Yıldıray Oğur
(Taraf-28 Ekim 2012)
Bir itiraf: İmroz’u nasıl Gökçeada yaptık
Eski bir gazete kupüründen alınan fotoğraf 1973 yılının temmuz ayında çekilmiş. Sık sık sel baskınları olan Trabzon’un Çaykara ilçesine bağlı Şahinkaya Köyü’nden 61 aile, Köyişleri Bakanlığı tarafından yerleştirildikleri Gökçeada’ya doğru yola çıkıyor. Peki, neden bu kadar uzağa gidiyorlar? Karadeniz’in bir dağ köyünden, 1400 km. uzakta Ege’nin ortasında bir adaya niye gönderildi bu 61 aile?
Trabzonlu köylülerin yerleştirildiği, Gökçeada’daki Dereköy, 1950 ile 1960 yıllarında arasındaki nüfus sayımlarına göre Türkiye’nin en büyük köyüydü. Ama Trabzonlu aileler geldiklerinde o 1900 kişiden geriye çok azı kalmıştı.
Çünkü köy bir Rum köyüydü ve 1960 ile 1970 arasında o küçük adada halen devletin kabul edip özür dilemediği resmî bir kâbus yaşanmıştı. Dünkü Taraf’a Kelemet Çiğdem Türk’ün İmroz’da kalan son Rumlardan bilinen adıyla Barba Yorgo ile yaptığı dokunaklı mülakatı okurken bundan iki yıl önce Balyoz Seminer ses kayıtlarını dinlediğimden beri yazmak isteyip bir türlü fırsat bulamadığım tarihî bir itirafı yazma zamanının geldiğine karar verdim.
İmroz (Gökçeada) ve Tenedos (Bozcaada) Lozan Anlaşması’yla Türkiye’ye bırakıldı. Ama bir şartla burada çoğunluk olan Rumların özerkliğine karışılmayacak. Ama Türkiye Cumhuriyeti verdiği sözü sadece üç yıl tutabilmiş. 1927’de çıkarılan 1151 sayılı Mahalli İdareler Kanunu ile adadaki Rumların özerkliği ellerinden alınmış, Rumca özel okullar devletleştirilmiş. Yetmemiş önce Varlık Vergisi ile sonra da Rumların mal almalarına getirilen yasaklar ve adaya gönderilmeye başlanan Türk yerleşimcilerle huzursuzluk artmış. Ta ki Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi ve Türkiye’nin NATO üyeliği sebebiyle Yunanistan’la yeni bir sayfa açmasına kadar. DP iktidarı 1951 yılında 27’deki kanunu iptal edip, Rumca özel okulların açılmasına yeniden izin vermiş.
Kıbrıs meselesi ile artan gerilimlerle 1958 yılında rüzgâr adalara yeniden ters esmeye başlar. 1958 yılında iki ada güvenlik bölgesi ilan edilir.
27 Mayıs darbesi ise İmrozlulara da darbe olur. 1961 yılında “Adadaki Rumlar Yunanlıların desteğiyle Türklerin arazilerini satın alıyor, plebisit yoluyla Yunanistan’a katılacaklar” haberleri ayyuka çıkınca Rumların arazi alışı yasaklanır. Çocuğuna düşük not verdi diye bir Rum babanın iki Türk öğretmeni dövmesi Meclis’e kadar taşınır. Vekiller adaların güvenliği için Türklerin çoğunlukta olmasının altını çizerler. Kıbrıs’ta kanlı Noel’le birlikte gerilimler arttıkça Rumlara karşı dil de sertleşir.
27 Mart 1964 tarihli MGK’da kabul edilen Eritme Programı ile ise adaların Türkleştirme süreci başlar. İnönü hükümeti önce ünlü 64 yasasıyla Türkiye’de yaşayan Yunan uyruklu Rumları göçe zorlar. 1951’de iptal edilen Mahalli İdareler Kanunu’ndaki hüküm yeniden yürürlüğe konup, Rum okulları yeniden kapatılır. Daha da ileri gidilir Gökçeada’da yaşayan 30 Rum milli güvenliği ihlal eden davranışları sebebiyle vatandaşlıktan çıkarılır. 300 Rum ise “Türklere has sanat ve meslekleri terk etmeleri” için uyarılır.
Ve öldürücü darbe. Dereköy’ün hemen aşağısına devlet Yarı Açık Cezaevi kurar. Adaya önce mahkûmlar getirilir sonra da aileleri. Adada tarım işleriyle uğraşan mahkûmlar serbestçe dolaşmaktadır. Mahkûmlar Rumların hayatını karartır. Tecavüz, hırsızlık, darp hatta adadan göç eden Rumların iddiasına göre altı cinayet işlerler. Yetmez devlet birden bire adada TİGEM vasıtasıyla üretim çiftliği kurmaya karar verir. Rumların geçimlerini sağladıkları zeytinlikler kamulaştırılır. Adanın ekilebilir arazilerinin yüzde 90’ına devlet el koyar. Hem de yumurtanın tanesinin 25 kuruşa satıldığı yıllarda metrekaresine sekiz kuruş vererek.
Adadaki bu resmî mobbing Yunanistan’ın tepkisini çeker. Mütekabiliyet için Rodos’taki Türklerin gönderilmesi bile gündeme gelir. Artan uluslararası baskılar üzerine 1966’da Yunanistan Büyükelçisi’nin adaya gitmesine izin verilir. Büyükelçi feribottan inince etrafını saran Rumlar “Alın bizi buradan” diye bağırmaktadır. Çocuğunu ona vermek isteyenler bile çıkar.
Rumlar adayı hızla terk ederler. 1970’de son darbe vurulur ve antik Yunan’dan beri İmroz olan adanın adı Gökçeada’ya çevrilir. Ve Türkiye’nin her yerinden aileler zorunlu iskânla adaya yerleştirilir.
Uzun yıllar MGK yasasıyla yönetilen, feribottan inenlere kimlik sorulan ada şimdilerde normalleşmeye çalışıyor. Taraf’taki röportajdan bu Eritme Programı’nın ve resmî zulümle yargı önünde hesaplaşma için adımlar atıldığını öğrendik. Türkiye adayı planlı bir şekilde Rumlardan arındırdığını hep inkâr etti.
Ta ki Balyoz ses kayıtlarına kadar. Dönemin Birinci Ordu Komutanlığı Plan Harekât Şube Müdür Albay Bülent Tuncay 2003’deki Plan Semineri’nde anlatıyor:
“Şimdi burada çok mahrem çok gizli şeyleri de ne yapıcağız görüşeceğiz. Zaten öyle yani plan çalışmasının ana amacı bu. İlk kapsamda buradaki Rumları Gökçeada’dan göçertmek için jandarma komando birliği gönderdik. Bölgeye açık hapishane yaptık. Bölge içerisinde bunun sonuçları da önemli işte miktarda göç oldu. Adım adım sanıyorum devlet kuruluşlarında bölgede bir işte açık cezaevinde bazı şeyler yapıldı bazı ekimler dikimler falan filan. Bunun ortaya saldığı bazı konular bunu tartışmıyorum. O zamanki şartlar içerisinde şimdi böyle bir şey yapmak olanak dışı ama o zamanki Türk-Yunan ilişkileri çerçevesinde böyle bir şey yapılma zarureti çıkmış onlara da Batı Trakya’daki uygulamalara karşı.”
İmrozlulardan özür zamanı gelmedi mi?