyi gereksiz kılıyor, Yargıtay’da yürütmeye rağmen karar çıkmasını imkansız mı kılıyor?
Yargıtay yönetiminin yargısal bir görevi yok, idari görevi var. Yargıtay 1. Başkanı’nın bu tür oylamalarda toplantıya başkanlık etme, oy kullanma hakkı var. Ama teamüllerde böyle bir uygulama yok.
- Teamüller bozulmadıkça bu görevdekiler sadece bir hava mı estirebilirler?
Evet. Yargısal bir görevi olmadığı için çok önemli görülmemesi lazım. Ama bağımsız yargıya müdahalenin örneklerinden biridir.
- Ceza kurullarında kararlara müdahale edildiğine ilişkin tanıklıklarınız oldu mu?
Hayır. Zaten böyle bir müdahale girişiminde zamanında haberimiz olsa bizim şu veya bu şekilde önlemek için müdahale etmemiz, hatta soruşturma yapmamız gerekirdi. Alınan kararlar arkadaşlarımızın hukuki düşünceleri üzerine alınmış kararlardır.
- Sözlerinize rağmen “Yargıtay’ı takibe al”, “Nevzat imtiyaz sözleşmeleri dairesinde kalmalı” gibi ifadeler var.
Bunlar olmaması gereken ifadeler.
- Siz kayıtları dinlediğinizde şaşırdınız mı?
Konuşmanın başında yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatının özümsenmediğini söyledim. Bu konuşmalar kabul edilebilir nitelikte değil. Ama fazla yankı bulmuyor.
- Tapelerde yargıya dair çıkanların listesi şöyle: Erdoğan’ın Danıştay Başkanı’nın Zerrin Güngör olması yönündeki müdahalesi, SPK-Aydın Doğan davasında “Yargıtay’ı takibe alın” sözleri ve Ergin’in “Genel Kurul Başkanı ile görüşürüz, gerekli hassasiyetleri sağlarız” cevabı, Erdoğan’ın “O savcının dosyadan çekilmesi kabul edilmesin” çıkışı, Bilal Erdoğan’ın babasına “Tayinle olmaz, cemaatin babaları alınmalı” demesi. Siz bu kayıtları dinlediğinizde ne düşündünüz?
Bunlar talihsiz gelişmeler. Üzüldük. Ama bunun doğal sonucu olarak şunu kabul ettik; “Yargıya müdahale girişimleri var, olmasaydı iyi olurdu.” Ben bunlar ortaya çıktıktan sonra haberdar oldum, öncesinde bilmiyordum.
- Ses kayıtları gerçek mi değil mi diye bir soru işaretiniz yok, doğru mu?
Bakan ile Başbakan arasındaki görüşmeyi, kabul etti.
- “Yargıtay’ı takibe alın” tapesi çıktıktan sonra Yargıtay’da bir soruşturma başlatıldı mı?
Hayır, bununla ilgili resmi bir soruşturma yapılmadı. Zaten o aşamada dava sonuçlanmıştı.
- Hukuki yaklaşımınızı merak ediyoruz; yasal veya yasa dışı dinleme, hukuki olarak sizce kayıtlar ve içerisindeki iddialar göz ardı edilebilir mi? 17-25 Aralık dosyalarının iddianame bile hazırlanmadan kapatılması sizin vicdanınızı rahatsız etti mi?
(Ali Alkan ellerini iki yana açarak susmayı tercih etiğini söylüyor.)
- Yargı mensuplarına yaptığınız “susmama” çağrısının altını kendiniz de mi doldurmuyorsunuz?
Dolduruyorum.
- Hukuki olarak kayıtlardan çıkan bilgilerin göz ardı edilip edilemeyeceğini ve dosyanın kapanmış olmasının vicdanınızdaki yansımasını soruyoruz, ancak yanıtlamıyorsunuz.
(Alkan susmayı tercih ediyor.)
- Sizce müdahalelere karşı Yargıtay nasıl bir sınav verdi?
Dik durdu. Fakat maalesef başarılı olamadı. Biz gerekli refleksleri gösterdik ama sonuç doğurmadı.
- Yargıtay belli tanıkların dinlenmediği, delillerin değerlendirilmesi aşamasının atlandığı Balyoz davasını onadı, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ “terör örgütü yöneticisi” olmakla suçlandı, gazeteci Ahmet Şık tutuklanırken Başbakan Erdoğan “Bazı kitaplar bombadan tesirlidir” dedi, Erdoğan’ın “Yargıtay’ı takibe al” - Adalet Bakanı’nın “O hâkim Alevi” sözleri tapelerde ortaya çıktı, 17-15 Aralık dosyaları savcılarca kapatıldı, bazı hâkim ve savcılar tutuklandı. Aralarında sizin başkanlığınız döneminde yaşanan bazı olayları da barındıran bu listeye rağmen, adli yıl açılış törenlerindeki iyi niyetli ancak soyut açıklamalar dışında bir ses çıkmadı. Okuyucular soracaktır: “Yargıtay nerede dik durdu?”
Biz konuşmayı sevmiyoruz, polemiklerden uzak durmak istiyoruz, dedik. 2014 Adli Yıl Açılış Töreni’ndeki konuşmada hâkim ve savcıların kişilik, kimlik, mezheplerine göre sınıflandırılmasının kabul edilemez olduğunu kamuoyu önünde deklare ettik. İkincisi, anayasamızın 138. maddesi gereğince derdest davalarla ilgili olarak bir değerlendirme yapmak yasaklanmıştır. Buna en çok riayet etmesi gereken hukukçulardır. Biz o nedenle suskun kaldık. Bizim fikrimizin olmadığı anlamını çıkarmamanız gerekiyor.
- Sizce 17-25 Aralık dosyasının kapatılmasına “hukuki sürece saygı” denilerek sessizlikle onay mı verilmeli, yoksa eski Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk’un dediği gibi “Savcının görevi iddianame hazırlamaktır, takdir hâkimindir” deyip hukuki süreçlerin gereklilikleri mi hatırlatılmalı?
Bu Sami Selçuk’un görüşü, kararsa yargı mensubunun takdiridir. Ben 17-25 Aralık sürecini basından okuyorum. Belli kesim belli şekilde, diğerleri aksi şekilde aktarılıyor.
- Sizce iddianame oluşturulması gerekmez miydi?
Kendi takdirleridir. Ben bu konuda bir şey demem.
- Türk Tabipleri Birliği Başkanı ile bir söyleşide, hastanın ölümüne neden olacak hatalı bir müdahaleyle ilgili olarak “Doktorun takdiridir” dese ne düşünürdünüz?
Doktorun yazdığı bir reçete hakkında doğru veya yanlıştır diyebilir miyim?
- Tabii ki, aksi halde Sağlık Şurası neyin değerlendirmesini yapıyor?
İddianame olsa da, olmasa da bunun değerlendirmesiyle ilgili yasa yollar açıktır. Bunun tekâmül edilmesi gerekir.
- Sizce bu yollar açık mı?
Herhalde açıktır.
- “Yargıtay hep dik durdu”, “Hâkim ve savcılar görevlerine müdahale ettirmesin” diyen sizin, şu an gerçek düşünceleriniz yerine “Ben şimdi o konuya girmeyim” diyerek flu bir alanda kalmayı tercih ettiğinize mi tanık oluyoruz?
Ben somut örnekler üzerinde konuşmak istemiyorum çünkü sıkıntı, polemik yaratır.
- Balyoz davasında dönemin en üst düzey komutanları Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman’ın dinlenmemesine, delillerin değerlendirilmesi aşamasının atlanmasına, darbeye teşebbüs suçlarını düzenleyen 312. ve 314. madde arasındaki karmaşaya rağmen Yargıtay’ın kararı onamasını siz nasıl değerlendiriyorsunuz? HSYK 1. Daire Başkanı Okur’un “Anayasa Mahkemesi’nin verdiği ihlal kararını Yargıtay verse yargı ayaklar altına düşmezdi” açıklaması eşliğinde yanıtlar mısınız?
İlgili 9. Ceza Dairesi’ndeki arkadaşlarımız yıllardır o dairede terörle ilgili devlete karşı işlenen suçlara bakmakta. Bu arkadaşlarımız uzman arkadaşlarımızdır. Anayasamızın 138. maddesi nedeniyle, hâlâ devam eden Balyoz davası hakkında bu konularda görüş bildirmeyi doğru bulmuyorum.
- AYM’nin ve geçtiğimiz yıllarda başında olduğunuz kurumun çelişen kararlarını bir yüksek yargıç olarak değerlendiremez misiniz?
İki yüksek mahkeme arasındaki çelişik kararlar olması şık değildi. Gönül isterdi ki olmasaydı. Ama bu arkadaşlarımızın takdiridir. Ben Yargıtay’ın veya AYM’nin kararı isabetlidir diye bir yorum yapmam. Çünkü derdest bir dava ve yeniden değerlendirilecek.
- Siz bu iki farklı kararda hangi kurumu daha güvenilir buluyorsunuz?
Yasal prosedür gereği AYM kararı daha bağlayıcı. Bu özellik nedeniyle yerel mahkeme buna itibar etti.
- Sizce Yargıtay’ın itibarı bu kararla zedelendi mi?
Olaya o açıdan bakmamak lazım. İlk derece mahkemesinin kararı Yargıtay tarafından bozulduğunda, ilk mahkemenin itibarı zedelendi diyebilir miyiz?
- Yüksek mahkeme, yani temyiz makamı ile ilk derece mahkemeleri arasında bir fark var.
AYM’nin, anayasanın verdiği yetkiyi kullanması Yargıtay’ın üstünde bir makam olduğunu göstermez.
- Ancak dediğiniz gibi AYM’nin bağlayıcılığı var ve bu bağlayıcılıkla Yargıtay tekzip edilmedi mi?
Bu bizi hangi mahkeme üstün tartışmasına sokar.
- Sorguladığımız hukukun kurallarına riayet edilip edilmediği. AYM’ye bireysel başvuru hakkından önce ulusal yargıda en üst merci olarak görülen Yargıtay’ın kararı “Yargıya neden güven yok” sorusuna bir cevap daha teşkil etmedi mi?
Bu davanın AYM’den sonra AİHM’e gittiğini varsayalım, oradan başka bir karar çıktığında o zaman ne diyeceğiz?
- Yüksek mahkemelerin Balyoz kararları arasındaki, basit bir fikir farkından ziyade yüzlerce kişinin beraatı ve mahkûmiyeti arasındaki büyük bir fark değil mi?
Delillerin takdirine ilişkin bir fikir ayrılığıdır. Balyoz’da Yargıtay tarafınca bunların sonucu değiştirmeyeceği ifade edildi ve karar verildi.
- Yüzlerce mahkûmiyet ve hak ihlali arasındaki makas mesafesini böyle mi değerlendiriyorsunuz?
Sonuç itibariyle delillerin takdirinde yorum farkıdır.
- Ceza Muhakemeleri Kanunu’nda ceza yargılamasının önemli bir aşaması olarak yer alan ‘delillerin değerlendirilmesi’ aşamasının atlanması sizce sadece yorum farkı mı?
Balyoz’daki karar verilirken sadece dijital veriler değil, diğer yan delillerin desteğiyle sonuca varıldı. Arkadaşlar bunları birlikte değerlendirdiklerinde suçu sabit gördüler. Buna müdahale edemezsin. Başka bir heyet de başka türlü değerlendirebilir.
- Yargıtay’a ilişkin soru işaretlerine dair yakın geçmişten başka bir örnek: Yargıtay eski başkanlarından Eraslan Özkaya’nın Alaattin Çakıcı’nın adamlarına yazlığını yaptırdığı, hakkındaki davanın takip edildiğine ilişkin bilgiler, hatta itiraflar yer aldı; ancak Özkaya yargılanmadı. Siz “Yargıtay, başkanını yargıdan kaçırdı” algısına ne derece katılırsınız?
O zaman idari bir görevim yoktu. Yargıtay Başkanı’nın yargılanmasına karar vermek 13 kişiden oluşan Başkanlık Kurulu’nun yetkisinde. Böyle bir ihbar geldiğinde Başkanlık Kurulu, önce bir soruşturma açılıp açılmamasına karar verir. Açılmasına karar verirse bir muhakkik (soruşturmacı) tayin eder. Bu muhakkik yaptığı inceleme sonucunda topladığı delillerle başkanın, yargılanması yönünde güçlü deliller var ise Başkanlık Kurulu bu konuda “Yargılansın” der, yeterli delil görmezse “Yargılanmasın” der.
- Sizce süreç yargılanma gerektirmiyor muydu; ortaya çıkan “Yargıtay, başkanını yargıdan kaçırdı” algısı sizce ne kadar doğru?
O zaman toplanan deliller gizli olduğu için bilmiyoruz. Arkadaşlarımız demek ki yeterli görmedi ve yargılanmasını gerekli bulmadılar.
- Sizce bu korumacı, hatta ört bas edici olarak da yorumlanabilir bir karar değil mi?
Yargıtay gerektiğinde yargılama kararı da verebilir. Bundan bir süre önce bir daire başkanımızın (Hasan Erdoğan) Yüce Divan’da yargılanması kararı alındı. Korumacı olsa bu karar verilmezdi.
- Bir HSYK portresi: Balyoz ve Ergenekon gibi davalarda yargı mensupları hakkındaki şikayetleri işleme koyamayan HSYK, Hidayet Karaca ve polisler hakkında tahliye kararı veren hâkimler için yapılan toplantıya dair Erdoğan’ın yaptığı “Gecikti” açıklaması ardından gecikme için özür diledi. Sizce HSYK süreçte nasıl sınav verdi?
Bunlar talihsiz gelişmeler, hiçbirinin olmasını istemezdik. Yargı bağımsızlığı büyük yara almıştır tespitimi doğrulayan uygulamalardır. HSYK Genel Sekreteri hâkimlerin yargısal görevlerine ilişkin olarak onlara yönlendirici açıklamalarda bulunabiliyor. Bunun kabul edilebilir bir yanı yok. Olağanüstü bir dönem gibi.
- HSYK Genel Sekreteri Bilgin Başaran’ın “Paralel mücadele sürecek, paralel yapı soruşturmalarındaki yargı mensuplarının arkasındayız” açıklamasını mı kast ediyorsunuz yoksa bilmediğimiz başka müdahaleler de var mı?
Basına yansıyan ilgili ifadeden bahsediyorum. Şu an konuşmanın detaylarını hatırlamasam da bütünlüğünde yönlendirici üslup olduğunu düşünüyorum.
- Sizce bu dönem yargıya müdahale edenler, yakın gelecekte hukuki bir hesap verecek mi?
Bazı yargı çalışanları yargısal görevleri nedeniyle yargılanıyorlar. Kısa bir süre önce Avrupa Yargıçlar Birliği, yaptığı açıklamada bunun kabul edilemez olduğunu söyledi. Verdiği kararlardan dolayı yargı mensuplarının yargılanması çok vahim.
- 17-25 Aralık soruşturmalarını yürüten yargı mensuplarından Celal Kara, Muammer Akkaş ve Süleyman Karaçöl’ün durumlarının Yargıtay’da görülmesini nasıl karşılıyorsunuz?
Yargı mensuplarının yargısal görevleri nedeniyle yargılanmalarını doğru bulmuyorum.
- Ancak başta işaret ettiğiniz usullere uygun olarak Yargıtay’da yargılanacaklar.
Yargılanma yeri ilk derece mahkemesi, Yargıtay, AYM olur. Önemli olan yargısal görev nedeniyle yargı mensubunun yargılanmasıdır. Ben bunu doğru bulmuyorum.
- Sizce genel olarak hâkim ve savcılar müdahalelere ne kadar direnebildi?
Aslında onlarda direnme iradesi var ama bunu somutlaştıramadık. Çünkü uygulamada savcı hâkimin kararını, kolluk savcının kararını infaz etmedi. Bundan sonra yargı çalışanından ne beklersiniz?
- “Allah beni bu yargıya düşürmesin” diyenlerden misiniz?
Konu yargıya güvene geldi. Bugün ne derseniz deyin, kamuoyu araştırmalarına göre yargıya güven zaafı var. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Benim kişisel olarak yargıya güven duyup duymamam neticeyi etkilemez. Önemli olan toplumun ne düşündüğü. Ben de o toplumun içinde yaşayan bir kişiyim. Yalnız yargıya güven tartışması yapılırken Balyoz, Ergenekon, Şike gibi politik ve siyasi yönü olan kritik davalar üzerinden sonuca gidiliyor. Ama sadece Yargıtay’a bir yılda gelen dosya sayısı bir milyon. Bu dosyalar içinde kamuoyu önündeki davaların yeri, bir çuval pirincin içinde taş kadar azdır. Diğer davalara ilişkin algı nasıl değişti? Burada nasıl gelişmeler oldu? Hiç. Ama Balyoz’da 3 sene önce nasıl bir hava esiyordu, şimdi nasıl bir hava var? Bu değişim vatandaşın güven duygusunu haklı olarak zedeliyor.
- “Vicdanımızla cüzdanımız arasında kaldık.” Eski Yargıtay Başkanı Mehmet Uygun’un bu cümleyi kurduğu 1998-99 Adli Yıl Açılış Töreni’nden bugüne sizce cümlenin yapısında değişen bir durum var mı?
Ben Mehmet Uygun’un sözlerinin yanlış anlaşıldığını düşünüyorum. Eski başkanlarımızdan Uygun, bu sözü yargı mensuplarının özlük haklarına ilişkin olarak söylemişti. Yargıtay Başkanı’yken bir adli yıl açılış töreni öncesinde benim de konuşmamda bu konuya yer vermem talep edildi. Ancak ben şerh düştüm. Çünkü hâkim ve savcıların özlük hakları, pek çok memuriyetten çok daha iyi durumda. Daha kritik konular varken adli yıl konuşmasında bunu dile getirmeyi uygun görmedim. Evet, özlük haklarımız olması gereken düzeyde değil. Ancak teşbihte hata olmaz, dilenci durumuna düşürecek kadar değil. Bununla tatmin olmayan var ise başka mesleğe geçebilir.
- Bir parantez: Tahsin Şahinkaya’nın vefatı nedeniyle geçen hafta düşen 12 Eylül davası sizce iktidar tarafından, iktidar için araçsallaştırıldı mı?
12 Eylül davasının somut sonuç getirmeyeceği başından beri belliydi.
- Neden?
Sanıkların durumu, yaşları ve muhtemel yargılama süreci itibariyle olacaklar belliydi.
- 12 Eylül’de geçerli kanunlarla bugün geçerli olanlar arasındaki fark da buna dahil mi?
Evet, zorlamaydı.
- Yargıtay Başkanlık Kurulu, 2013’te konuşması Erdoğan’la krize yol açan Türkiye Barolar Birliği Başkanı Feyzioğlu’nun 2014’te de konuşmasına karar verdi. Ve Erdoğan, karar ardından “Hukuk sistemi bir avuç Haşhaşi’nin şantajına bırakılamaz” dedi.
Maalesef.
- Bu ağır konuşmaya rağmen bir açıklama yapmadınız, neden?
Yapmadım çünkü o dönemde sayın Tayyip Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti’ni en yüksek düzeyde temsil eden Cumhurbaşkanı sıfatını almıştı. Böyle bir makamdan, bu sözün çıkmasını talihsiz olarak kabul ettim. Buna cevap verilmesinin devleti yıpratacak sonuçları olacağını düşündüm. Bir kısım arkadaşlarım kurumsal olarak buna cevap verilmesi için teklif getirdiler. Ama ben inisiyatifimi kullanarak “Bu konuyu kapatmak istiyorum çünkü burada devlet kurumlarının saygınlığı var” dedim.
- Cevap verilmesini isteyenler ve istemeyenler kaça kaçtı?
Gizli olduğu için detaylara giremem.
- Sizin Gülen cemaatine yakınlığınız sadece Cumhurbaşkanı tarafından değil, Adalet Bakanlığı katından da geldi. Planlanan Yargıtay ve HSYK kanunlarına karşı açıklamanız ardından “Yargıtay Başkanı bu kişisel açıklamalarıyla doğrudan veya dolaylı olarak belli çevrelere destek vermiştir” denildi. O zaman neden konuşmadınız?
Benim yapacağım açıklamalar günübirlik konuşmalar değildir. Ne gibi sonuçlar doğuracağını düşünmem lazım. Her yapılan açıklamaya cevap verirsem her gün gündemden düşmezdim. Buna vakit de yoktur.
- “Vakit de yok” demenize rağmen tavrınıza bir eleştiri HSYK 1. Daire Başkanı’yken İbrahim Okur’dan geldi. Cumhuriyet’in o dönem Ankara Temsilcisi olan Utku Çakırözer’e mealen “Yargıtay’daki belli daireler üzerinde belli bir grubun egemen olduğu kanısı var. Ve Yargıtay bu kanıyı dağıtmalıydı ve dağıtmadı” dedi.
Bunlar sonuç doğurmayacak, polemiğin kapısını açacak yararsız açıklamalar. Biz konuşmayı sevmiyorduk, bunu her zaman söyledim. Bu nedenle muhatap almak istemedik.
- Yargıtay Başkanlığı’na seçiminize “Kemalettin Yüksel’e karşı cemaatin oylarıyla kazandı” başlıkları da eşlik ettiği için soracağız: Gülen cemaati mensubu musunuz?
Ben dini hassasiyetleri olan birisiyim, dinimin gereğini yerine getirmeye çalışıyorum. Milli ve manevi değerlere saygım vardır, benim bu özelliğim itibariyle beni nereye koyarsanız koyun.
- Dolayısıyla reddetmiyor musunuz?
Cevabım budur. Kim nereye koyarsa koysun.
- “Ben cemaat mensubuyum” diyen birine de tanık olmadığımız için soracağız; “Cemaat mensubu olsam kime ne” der misiniz?
Hayır, ben şunu diyorum: Benim bir çizgim var, bu da manevi değerlere saygıdır. İnancımın gereği ibadetlerimi mümkün olduğunda yerine getirmişimdir. Bunu hiçbir zaman değiştirmedim. İnancımın gereklerini de yapmaya çalıştım. İnancımı saklayacak birisi değilim. Ama bir yargı mensubuna da aidiyetinin sorulmasını doğru bulmam.
- Sizce “cemaatten olduğunuz” söylentilerinin kaynağı ne?
Hazal Hanım, ben Yargıtay’da 18 yıldır çalışıyorum. Katılmasam da “2010’dan önce belli bir grup hakimdi” diyenler vardı, o dönemde Yargıtay 13. Daire Başkanı oldum. Eğer böyle bir durum söz konusu olsaydı, herhangi bir düşüncenin esiri olsaydım Yargıtay Genel Kurulu’nun seçimiyle bu göreve gelebilir miydim? Demek ki bunlar havada kalan iddialar.
- 2002’den itibaren cemaate yakın isimlerin Yargıtay’a alınmaya başladığına ve bazı kesimlerin dışlandığına dair de iddialar var. Siz yargı içinde cemaatin varlığının, kadrolaşma iddialarının da balon olduğunu mu savunuyorsunuz?
Nerede cemaat yapılanması varsa somut delillerini getirsinler. Ama ben şunu söyleyeyim, manevi değerlerime bağlıyım ve bunun gereklerini yerine getirmeye çalışan biriyim. İnançlı olduğum için beni hiçbir yere yakıştırmasınlar.
- HSYK seçimlerinde 5500’ye yakın blok oy kullanılması sizce yargı içinde cemaatin hacmine bir işaret değil mi?
Blok oy kullanıldığını nasıl tespit ettiniz?
- Hükümet ve cemaatin adayları, iki grubun yayınları tarafından desteklenmiş ve çıkan oylar gruplara verilen desteği göstermişti.
Blok oy kullanıldığına dair ben delil görmüyorum. Bu seçimde Yargıda Birlik Platformu’nun adayları kazanmıştır. Demokratik bir seçim olmamıştır.
- Neden?
Çünkü seçim sürecinde “Yargıda Birlik Platformu’nun adayları kazanırsa özlük haklarıyla ilgili iyileştirmeler yapılacaktır” gibi söylemler kullanıldı.
- Kim kullandı bu söylemleri?
Yapılan açıklamalardan anlaşılan, disiplin cezalarının affedileceği gibi argümanlar kullanıldı.
- HSYK seçimini geçerli görmüyor musunuz?
Etik olmayan bir yöntem kullanıldı; sadece bu söylediklerimle yetinmek istiyorum.
- Eski Adalet bakanlarından Mehmet Ali Şahin, “Yargıtay’da cemaat imamı” olduğu ve bir davaya ilişkin Fethullah Gülen’e bilgilendirme yaptığını söyledi. Yargıtay 1. Başkanlık Kurulu işlem yapılmasına gerek olmadığı kararı aldı. İtiraflara rağmen eski Yargıtay Başkanı Özkaya’yı yargılamayan bir Yargıtay Başkanlık Kurulu örneği olduğu için de soracağız; sizce başka bir kurul olsa “Yargıtay imamı” iddiası hakkında işlem yapılabilir miydi?
Hayır, başka bir karar çıkacağını tahmin etmiyorum. Her şey hukuk kriterleri içerisinde yapıldı. Yasa tarafından “gizli” kabul edildiği için detaylarına girmem mümkün değil ancak ilgili merciler, bu gizliliğin kalkması için isterlerse gizliliği kaldırabilirler ve her şey deşifre olur. İçeriği açıklanırsa kamuoyu önünde açıklama yapanlar mahcup olurlar.
- “Yargıtay imamı” iddiası ve HSYK seçiminin yanı sıra 17-25 Aralık operasyonunun dershane tartışmasından sonra çıkması, 25 Aralık rüşvet dosyasının terörle mücadelede görülmesi gibi noktalar sizde cemaate ilişkin hiç soru işareti yaratmadı mı?
Ben bu söylediklerinizle cemaat arasında bağlantı kurmama neden olacak herhangi bir delil görmüyorum.
- Cemaate ilişkin yürütülen davada da benzer bir delilsizlik olduğunu düşünüyor musunuz?
Evet.
- Yanıtınız şaşırtıcı çünkü somut, şimdiye kadar “Derdest davalar hakkında konuşmam” derken bu dava hakkında “Delil yok” diyorsunuz.
Evet.
- 2010’da Ergenekon sanıklarından Mehmet Haberal hakkında tahliye kararı veren hâkimlerin tazminat ödemesi yönündeki karar için Erdoğan, “İdeolojiktir, hukukun adeta katledilmesidir” dedi. Örnekler çoğaltılabilir ancak süreç için “Kandırıldık” ifadesinin yanı sıra “Ne istedilerse verdik” diyen Erdoğan’ın bu sözü, cemaat hakkında yürütülen terör örgütü davası kapsamında ikrar olarak görülebilir mi? Bu ifadenin delil olması veya Erdoğan’ın sanık veya tanık olarak dinlenme ihtimali sizce çok mu absürt?
Eğer böyle bir yargılama yapılırsa ona mahkeme karar verecektir. Gelişmeleri şimdiden öngörmek mümkün değil.
- Bir parantez: Parlamenter sistem için sarf edilen “Anayasayı bekleme odasına aldık” sözü sizce bir anayasa ihlali mi?
Yasalar uygulanmak için vardır. Dolayısıyla norm hiyerarşisinin en üstündeki anayasanın askıya alınması normal bir davranış değildir. Doğru olmamıştır.
- Suç teşkil eder mi?
Salt cümleyi yorumlarsanız suç gibi görünür. Ama o cümleyi konuşmanın bütünü içinde değerlendirmek lazım. O konuşmadaki amaç da bugünkü anayasanın ihtiyaçlara yanıt vermediğini ifade etmektir. Belki bir ifade zaafı olmuştur. Ama buna suç demek ifade özgürlüğünü kısıtlamak olur.
- 2014’te istifa etmeyi düşündüğünüz yazıldı. Bu doğru muydu?
HSYK ve Yargıtay kanunlarındaki değişikliklerden sonra istifa konusunda fikir jimnastiği yaptım. İstifa etsem ne gibi sonuçlar doğar, etmesem yargının selameti için neler yapabilirim diye düşündüm ve değerlendirme sonucunda olumsuz gidişin tersine döneceğine dair herhangi bir ümit görmediğimden istifa etmedim. Gidişatı olumlu yönde etkileyeceği kanaatine varsaydım düşünecektim.
- Uykusuz geceleriniz oldu mu?
Uyuduğun gece oldu mu diye sormanız lazım.
- Neden?
Ülkenin, yargının içinde bulunduğu durum nedeniyle. Şu andaki Yargıtay Başkanı’mız, aday olacağı zaman dertleşmeye geldiğinde “İsmail Bey, ben çok zor günler geçerdim ama seni daha zor günler bekliyor” dedim. Nitekim öyle de olacak. Sonuçta benimki yargı bağımsızlığının müdahalesinin gerçekleştiği bir dönemdi. Şimdi yargı bağımsızlığının fiilen ortadan kalktığı bir dönemde şu anki Yargıtay Başkanımız görev yapıyor.
Yargı bağımsızlığını, hâkimlik teminatını anayasaya ve yasalara yazmakla hukuk devleti olmuyor. Çünkü bunlar parayla alınacak şeyler değil. Zaman içerisinde bedellerinin ödenmesi lazım. Bu nedenle mağduriyetlerin yaşanması lazım. Bunlardan dersler çıkaracağız ki bağımsız yargıya, demokrasiye ve standardı yüksek kavramlara tam olarak kavuşacağız. Bu bedeli kim ödeyecek? Bugün Ahmet, yarın Veli öder. Ama yaşanan mağduriyetler bir bedeldir. Sonuçta demokrasi tüm ilkeleriyle Türkiye’de yerleşecektir.
YARIN: Yargıtay’ın Hrant Dink kararı ve Türkiye’de eşcinsel evlilik
© Tüm hakları saklıdır.