Gündem

Fehmi Koru: Bakanların bırakıp kaçmak istediği hükümet bana nedense batan geminin çalgıcılarını hatırlattı

"İngiltere’deki hükümeti kast ediyorum"

20 Ekim 2022 07:45

*Fehmi Koru

Batmakta olduğu görülen bir gemiden kaçmanın kaç tane yolu vardır?

Aslında aklımdaki soru tam bu değil. Esas sormak istediğim şu soru: Bir hükümette bakan olarak yer alıyorsunuz, ancak durumdan memnun değilsiniz. Yanlış işler yapılıyor ve siz bakan olarak duruma müdahale edemiyorsunuz. Gidişat iyi değil. Sorunla baş edemeyeceğinizi apaçık görüyorsunuz ve kaçmak istiyorsunuz. İyi de bunu nasıl başaracaksınız?

Herhalde aklımı tırmalayan bu soruyu bizim ülkemizle ve hükümetteki bakanlarla ilgili olarak sormadığımı derhal anlamışsınızdır, ama ben yine de açıkça belirteyim: Hayır, bu soru aklıma ülkemiz siyasetine ve bakanlara bakarak gelmedi.

Bizde zaten hiç kimse bakanlık koltuğunu hiçbir sebeple terk etmez.

Dün İngiltere’de ilginç bir olay yaşandı. 40 gün önce Liz Truss başbakanlığında kurulan hükümette içişleri bakanlığına getirilmiş olan Suella Braverman, bir kural ihlali yaptığını duyurarak, bakanlık görevini bıraktığını açıkladı.

Kadın bakan, bir milletvekiline, üzerinde çalıştıkları bir konudaki resmi bir belgeyi kişisel e-posta hesabını kullanarak göndermiş…

Dün yapmış bunu.

Sonra da yaptığının yanlış olduğunu hatırlamış. Resmi yazışma resmi kanaldan yapılmalıymış. O da aynı gün, hatasını itiraf ederek, görevini bırakmış…

Daha önceki hükümette de bir başka bakanlık koltuğunu işgal ediyordu bayan Braverman.

Haberi veren ajanslar, İngiltere siyasi tarihinin ikinci en kısa bakanlığı olduğunu söylüyorlar 41 günlük sürenin… [Daha kısa süreli bakanlık 1834’te gerçekleşmiş.]

Ben işte bu olaya bakarak “41 kere maşallah” diyorum.

Batmakta olan siyaset gemisinden kaçmanın 100 yolu varsa, Suella Hanım buna 101. taktikle katkıda bulunmuş oldu.

İngiltere, hep biliyoruz, ‘demokrasinin beşiği’ sayılan bir ülke.

Magna Carta adlı bir belgeyle krallığın yetkilerini sınırladıkları 1215 yılından bugüne, bütün dünyada anayasa diye bilinen türden bir yazılı metin üzerinde mutabakat sağlama yoluna gitmemiş İngilizler; başka ülkelerin ‘anayasa’ ile sağladıkları ve sözgelimi bizde her an yenileme ihtiyacı duyulan mutabakatı, yazılı olmayan genel ilkeler ile belirlemişler.

Parlamenter sistem, hukukun üstünlüğü, demokrasi ve uluslararası hukuk o genel ilkeler…

Ne zaman üzerinde düşünsem ilginç bulurum bu durumu: Anayasaları yok ama yazılı olmayan genel ilkeler ile mutabakat sağlayabiliyorlar.

İlginçlik şurada: Bizde anayasa var ama her fırsatta değiştiriliyor veya bazı maddelerine yok muamelesi yapılabiliyor.

Neyse, ben yine son olaya döneyim.

Bakan önce kural hatası yapıyor, sonra aynı gün yaptığı kural hatasını bahane edip “Hadi bana eyvallah” diyerek hükümetten ayrılıyor.

Suella Hanım’dan önce de, ülkenin hazine bakanı Kwasi Kwarten, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu (IMF) yıllık toplantıları için ABD’de bulunurken, Liz Truss tarafından görevden alınıvermişti.

Onun bakanlıktaki ömrü de sadece 38 gün sürdü.

Adamın yüzüne neşe geldi bakanlıktan alınınca…

Eskiden bizim gazeteleri okumak veya TV’de yapılan münakaşalı programları izlemek yüzüme neşe olarak yansır, gün boyu haberlerde, köşe yazılarında veya TV programlarında rastladığım kafa bulabileceğim bir-iki ayrıntıyı dostlarla gülerek paylaşırdım.

Çoktandır bizim gazeteler ile haber kanalları bana sadece hüzün veriyorlar ve bu yüzden de göz attığım gazete sayısını bayağı azalttım; TV’deki tartışma programlarını da izlemeyi bir süredir bıraktım.

İngiliz medyası benim yeni eğlence kaynağım.

Oradan her gün göz attığım gazete sayısını artırdım, BBC 1 ve ITV 1 kanallarının haber saatlerini gözlüyorum; hatta bizdeki FOX TV’nin sahibi Rupert Murdoch‘un yeni oyuncağı Talk TV’yi de ara sıra izlediğim oluyor.

Ne yalan söyleyeyim, insanın kendisinin yaşamadığı, vatandaşı olmadığı bir ülkenin siyasi hayatını izlemek, hele o ülke İngiltere gibi siyaset esnafının burnundan kıl aldırmadığı bir yer ise, gerçekten keyifli oluyor.

Boris Johnson da neşe veriyordu vermesine ama Liz Truss’ın başbakanlığı ondan devralmasıyla birlikte aldığım keyif daha da arttı.

Her gün göz attığım üç İngiliz gazetesinden biri –Guardian– ‘sol’ bilinir ve Muhafazakar Parti’ye karşı olanları yazar olarak bünyesinde barındırır. Diğer ikisi –Daily Mail ile Daily Telegraph– makul muhafazakarların okuduğu gazetelerdir.

Makul olmayan muhafazakarlar Daily Mirror okurlar, ben ona bakma ihtiyacı duymuyorum.

Son zamanlarda üç gazete arasındaki fark ortadan kalkıverdi. Mail veya Telegraph’a göz gezdirirken sanki Guardian okuyormuşum hissine kapılıyorum.

Üç gazetede de Liz Truss artık gitsin havası hakim.

Guardian’ın muhafazakar başbakanı beğenmemesi doğal da, diğerlerine ne oluyor?

Danışmanları arasında Türkiye siyasi hayatını yakından izleyen varsa, Truss’a, bizdeki durumu hatırlatıp o iki gazetenin yazarları için “Nankörler” sıfatını kullanmasını sağlayabilirler.

Bu görev İngiliz dış istihbarat örgütünün başındaki Richard Moore’a düşecek galiba.

Genç bir diplomatken bulunduğu Türkiye’ye sonradan büyükelçi olarak gelmişti Moore; Beşiktaş sevdası bile vardı.

Moore her sabah başbakana istihbarat brifingi veriyor; bizim medyayla kendilerinin medyası arasındaki sadakat farkını aktarabilir gibime geliyor.

Hani, ‘sansür yasası’ çıkartılırken “Bu yasanın benzerleri başka ülkelerde de var” iddiasını seslendirenler çıkmıştı ya, İngiltere’de gerçekleri siyasilerin keyfine göre eğip büken bir devlet aygıtı var mıdır merakına düştüm.

Yokmuş.

Sorduğum biri, George Orwell’in ‘1984’ romanını hatırlattı ve “Orwell’i hatırlayıp utanırlar” dedi.

Evet, onların böyle bir sıkıntıları var. Savaş hazırlığı yapılan bakanlığın adının ‘barış bakanlığı’, kıtlık dönemi olduğu için ekmeğin karneye bağlandığı süreci yöneten bakanlığın adının ‘bolluk bakanlığı’, propaganda ve ülke tarihini ideolojiye göre yeniden yazmakla uğraşan bakanlığın adının ‘gerçek bakanlığı’ olarak geçtiği o romanı yazan Orwell ne de olsa İngiliz.

Hazine bakanı istifaya zorlandı, hiç üzülmeden ayrıldı. İçişleri bakanı “Kural hatası yaptım” deyip koltuğunu bıraktı. Medyalarının geneline bakılırsa esas başbakan yolcu.

Titanik gemisinin akıbetini bilirsiniz. 2400 yolcusundan en az 1500’nün kazada hayatını kaybettiği Titanik gemisi batarken, orkestrasının son ana kadar çalmaya devam ettiği söylenir.

Nedense gidişi yakınlaşmış hükümeti izlerken bana o bilgi doğruymuş gibi geliyor.

İngiltere’deki hükümeti kast ediyorum.

*Bu yazı fehmikoru.com adresinden aynen alınmıştır.