Amerikan iş dergisi Forbes'un 10 Mayıs’taki kapağına taşıdığı İzmir doğumlu, Robert Koleji mezunu 45 yaşındaki iş adamı Osman Kibar, "Başkaları dinlenmek için türlü çeşitli şeyler yaparlar, ben matematik kitabı okurum, soyut problemlerle uğraşırım... Matematikle ilgilenirken içime huzur gelir, bir çeşit meditasyon gibi...” dedi. "Bu yaşta oturup geceleri matematik çalıştığım için, kendimi geliştirmeye uğraştığım için kendimle gurur duyuyorum" diyen Kibar, "Amerika’daki doktora programlarına baktım. Sonunda Princeton’ın programı bana daha çok uydu; doktora programının ders kitaplarını aldım, akşamları herkes yattıktan sonra oturup o kitapları okuyor ders çalışıyorum, bir nevi kendi kendime doktora yapıyorum” diye konuştu.
Osman Kibar'ın açıklamalarını bugünkü köşesine taşıyan (16 Nisan 2016) Hürriyet yazarı İsmet Berkan'ın yazısı şöyle:
Sadece bir günde, adını aldığı İzmir'in efsanevi belediye başkanı rahmetli dedesi kadar tanınmış bir insan oldu Osman Kibar Türkiye'de.
Neredeyse herkes de, onun neyi nasıl başardığı kadar, hatta belki daha fazla servetiyle ilgili.
Bugün şirketine 12 milyar dolar değer biçiliyor; yarın bu değer sıfıra da düşebilir, çok daha yukarı da gidebilir. Ama Osman Kibar aynı Osman Kibar.
Akşamları evine giden, eşi ve çocuklarıyla sofraya oturan, çocuklarını uyuttuktan, el ayak çekildikten sonra da soyut matematik ders kitaplarına kapanan bir genç adam.
Telefonda konuşuyoruz, “Başarıyı nasıl tarif ediyorsun?” diye soruyorum, “Türkiye’de sokakta sorsan çoğu insan başarıyı çok para kazanmak diye tarif eder, sence nedir başarı?”
“Bak şimdi” diye başlıyor cevabına, “Bu soruna cevap vermezden önce sana kendim hakkında bir şey anlatmam lazım...”
"Matematik meditasyon gibi"
Ve başlıyor anlatmaya:
“Kendimi bildim bileli matematiğe bayılırım... Ben ilkokula bir yıl erken gittim. Sebebi de şu: Ablam Selin o sırada ilkokul üçüncü sınıfta, bizim evde de badana yapılacak, benim de doğuştan gelen astımım var. Çocuk evde boğulmasın diye düşünüyor bizimkiler ve beni ablamla beraber okula yolluyor, birkaç günlüğüne... Dedim ya ablam üçüncü sınıfta, ben de sınıfta onun yanında oturuyorum uslu uslu. Matematik dersi, öğretmen soru soruyor, ben sınıftaki herkesten önce doğru cevabı veriyorum... Bunu gören öğretmenler anne-babama ‘Bu çocuk hazır, onu okula başlatın’ diyor. Ve beni beş yaşımda ilkokula yazdırdılar... Başkaları dinlenmek için türlü çeşitli şeyler yaparlar, ben matematik kitabı okurum, soyut problemlerle uğraşırım... Matematikle ilgilenirken içime huzur gelir, bir çeşit meditasyon gibi...”
Osman Kibar’ın bu anlattığı benim için tanıdık bir duygu; integrallerle veya asal sayılarla veya matematiğin hangi alanıysa sevdiğiniz alan o alanla uğraşmanın verdiği iç dinginlik ve konsantrasyon hali nasıl tarif edilir, ben de bilmiyorum ama duyguyu tanıyorum.
Devam ediyor Osman Kibar:
“Yakın zamanda, artık orta yaş krizi midir nedir... Erkekler gider motosiklet falan alır, ben durdum düşündüm, eskisi gibi matematikle uğraşamıyorum ve kendimden çok rahatsızım. Amerika’daki doktora programlarına baktım. Sonunda Princeton’ın programı bana daha çok uydu; doktora programının ders kitaplarını aldım, akşamları herkes yattıktan sonra oturup o kitapları okuyor ders çalışıyorum, bir nevi kendi kendime doktora yapıyorum...”
"Başarı para değil"
Peki iyi güzel ama buradan başarı hakkında nereye varıyoruz?
“Bir kere şunu söyleyeyim: Başarı diye kendimle gurur duyduğum şeylerin hiçbiri parayla ilgili değil. Ama şunu da söylemeliyim: Matematik sevgisi, ilgisi ve aşinalığı da bana doğumla gelen bir şey, onunla da gurur duymuyorum. Ama bu yaşta oturup geceleri matematik çalıştığım için, kendimi geliştirmeye uğraştığım için kendimle gurur duyuyorum. Yani bence başarı, ne yapmak istediğini bilmek, hedefini seçmek ve ona da ulaşmak...”
Osman Kibar bu cümleyi söyleyince aklıma hemen Yahudilerin bilgelik kitabı Talmud’da yazılı mutluluk tarifi geliyor: “Mutluluk, nerede olduğunu bilmek ve orada durmaktır...”
Osman Kibar’ın bir cümlesi daha var aklıma kazınan: “Seçimlerimiz hakkında gurur duyuyorsak o başarıdır.”
Mucit mi girişimci mi?
Peki acaba kendisini daha çok bir girişimci olarak mı görüyor, mucit olarak mı?
“Bence ikisinin arasında çok da fark yok. Mucit olmak için illa yeni bir teknoloji veya bilim ortaya koymak gerekmiyor; mevcut bir teknolojiyi o ana kadar kullanılmadığı yeni bir biçimde kullanmak ve bu yolla insanların ihtiyaçlarına cevap vermek de icat bence. Eğer yaratıcı biriyseniz illa yeni teknoloji bulmanız gerekmiyor... Öte yandan girişimcilik dediğiniz şey de yaratıcılık esas olarak. Ama sadece yaratıcılıktan ibaret de değil; hem bir yeni fikriniz olacak hem de onu olabilecek en doğru şekilde uygulayacaksınız, en doğru takımı bir araya getireceksiniz, en iyi sonucu alacaksınız... Eğer fikri belli bir biçimde uygulamazsanız hiçbir sonuç alamazsınız.”
Osman Kibar’ın soruma tam bir siyah-beyaz cevabı vermediğinin farkındayım ama onu haklı da buluyorum. Bir yandan düşündüğünüzde Kibar’ın icat ettiği hiçbir şey yok; ilaçların patenti şirketinin diğer kurucusu John Hood’a ait. Ama yine de Osman Kibar bu takımı bu iş planıyla bir araya getirmeseydi ve bu finansmanın bulunması için ana motor olmasaydı, bugün dünya üzerinde milyonlarca insanı artrit derdinden kurtarması umulan ilaç deney aşamasına bile gelemeyecekti belki.
"Önemli olan doğru takımı kurmak"
“Bakın, herkes benden söz ediyor ama bu doğru değil. Cevdet (Şamikoğlu) milyarlarca dolar yöneten bir fonun ortağıydı. Arman (Oruç) New York’un en önemli avukatlık şirketlerinden birindeydi. Yusuf (Yazıcı) New York Üniversitesi’nde profesördü, Amerika’da romatizma konusunda önde gelen beş-altı isimden biri. Bu insanlar sırf benimle Robert Kolej’den tanışıyorlar diye kariyerlerinin zirvesindeyken koşa koşa San Diego’ya gelmezdi. İş planıma baktılar, ne yapacağımı dinlediler, ikna oldular geldiler. Benim bir başarım varsa, o başarı bu takımı bir araya getirmektir.”
Bu noktada bir gözlemimi anlatıyorum yeni nesil tekno-girişimciler hakkında. Hangi temel bilimden veya mühendislik dalından gelirlerse gelsinler, o alandaki yetkinlikleri ne kadar fazla olursa olsun, fikirleri ne kadar parlak olursa olsun, yeni nesil girişimcilerin en başarılıları mutlaka finanstan ve finansal mühendislikten de iyi derecede haberdar olmalı.
"Bilgi ekonomisinden sonra..."
Forbes dergisinde çıkan yazıda, Osman Kibar ile Cevdet Şamikoğlu’nun havaalanında karşılaştığı ve Kibar’ın kendi iş planını uçak biniş kartının arkasına çizerek iki dakikada anlattığı, Şamikoğlu’nun da bu plana ikna olup ona işe başlaması için 3.5 milyon dolarlık bir fon yarattığına ilişkin bir anekdot var.
“Ne çizdin o biniş kartının arkasına?” diye soruyorum.
“Aslında o konuşma biraz daha uzun oldu. Ben New York’tayken, ekonomik modellerin değişimi üzerine kafa yordum. İşte tarım ekonomisinden ticarete, oradan endüstriye, oradan bilgi ekonomisine... Birkaç on yıla düştü ekonomik model değişiklikleri... Peki bilgi ekonomisinden sonra nereye? Bana göre bilgi ekonomisinin sınırlarına gelindi. Bundan sonrasına ben ‘life-economy’ adını veriyorum; life yani hayat derken de biyolojiyi kastediyorum, biyoloji her şeyin merkezine doğru geliyor. E ben de bu alana herkesten önce, en azından büyük kalabalıklardan önce girmek istedim... Çizdiğim bunun matriksiydi.”
"Öğretmenin, abim, Sadık Esener..."
İzmir’de ilkokul, İstanbul Robert Kolej’de ortaokul ve lise.
Sonra Amerika’da üniversite, yüksek lisans ve doktora...
Uzun ve başarılı bir eğitim hayatında acaba Osman Kibar’da izi olan öğretmenler kimlerdi?
“Ooo çok var, hepsini sayayım diyeceğim ama ya birini unutursam, kırarsam? Ama Prof. Sadık Esener’i mutlaka söylemeliyim. Onun doktora öğrencisi oldum. Onu abim gibi görürüm, benim gelişmem açısından hep yardımını gördüm, hep elimden tuttu, beni kolladı. Onun da beni öğrencisi olduğum kadar kardeşi olarak gördüğünü düşünüyorum.”
Prof. Sadık Esener bu köşenin ve Hürriyet okuyucularının yabancısı bir isim değil. San Diego’da nanoteknoloji konusunda çalışırken yakın zamanda Oregon’da 1 milyar dolar ödenekle kanserin erken teşhisi için yöntem geliştirecek bir merkezin başına geçti.
(Sefer Levent’in Sadık Esener’le röportajı, 10 Nisan’da Hürriyet Pazar’da yayınlanmıştı.)
"Ahlaki tutarlılık her şeyin önünde gelir"
Aslında bu konuyu Osman Kibar’la başarı bahsinde konuştuk ama söyledikleri bana çok kıymetli geldi, ayrıca burada kullanıyorum.
“Ahlaki tutarlılık (burada İngilizce ‘integrity’ kelimesini kullanıyor, ben böyle çevirdim) benim için bir seçim. Gurur duyduğum bir seçim üstelik. İş hayatımda da, gündelik hayatımda da, şirketimde bu ilkeyi sonuna kadar uygularım. Benim için, diyelim gerçeği eğip bükerek, olan şeyi olduğundan daha güzel göstermeye çalışarak kazanılacak para başarı değildir.”
Osman Kibar’ın şirketi Samumed’in ne yaptığı ve şu an hangi aşamada olduğu düşünülecek olursa bu ilkeyi uygulamanın değeri daha iyi anlaşılır. Kibar çok rahat biçimde kendi ilacını övebilir ama bunu yapmıyor, klinik deneylerin sonucunu bekliyor. Onun bu ahlaki tutarlığı, olanı olduğu gibi söylemesi, tahmin ediyorum yatırımcılarıyla olan ilişkilerini de daha sağlam kılıyor.