Fehmi Koru*
Türkiye’nin Batı ile ilişkileri kötü mü, yoksa her şey yolunda mı?
Eski deyimle ‘asayiş berkemal’ sayılır mı?
Geçen haftadan iki tablo hafızamızda hiç değilse bir süre canlı kalacak:
İlki, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile Paris’te basın toplantısında yan yana fotoğraf veren Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan; bir Fransız gazeteci sorusuyla o tabloyu hafızamıza kazıdı.
Diğeri de, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Almanya’nın aynı koltuğu paylaşan politikacısı Sigmar Gabriel ile, Gabriel’in evinde, evsahibi tarafından Türk-işi demlenmiş çay ikram edilirken çekilmiş fotoğrafı…
Batı ile yola aynen devam (mı?)
Aynı günlerde birbirini tamamlayan bu iki fotoğraf gerçekten anlamlı.
Hemen akla gelen anlam, Türkiye’nin Batı ile ilişkilere sanıldığından fazla önem verdiğidir elbette; ancak Batı’nın öndegelen iki ülkesinin (Almanya ve Fransa’nın) ülkemizi dışlamalarının bir sınırı bulunduğu da bu kabullerden anlaşılabiliyor.
Türkiye’nin Batı ittifakı içerisinde bulunmaya devam etmesinin istendiği belli.
İngiltere’nin bir halkoylamasıyla Avrupa Birliği (AB) ile yolunu ayırmaya karar vermesi (Brexit) sonrasında, Türkiye de, AB yolculuğunda kendisine en yakın desteği veren ülkeyi kaybetmiş oldu.
Brexit sonrasında, AB’nin ana omurgası, Erdoğan ile Çavuşoğlu’nun geçen hafta uğradıkları iki ülke artık.
Özellikle Fransa’da sandıktan cumhurbaşkanı çıkan sürpriz isim Macron ile Almanya Şansölyesi Angela Merkel arasında kurulan sinerji kendisini belli ettiğinde…
Almanya’da genel seçim üzerinden aylar geçmesine rağmen hükümet kurulamaması AB’yi olumsuz etkiliyor elbette; ancak AB’nin artık iki patronlu olduğu gerçeğini bozmuyor bu görüntü.
Evet, AB, Türkiye’yi tam üye olarak içine almakta tereddüt yaşasa da fazla uzağında görmek de istemiyor. Bulunan formulün Berlin’in yıllardır telaffuz ettiği Ankara’nın ise kabule yanaşmadığı ‘imtiyazlı’ veya ‘özel’ ortaklık olduğu bu defa Paris’ten duyuruldu.
Türkiye de, farklı mesajlar verilmeye devam edilse de, AB ve Batı ile yollarını bütünüyle ayırmak istemediğini, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Fransa gezisiyle iyice belli etmiş oldu.
Macron ile Erdoğan basın toplantısı için yan yana poz vermeden hemen önce, ülkeleri adına iki taahhüt altına girdiler:
1. Fransız-Alman ortak yapımı Airbus yolcu uçaklarından 25 adedi Türkiye için üretilecek… (Kısa süre önce 40 Boeing uçağı alımı için ABD ile de bir anlaşma imzalanmıştı).
2. Ruslar ile S-400 füze savunma sistemi için anlaşmış olan Türkiye, buna ek olarak, Fransız-İtalyan ortak yapımı füze savunma sistemini de satın alacak…
Eksen kayması, ittifak değiştirme iddialarına böylece bir son verilmek istenmiş olmalı.
[Bir ara mülahaza: Rusya’dan gerçekten füze savunma sistemi alınacaksa, neden S-400? Rusya çoktan S-500 adının verileceği bilinen ve daha ileri bir teknolojiyi yansıtan yeni sistem üzerindeki çalışmalarını üretim aşamasına ilerletmiş bulunuyor. Herhalde yakışan, ille alınacaksa, S-500’ün kullanım özelliklerinin ve yazılımının de paylaşıldığı ilk müşterisinin Türkiye olması değil midir?]
Siyaset başka, ticaret daha başka
En fazla eleştirinin geldiği Batı’nın Türkiye’yi dışlamak istemediği iradesini beyan etmesi, Türkiye’nin de ha koptu ha kopacak izlenimi alınan Batı ile yol ayrımında bulunduğu görüntüsü yerine yakınlaşma jestlerini öne çıkartması şaşırtıcı mı?
Bana göre değil.
İyi ilişkileri her halükârda korumamız gerekse de komşumuz Rusya’nın temel konularda Batı’dan pek farklı olmadığını yaşayarak öğrendik. Suriye’de (İran ile birlikte) ortak çabalar sarf etmemize ve kalıcı çözüm arayışlarında yakınlaşmamıza rağmen, Rusya’nın Türkiye’nin PYD/YPG hassasiyeti konusunda duyarsız kaldığı ortada. Esad’lı çözüm istiyor Rusya ve PYD/YPG’ye de ‘düşman’ gözüyle bakmıyor.
Ayrıca, 2017’de arttığı gözlemlenen ithalat ve ihracat rakamlarımızda hala Avrupa ile ticaretimiz ön planda.
Ticaret siyasetin aldığı biçimden fazla etkilenmiyor, onun dinamikleri farklı. İsrail’le siyasi ilişkilerin yerlerde süründüğü 2017 yılında, ticaret hacmimiz, ilk 6 aylar baz alındığında, bir yıl öncesine göre yüzde 14 artarak 3.2 milyar dolara ulaşmış bulunuyor.
Rusya ise jet krizi sonrası kısıtladığı Türkiye’den ithalatını bütünüyle açmaya yanaşmıyor. Domates ithalini bile zorlaştırmayı sürdüren Rusya, S-400 ile birlikte, Türkiye’yi, doğalgazdan sonra silah sanayiinin de büyük alıcısı haline dönüştürmüş olacak.
Tahliyeler olabilir, olmalıdır da…
Batı ile yakınlaşma başka alanlara da yansıyabilir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin hapisteki gazetecilerden bazılarıyla ilgili aldığı davalarını ivedilikle görüşme kararını Anayasa Mahkemesi’nin aynı konuda ön alarak önümüzdeki hafta boşa çıkartma girişimi gibi…
Türkiye’yi ‘en çok hapiste gazetecisi olan ülke’ durumundan uzaklaştıracak her adımı alkışlarım.
*Bu yazı ilk kez fehmikoru.com'da yayımlanmıştır.