Milliyet yazarı Asu Maro, yazarlığı ve yönetmenliğini Özen Yula'nın yaptığı 'Gayrı Resmi Hurrem' adlı oyunu anlattı. 'İki tavus kuşunun kanat sesleri' başlıklı bir yazısında "Televizyon sayesinde Osmanlı saray entrikalarına, Hürrem’lere, Kösem’lere ziyadesiyle doymuşken 'Gayrı Resmi Hurrem' adlı bir oyun ne kadar heyecan yaratabilir insanda?" diye soran Maro, "Yazar Özen Yula, 2001 yılında yazdığı oyunda bize bir tarih parçası anlatmayı amaçlamıyor çünkü. İki kadının masalını anlatıyor, hem de öyle büyülü anlatıyor ki, kapılıp gidiyorsunuz" yorumunda bulundu.
Asu Maro'nun Milliyet gazetesinin bugünkü (19 Nisan 2017) nüshasında yayımlanan 'İki tavus kuşunun kanat sesleri' başlıklı yazısı şöyle:
Debdebeli bir devrin, görkemli bir sarayın, altın varaklı bir kafesin içine hapsedilmiş iki kadın... Hurrem ile Hurrem. Biri neredeyse bütün sarayı dize getirmiş ama ikbalinin bedelini hürriyetiyle, aşkıyla, vatan hasretiyle, evlat acısıyla ödemiş bir sultan, geçmişini kimse bilmiyor, efsanelerle yaşıyor. Diğeri hafıza kaybından muzdarip toy bir cariye. Nereden geldiğini, kim olduğunu kendi de bilmiyor.
Yıl 1558, baharın başı. Nar bülbülü acı acı öterken sarayın bahçesinde, bu iki geçmişi karanlık, geleceği meçhul kadın, Hurrem Sultan’ın gizli odasına kapanıyorlar beraber. Kanuni Sultan Süleyman Han’ın buyruğuna karşı gelerek hem de. Ve karşılıklı bir hatırlama - hatırlatma oyunu oynamaya başlıyorlar.
Anılar dökülüyor sandıklardan, ölülerin hayaletleri, canlıların suretleri dile geliyor, sırlar aydınlanıyor ve bir ‘gayri resmi tarih’ canlanıyor gözümüzün önünde. Resmi olanından kesinlikle daha renkli, daha heyecanlı ve sürprizli...
‘Yıldızlar arasında ay’
Cariye Hurrem harem dedikoduları taşıyor odaya, kim ne diyor, nasıl anlatıyor yaşananları... Zamanında Kanuni Sultan Süleyman’ın hoşuna gitmek üzere eğitilmiş o kızlardan biriyken istese ‘diğer yıldızlar arasında ay olabileceğini’ fark eden Hurrem Sultan ise iktidar dersleri veriyor genç adaşına. “İktidarı ele geçirdikten sonra,” diyor “cesur olanları zamanında susturmalısın. Aksi takdirde, bir cesur adam, günü gelir, bütün tarihi değiştirebilir. O yüzden, yeniçerileri üzerlerine salıp seslerini kısmalısın. Çıkan sesler mümkün olduğunca birbirine benzemeli. Halk isyandan çok, boyun eğmeye meyyaldir. Bir şeyden mi şikâyet etmeye başladılar, bunu ilk fark eden sen olmalısın. Sonra da, dikkatlerini başka hadiselere yöneltip bir önceki şikâyetlerini unutturmalısın.”
Ama aslı hayali ne her şeye rağmen? Saraydan kaçıp memleketine dönmek. Kekik toplamak, ekmek pişirmek, sepet örmek... “Hayatı güzel kılan, küçük şeylerdir Hurrem” diyor: “Küçük dediğimiz hayatlar çoğu zaman, debdebeli hayatlardan çok daha iyidir. Bunu sakın unutma!”
Televizyon sayesinde Osmanlı saray entrikalarına, Hürrem’lere, Kösem’lere ziyadesiyle doymuşken “Gayrı Resmi Hurrem” adlı bir oyun ne kadar heyecan yaratabilir insanda? Şunu söyleyeyim; hayal edebileceğinizden çok daha fazla.
Bugüne kadar gördüğünüz tarihi oyunları; padişahları, sultanları, paşaları unutun bir kere. Yazar Özen Yula, 2001 yılında yazdığı oyunda bize bir tarih parçası anlatmayı amaçlamıyor çünkü. İki kadının masalını anlatıyor, hem de öyle büyülü anlatıyor ki, kapılıp gidiyorsunuz. Ortaoyunu, kukla tiyatrosu ve gölge oyunu tekniklerini kullanarak yazdığı oyunu, birçok farklı sahnelenişten sonra bu sefer yönetmen olarak da ele almış ve Ankara Devlet Tiyatrosu’nda sahneye koymuş.
“Büyülü gerçeklik üzerine oturttuk oyunu. Masal gibi akan, kendi ritmini içinde taşıyan, minyatürlerle harmanlanan koreografisiyle özel bir anlatım seçtik,” diye anlatıyor kendisi. Biz, daha salona adımımızı attığımız anda tatlı tatlı çalan kanun sesiyle (Deniz Ertürk) girdiğimiz masalı biliyoruz. Özen Yula, Hurrem Sultan’ın oyun içinde anlattığı masaldaki tavus kuşunun kafesine kurmuş dünyayı. Dekor tasarımını yapan Hakan Dündar, o dar alanda Osmanlı’nın en şaşaalı döneminin izlerini yaşatamayı başarmış. Hele hele minyatür estetiğiyle hazırlanan ve her sahnede değişen o yaldızlı nar, erguvan, servi, çınar, acun ağaçları öyle büyülü bir atmosfer yaratıyor ki bir dekor bir oyunu nasıl tamamlar, görüyorsunuz.
Sürprizlerle dolu son
Funda Karasaç’ın kostümleri, yine öyle; Hurrem Sultan erguvan, cariye Hurrem filiz yeşili işlemeli kıyafetleriyle bir minyatürün içinden fırlamış gibiler. Ya da daha ziyade bizi o minyatürün içine çekmiş durumdalar demek daha doğru, çünkü koreografiyle, oyuncuların vücut diliyle tamamlanan bu tavır, oyunun bütün estetiğini oluşturuyor zaten Yula’nın da belirttiği gibi.
Ve oyuncular... Hurrem Sultan’da İpek Atagün Gezener, cariyede Gülin Ersoy, bütün bu masalı -ve masal içinde masalları- bize anlatırken; o her anı çalışılmış yürüyüşlerde, bakışlarda, duruşlarda su gibi ve bir kuğu zarafetiyle akarken müthişler. Ve işleri sahiden zor. Sadece 1500’lerden iki saray kadını olmakla kalmıyor, bir de anlattıkları hikâyelerin oyuncusu oluyorlar. Gülin Ersoy hele, sandıklardan çıkardığı kuklaları oynatarak bir Gülbahar Sultan oluyor, bir Hurrem Sultan’ın gizli aşkı Mihal, bir Kanuni Sultan Süleyman, bir Şehzade Mustafa. Aynı anda Mihrimah ve Rüstem Paşa olarak bile izliyoruz kendisini, ufacık bir tavır değişikliğiyle.
İki Hurrem’in masalı sürprizlerle dolu bir sonla bitiyor. Tarihin ne dediğine bakmayın. Ne de olsa “Gayri Resmi Hurrem” hikâyesi bu izlediğimiz ve sonunda dediği gibi “Hikâyeler ölüm getirmez. Aksine, ölümü defeder, ömrü uzatır. Her insan kendi hikâyesini kurar bu dünyada, oynar ve gider. Kimse karışamaz...”
Gayri Resmi Hurrem
(Ankara Devlet Tiyatrosu)
Yazan, yöneten: Özen Yula
Oyuncular: İpek Atagün
Gezener, Gülin Ersoy
Dekor tasarımı: Hakan Dündar
Kostüm tasarımı: Funda Karasaç
Işık tasarımı: Yakup Çartık, Müzik: Turgay Erdener, Koreografi: Banu Demir, Yönetmen yardımcısı: Caner Kadir Gezener