Fehmi Koru*
Üzerinde düşünülsün diye stratejik bir değerlendirme denemesi yaptım…
Rusya komşusu Ukrayna’yı işgale kalkıştı; ordusu kilometrelerce uzayan tanklar eşliğinde başkent Kiev’e doğru ilerliyor. Yol boyunca iki taraftan binlerce kişi hayatlarını kaybetti. Savaşın yıkıcılığı enkaza dönen kent manzaralarından fark edilebiliyor.
Konu dünya kamuoyunda savaşın sonunda hangi tarafın kazanacağı boyutuyla izleniyor.
Savaş Rusya tarafından kazanılıp Ukrayna’da Vladimir Putin’in istediği türden Moskova yanlısı bir yönetim iş başına getirilirse dünya için bunun bir anlamı olacak, yok Batılı ülkelerin yardımıyla Ukraynalılar direnişlerinde başarılı olur ve Rus askerlerini püskürtebilirlerse dünya için bu gelişme çok daha farklı bir anlam taşıyacak.
Herkes, dünyanın her tarafında, beklentilerden hangisi kendisine daha olumlu görünüyorsa, olan bitene o açıdan yaklaşıyor.
Devletlerin de yine aynı değerlendirme ışığında tavır belirledikleri çok açık.
Batı’nın amacı, Ukraynalıların cesareti üzerinden Rusya’yı orada geriletmek… Rusya ise, ‘yakın çevre’ bildiği ülkeleri, Çarlık ve Sovyetler Birliği geçmişinde olduğu gibi, Moskova’ya bakıp hizaya geçme alışkanlığına kavuşturmak için bu işgale girişti; başarısı ‘Büyük Rusya’ hayalinin gerçekleşmesinin önünün açılması olacak Moskova için…
Rusya’nın hayli zamandır şimdiki işgal girişimine hazırlandığı ve bu amaçla dişine kadar silahlandığı belli; Batı da Ukrayna’nın silah araç-gereç ihtiyacını fazlasıyla karşılamaya hazır görünüyor. İnsanların refahına sarf edilebilecek kaynaklar savaş ekonomisine gidiyor.
İki taraf da kendi silahlı güçleri yanında harekete geçirebilecekleri gayrı nizami güçleri de devreye sokuyor. Rusya düzenli ordusu ile ’Wagner’ türü paralı askerleri yanında Suriye ve Libya’da devşirdiği militanları ve kendi sınırları içinden belirlediği sadık savaşkan azınlıkları Ukrayna işgalinde kullanıyor; dünyanın değişik ülkelerinden ‘gönüllü’ adıyla Ruslara karşı savaşmak üzere Ukrayna’ya koşanlar da az değil…
Gelişmeden rahatsızlık duyup savaşın bir an önce bitmesi amacıyla çabalar da gösteriliyor; ancak savaşın iki tarafı da nihai hedeflerine ulaşmadan çatışmalara son vermeyi göze alabilecek durumda değil. “Barışın” davetlerine kulak verir gibi görünseler de, taraflar barış müzakerelerine zevahiri kurtarmak için katılıyorlar…
Fatura çok ağır: Daha şimdiden bir milyondan fazla Ukraynalı yerini yurdunu terk etmek zorunda kaldı. Komşu ülkeler Ukrayna’dan gelen insan akınına nasıl karşılık vereceklerini bilemez haldeler. Savaşın savaşanlar üzerine yüklediği maliyet yanında, olan biteni kaygıyla izleyen ülkelere getirdiği dolaylı maliyet de büyük. Petrol ve doğalgaz fiyatları tavan yaptı, korona etkisiyle zaten hasarlı ekonomiler savaşın getirdiği enflasyonist baskılara dayanmakta zorlanıyor.
[Yazının bu noktasında, aklıma 2003 yılında ülkemize dayatılmış olan 1 Mart tezkeresi etrafında yaşananlar geldi. Türkiye sıcak savaşın içerisine taraf olarak çekilmek istendi. TBMM, tarihi bir özgüvenle, yapılmak istenenin ülkenin başına açabileceği sorunları fark edip tezkereyi reddetti.]
İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşmuş ‘dünya düzeni’, büyük çaplı savaşların çıkmaması, baş gösterebilecek ihtilafların barışçı yollardan çözümü ilkesi üzerine oturuyordu. O ilke Birleşmiş Milletler (BM) ve benzeri uluslararası kurumlarla takviye edildi. Ortadoğu (İsrail-Filistin, İran-Irak, Suriye, Libya) sahasında yaşanan türden çatışmaların başka alanlara da kayması bir biçimde önlendi ve düzeni sarsabilecek olumsuz gelişmeler son yarım asır içerisinde o sayede sınırlı kaldı.
Ortadoğu’da yaşananlar İkinci Dünya Savaşı’ndan miras, “İsrail’in güvenliği” genel başlığı altında ele alınabilecek, bir sorunla ilintiliydi.
Rusya’nın Ukrayna’ya ordusunu göndermesi ile birlikte ‘yeni dünya düzeni’ diye bilinen İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşmuş barışa odaklı düzen sarsıldı.
Bu savaş ya yeni bir geniş çaplı büyük savaşa –Üçüncü Dünya Savaşı– evrilecek ya da sanki öyle bir savaş yapılmış gibi eskinin yerini alacak bir ‘yeni dünya düzeni’ne geçilecek…
Tarafların -Rusya ile Batı’nın- bunun bilincinde olduğu söylenebilir.
Rusya kazanırsa onunla sınırdaş olan ülkelerin kendilerini güvende hissetmeleri zorlaşacağı için ‘Moskova’nın yakın çevresi’ içerisine dahil olmaya mecbur kalacaklar yanında, kendilerini Batı’nın himayesine bırakacaklar da olacak.
Her an yeni savaşlar çıkabilecek bir dünya haline gelecek dünyamız.
Tersi durumunda, yani Rusya’nın girişiminin Ukrayna’da püskürtülmesi durumunda da, eski dönemin barışa odaklı güvenlik politikalarının yerini geniş çaplı silahlanmalara dayalı güvenlik politikaları alacak.
“Putin’siz Rusya” planı yapanlar o beklentileri yerine gelirse, Rusya’yı da yanlarına çekmenin baş döndürücü sarhoşluğuyla, benzer oldu-bittileri başka hedeflere karşı devreye sokabilecek.
Kendisinin işgal kararıyla açtığı yol, evet, Putin’i hedef alıyor…
Belki de, Batı’nın Ukrayna zaferi sonrası, Francis Fukuyama’nın on yıllar önce “Tarihin sonu” kitabında öngördüğü ve sonraki gelişmelerle yanlışlandığını kendisinin de itiraf ettiği türden bir yapı, bu defa hegemonik bir anlayışla, oluşabilecek.
Soru şu: Hangisi olsun? Dünyamız için hangi gelişme diğerinden daha hayırlı?
Ne yazık ki, bu soruya gönül rahatlığıyla seçeneklerden birini ön planda tutarak cevap vermek mümkün değil.
Her iki seçenek de içerisinde bazısı öngörülebilse bile pek çoğu öngörülmesi imkansız olumsuzluklar barındırıyor.
“Al birini vur öbürüne” durumu…
Fırsatlardan söz edenler, durumdan vazife çıkartıp taraflardan birine doğru dümen kırılması öğüdünü verenler yanılıyor. Bu gelişmenin taraflar dışındaki herhangi bir ülke için fırsat teşkil etmesi imkansız.
Özellikle Türkiye gibi ülkeler bu gelişmeden ciddi olumsuzluklar yaşayarak çıkacaklar.
Unutmayalım: Savaşlar bize yaramıyor.
*Bu yazı fehmikoru.com adresinden alınmıştır.