Fehmi Koru*
Ukrayna’ya Rusya’nın saldırısının daha ilk günden beklediğim sonucu, İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşmuş ve bazen bozulma emareleri gösterse bile bugüne kadar etkisini sürdürmüş ‘yeni dünya düzeni’ne son vermesidir.
Yeni bir ‘yeni dünya düzeni’ beklentisi bu.
Fazla beklemem gerekmedi, artık eskimeye yüz tutmuş düzenin en belirgin özelliklerinden ‘tarafsız’ olmakla övünen Avrupa ülkelerinden ikisi, İsveç ile Finlandiya, bu statülerinden vazgeçmeye ve NATO’ya üye olmaya karar verdi.
Her iki ülke konuyu karar alma mekanizmalarından geçirdi; bugün “Bizi üye kaydedin” talebiyle NATO’nun kapısını çalacaklar.
Napoleon’un Avrupa’yı Fransa boyunduruğu altına sokma girişimi olarak başlattığı savaşlar (1803-1815) sonrasında, İsveç, kendisini çıkabilecek ihtilaflarda ‘tarafsız’ kalmaya adamış, o dönemden sonra herhangi bir savaşa katılmamıştı.
Finlandiya da öyle.
İkinci Dünya Savaşı’nı takiben kurulan iki bloklu yeni düzende de bu tercihlerini sürdürmüştü iki ülke ve davet edilmelerine rağmen NATO’ya üye olmamışlardı.
Türkiye kendine özgü sebeplerle İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine karşı çıkacağı izlenimini veriyor, bu konuda en yetkili ağızlardan da açıklamalar yapılıyor; NATO’da kararların ittifakla alınması gerektiği için, itiraz konu oylanana kadar sürerse onları aralarında görmek isteyen üye ülkelerin hevesleri kursaklarında kalabilir.
Ancak yine de böyle bir sonuçla karşılaşmayı kimse beklemiyor.
Konuyla ilgili pazarlıkları sürdürme görevi dışişleri bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na bırakılmış gibi.
Çavuşoğlu ABD’de. New York’a Birleşmiş Milletler’de yapılacak ‘göç’ konulu toplantıya katılmak üzere geldi ama programında ABD dışişleri bakanı Anthony Blinken’le görüşme de var. İkili Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine itirazlarını da görüşecek.
İsveç ve Finlandiya’yı ilgilendiren bir konunun ABD ile görüşülecek olması tuhaf gelebilir. Gelmesin. Konu NATO ile ilgili ve NATO’nun patronu da ABD.
Rusya’nın başlattığı savaş, ABD’nin Baltık bölgesindeki ‘tarafsız’ ülkeleri NATO’da üye görme arzusunu depreştirdi; Putin’in komşularına saldığı dehşet, İsveç ve Finlandiya politikacılarının kimyalarını bozdu.
Muhalefetleri de büyük çapta iktidar partilerini destekledi ve iki ülkeden NATO üyeliği kararı öyle çıktı.
Türkiye’nin Avrupa’nın kuzeyindeki ülkelerle NATO zemininde yaşadığı ilk sorun değil bu.
ABD’nin o zamanki başkanı Barack Obama, NATO’ya genel sekreter aranırken, Danimarka başbakanı (2001-2009) olarak tanıdığı Anders Fogh Rasmussen’in o göreve getirilmesini istemişti. Türkiye o zaman bu isteğe karşı çıktı.
Danimarka’yı İslam dünyasında ‘en İslam karşıtı ülke’ durumuna getiren karikatür krizi (2005) yüzünden…
Bir Danimarka gazetesi İslam Peygamberi’ni karikatürize eden bir yayın yapmış, uluslararası bir krize yol açan bu yayın, Rasmussen’in başında bulunduğu hükümet tarafından ‘basın özgürlüğü’ kapsamında değerlendirilmişti.
Danimarkalı politikacının NATO genel sekreterliği Türkiye’nin itirazı yüzünden çıkmaza girdi.
ABD –Obama– yine de isteğine erişti, Rasmussen NATO genel sekreteri oldu (2009-2014).
Obama başkanlıktan ayrıldıktan sonra kaleme aldığı ‘A Promised Land’ (Bir Vaat Edilmiş Toprak) adıyla yayımlanan anılarında (14. Bölüm) o günlerde yaşananları etraflıca anlatıyor.
Bir zihin kaymasıyla…
Rasmussen’in genel sekreterlik oylamasının yapıldığı NATO zirvesinde o zaman başbakan olan Tayyip Erdoğan ile görüşerek sonuç aldığını yazıyor. Oysa, o NATO zirvesinde Türkiye’yi o zaman cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül temsil etmişti.
Obama, Türkiye’nin genel sekreter yardımcılarından birinin bir Türk diplomatı olması ile ittifakın komuta kademesinde Türk generallerin de yer alması taleplerini kabul ederek konunun tatlıya bağlanmasını getiren pazarlığı, zirveden önce yaptıkları özel görüşmede Gül’le yürütmüştü.
Nedense görüştüğü kişinin Cumhurbaşkanı Gül değil Başbakan Erdoğan olduğunu sanıyor Obama.
Zihin kayması besbelli.
Sanıyorum, Obama’yı yanıltan, anılarını yazarken göz attığı gazete kupürleri olmuş. İki liderin ülkeleri adına yürüttükleri görüşmede vardıkları mutabakatı dünyayla paylaşan o sırada Türkiye’de bulunan Tayyip Erdoğan olmuştu çünkü.
Ajanslar ve onlardan da medya, varılan mutabakatı Başbakan Tayyip Erdoğan’ın sözleriyle duyurmuşlardı.
Obama, anılarında, Türk tarafına “Engellemede ısrarcı olunursa Türkiye’ye yapacağım gezi de etkilenir” dediğini de aktarıyor.
Kitaptan, tanıdığı ve bir ara ‘en beğendiği beş dünya liderinden biri’ olduğunu duyurduğu Tayyip Erdoğan ile ilgili görüşlerini de öğreniyoruz ABD başkanının.
Okuyalım:
“Başbakanı samimi ve ricalarım konusunda genellikle olumlu buldum. Yine de o konuşur ve değişik konulardaki rahatsızlıklar ile dikkat çekmek istediği kaymalardan söz ederken uzun boyunun öne doğru eğildiği, sesinin bir oktav yükseldiği oluyordu ve ben ondan demokrasi ile hukuk devleti ilkelerine ancak kendi gücünü korumaya yaradıkları müddetçe bağlılık göstereceği yolunda güçlü bir izlenim alıyordum.”
Türkiye adına şimdi ABD ile yürütülecek müzakere masasında bu kez, ‘terörist’ tanımına açıklık getirilmesi ve NATO’ya üye ülkelerin -bunu ABD diye anlamalıyız- uyguladıkları yaptırım kararlarının kaldırılması konuları gündemde.
Gerçi pazarlığı Çavuşoğlu mevkidaşı Blinken ile yapacak ama herkes esas müzakerecilerin Tayyip Erdoğan ile Joe Biden olduğunu biliyor.
Joe Biden sekiz yıl boyunca (2009-2017) Obama’nın başkan yardımcısıydı.
Müzakereden çıkacak sonucu bu kez kim duyurur?
Türkiye yeni ‘yeni dünya düzeni’ni engelleyen ülke olur mu?
Ne karar çıkarsa çıksın, o karar yeni ‘yeni dünya düzeni’nin ilk yapı taşı olacak.
*Bu yazı fehmikoru.com adresinden aynen alınmıştır.