* Fehmi Koru
Sovyetler Birliği’nin varlığını sürdürdüğü dönemde, oradaki düzenin baskıcılığını anlatmak amacıyla fıkralar icat edilirdi. Onlardan biri hâlâ hafızamdadır.
Adamın biri, iyice sarhoş, Kremlin’e fazla uzak olmayan bir yerde, galiz küfürlerle birilerini suçluyormuş. Polisler yakalayıp karakola götürmüşler adamı. İfadesini alan polis kime küfür ettiğini sorunca, sarhoş, onlarca isim saymış, ama dönemin tepe ismini hiç anmamış. Polis, “Biz senin kimi kast ettiğini anlamadık mı sanıyorsun?” deyip adamı içeriye atmış…
Fıkra bu.
Durup dururken bu fıkranın nereden aklıma geldiğini soranlar çıkabilir. Anlatayım.
‘Medya patronu’ deyince bütün dünyada akla gelen ilk isim, bizde de sahibi olduğu bir TV kanalı bulunan, ABD’nin en çok satan gazetesi Wall Street Journal (WSJ) ile New York Post’un ve bu arada Fox-News’ün, İngiltere’de de The Times ve Sun gazeteleriyle Sky TV’nin sahibi Rupert Murdoch olur.
Şimdilerde bütün dünyada büyük ilgiyle izlenen ‘Succession’ adlı TV dizisinde canlandırılan medya patronu tipinin Murdoch’tan esinlendiği düşünülüyor.
Murdoch 92 yaşında; dördüncü eşinden ayrıldıktan birkaç ay sonra yeni biriyle nişanlanmış ve “Herhalde bu son olur” niyetiyle evliliğe hazırlanırken birdenbire fikir değiştirmişti. Ben de, merakımdan, ayrılığın sebebiyle ilgili birkaç uluslararası gazetede çıkan ayrıntılı haberlerin kaynağı bir yazıyı okumak için Vanity Fair dergisi sitesine girdim.
Orada karşıma çıkan bir haberin başlığı bana yukarıdaki fıkrayı hatırlattı.
Vanity Fair, bu konuyla ilgili haberine şu başlığı uygun görmüş: "Hiçbir konuda asla ve asla yalan söylememiş olan Trump, karar okunurken mahkeme personelinin gözyaşlarına boğulduğunu iddia etti." [İngilizcesi: “Trump, Who Has Definitely Never Lied About Anything Ever, Claims Courthouse Staff Was in Tears During His Arraignment.”]
Washington Post gazetesi çetelesini tuttuğu için biliniyor: Trump Beyaz Saray’da oturduğu dört yıl boyunca tam 30 bin 573 yalan veya yanıltıcı iddiada bulunmuş biri.
Gerçi Trump artık başkan değil ve kimseye bir zararı dokunamaz ama Vanity Fair dergisi yine de haber başlığını dolambaçlı yoldan -yoksa ‘zekice’ mi demeliydim?- bir biçimde sunmuş.
Eskiden bizde de haberlerde zekice başlıklar tercih edilirdi. İki anlama da çekilebilecek başlıkların ustaları bulunurdu yazı işlerinde. Elinde kırmızı kalem, her sabah önüne gelen gazetelerde devrin önemli şahsiyetlerini rencide edecek haber ve köşe yazısı arayışına giren devlet yetkilileri, o usta başlıklar ve yine zekice kaleme alınmış üsluplu haberler karşısında çaresiz kalırlardı.
O günlerde, yine de yargı önüne çıkartılmış yazı işleri sorumluları ve yazarlar ile mahkeme üyeleri arasında, girişte aktardığım fıkradaki gibi, “Kimi kast ettiğini bilmez miyiz sanıyorsun?” türü söz düellolarına da tanıklık edilirdi.
Necip Fazıl bu işi çok daha ileri noktaya taşımıştı.
Büyük Doğu dergisinin tek parti döneminin son yıllarında çıkan sayılarından birinin kapağı unutulmaz örneklerdendir.
İsmet İnönü’nün kulaklarının ağır işittiği bilindiği için o kapakla kimin kast edildiğini herkes tahmin edebildiği halde, yayın mahkemeye intikal ettiğinde, o kapağa savcı veya yargıç ne söyleyebilirdi ki?
Zekalarda mı gerileme var, yoksa artık konulara zekice yaklaşımın alıcısı mı bulunmuyor, bilemem, ama birine bir şey söyleneceği zaman adama düpedüz bindiriliyor.
Geçen akşam katıldığım bir iftar davetinde, üç dönemden fazla Meclis’te de bulunmuş bir politik şahsiyet, muhabbet politikada ahlaklı davranış konusuna geldiğinde, yakınımızdaki herkesi şaşırtan bir özelliğini paylaştı.
Yalana hiç tahammülü yokmuş. Yalan söylediklerini fark ettiği kişilerle derhal ilişkisini kesmekteymiş…
İlişki kestiği kişilerin listesini tuttuğunu da belirtti; sayıları yüzün üzerindeymiş…
Dediğim gibi, dinleyenlerin bu sözlere çok şaşırdığı yüzlerden okunmaktaydı.
Şaşırmanın sebebini tahmin etmek zor değil.
Politikada her şey abartıya dayanıyor. Bir tanıma göre, politika bir sanat, biri bin olarak takdim edebilme sanatı. Politikada başarılı olanlar da abartıyı en ustaca yapabilenler…
Abartı bazen yalan sınırlarına da tecavüz edebiliyor.
Trump bu işi en ustaca yapanlardan biri. Zaten o sayededir ki, birileri yeniden seçilemedi ve gitti diye arkasından teneke çalsalar bile, yeniden partisinin adaylığını kotarabilirse bir sonraki seçimde ona yine oy vermeye hazır kitleler bulunabiliyor.
Düşünün, her yılına 8 bine yakın yalan sığmış bir politikacıdan söz ediyorum. Neredeyse her güne 200’den fazla yalan veya yanıltıcı söz düşüyor. Buna rağmen adamın peşini bırakmayan milyonlar var.
Cesaretlerini başka yayınlarından bilmesem, Vanity Fair gibi ABD’nin önemli bir dergisini yayınlayanların, yukarıda dikkat çekmeye çalıştığım haberlerine attıkları dolaylı başlığı, “Neme lazım, adam yine başkan seçilir” endişesine bağlayabilirdim.
Sovyetler Birliği döneminde zülfüyare dokunacak söz ve eylemlerden kaçınılırdı ve bu yüzden üretilmiş yüzlerce fıkra ortalığı sarmıştı. Bugünün Rusyası da o dönemden fazla farklı değil. Murdoch’un ABD’deki medya grubundan WSJ’nin Moskova ofisinde görevli genç bir muhabir, geçen hafta, ‘casusluk’ iddiasıyla hapse atılıverdi.
Rusya’da yerli gazetecilerin başına gelenler biliniyordu da yabancı basının da Putin’in gazabına uğrayacağı pek düşünülmezdi.
Trump’tan Putin’e uzanan böyle bir yol var işte.
[Eski yazarlardan Nejat Muallimoğlu’nun ‘Politikada Nükte’ adını taşıyan 1976 tarihli bir kitabı vardır. Yazı boyunca o kitabı okurken beni çok güldürmüş fıkraları da hatırladım. Kitabın birkaç yıl önce çıkan yeni bir baskısı da bulunuyor.]
* Bu yazı fehmikoru.com adresinden aynen alınmıştır.