10 Aralık 2017 13:06
Esma Çakır / Roma, 10 Aralık (DHA)- “Terör propagandası” suçlamasıyla kapatılan Özgür Gündem gazetesinin Yayın Danışma Kurulu üyesi olduğu için tutuklandıktan 136 gün sonra, geçen yıl aralık ayında tahliye edilen yazar Aslı Erdoğan, “Edebiyatım hakkında biraz daha bir şeyler konuşulsaydı belki hapse girmeyecektim” dedi. Bir süre önce yurt dışına çıkış yasağı kaldırılan Aslı Erdoğan, denemelerinden bir seçkiden oluşan “Artık Sessizlik Bile Senin Değil” adlı yeni kitabının “Neppure il silenzio é piu tuo” adıyla İtalyancaya çevrilmesine ilişkin Roma’daki bir etkinliğe katıldı. Hafta başında “Uluslararası Kurgu” dalında İtalya’da Vincenzo Padula Ödülü de alan Erdoğan, Piu Libri Piu Liberi (Daha Çok Kitap Daha Çok Özgürlük) Yayıncılık Fuarı’nda “İsyan etmek, direnmek, yazmak” adlı söyleşide konuştu. Cezaevi deneyimini, savaş deneyimine benzeten Aslı Erdoğan, “Geriye dönmek mümkün değildir. Cezaevinde değişip değişmediğini anlamak dahi kolay değildir. Oradan dışarıya çıktığımda insanlara değişip değişmediğimi sordum. İlk aldığım ‘evet’ cevabının ardından ağladım” diye konuştu. “Sizi öldürmeyen şey güçlendirir” cümlesinden nefret ettiğini dile getiren Erdoğan, “Cezaevi bir travmaydı. Her travma senin içinde bir şey öldürüyor, aynı zamanda bir şeyleri de hayatta tutuyor. Aslı’nın içinde de bir şeyler öldü ama bir şeyler de hayatta kaldı” dedi. “Önce cezalar yağıyordu, şimdi ödüller” Aslı Erdoğan, etkinliğin ardından Doğan Haber Ajansı’na (DHA) özel bir söyleşi verdi. Cezaevindeyken 3 ödüle layık görülen, Aralık 2016’da serbest kalmasının ardından da yurt dışından ödüller almaya devam eden Erdoğan, “Eylül’de Almanya’da Erich Maria Remarque Barış Ödülü\'nü almıştım. İtalya’da da bu hafta ödüllendirildim. Pazar günü Almanya’da bir ödül daha alacağım. Ama asıl önemlisi, ocak ayında Fransa’da Simone de Beauvoir Ödülü’nü alacağım. Önce cezalar yağıyordu. şimdi de ödüller” ifadesini kullandı. Aslı Erdoğan, bu ödüllerin bir ayağının, kendisiyle bir tür dayanışma olduğunu zannettiğini belirtti. “Cezaevine girmeden önce unutulmuş, dışlanmış bir yazardım” Türkiye’deki sürecin kendisi için aslında epeydir zor olduğunu anlatan Aslı Erdoğan, şunları söyledi: “Kitaplarımın edebiyat dünyasında kabulü çok zor olmadı ama kolay da olmadı. Fakat ne zamanki köşe yazarlığına başladım, kitaplarımın etrafında bir sessizlik halesi belirmeye başladı. Yani aslında cezaevine girmeden önce epeyce unutulmuş hatta dışlanmış bir yazardım. Sözgelimi, 2013’te Norveç’te çok önemli bir ödül (Özgürlük Ödülü) aldım ben; orada kadınların oy hakkını kazanışlarının 100’üncü yıldönümünde verilen bir ödüldü ve Türkiye’de hiçbir gazete bunu yazmadı. Artık şizofrenik bir durumdu. Yurt dışında 12-13 dile çevrilmişti eserlerim cezaevine girmeden. Türkiye’de bir köşe yazarı olarak yıllardır iş bulamıyordum. Bunun nedenleri çok derin. Mutlaka benim de kusurlarım vardır. Bunun dışında edebiyat dünyasının, benim örneğim üzerinden biraz kendisine bakması gerekiyor. Yani biz kadın yazarlara ayrımcılık yapıyor muyuz yapmıyor muyuz? Ya da kadın yazarların, kendilerine ayrılan köşeye oturmadıklarında, erkeklere tanınan alanda yazmaya başladıklarında acaba nasıl davranıyorum? Sadece Türkiye’de de değil tüm dünyada sorulması gereken soru bu. Bir kadın yazar her yerde ayrımcılıkla baş etmek zorunda. Türkiye’de de bu konuda çok temiz bir sicilimiz yok açıkçası; son derece cinsiyet ayrımcı bir ülke olduğunu ve ana problemlerinden birinin de bu olduğunu düşünüyorum. Yaşadığım 50 yıl, bu görüşümü zayıflatmak yerine güçlendirdikçe güçlendiriyor. 2004 yılında, geleceğe kalacak 50 yazar arasında seçildiğimde Türkiye’de sosyal bir linç kampanyasının hedefiydim benim hakkımda yazılmış bir kitap üzerinden ve derin yarılmayı ilk o zaman yaşadım. Hakikaten Türkiye’de sokağa çıkamadığım günler vardı. Ve bir yerde seni geleceğe kalacak 50 yazar arasında seçiyorlar. Yani en dengeli insan bile birazcık delirir.” “Kendimi Kafka sanacak kadar aptal değilim” Bunları çok da ciddiye almadığını söyleyen Aslı Erdoğan, bu durumu içselleştirmemek gerektiğini düşündüğünü ekledi ve kendisinin (Franz) Kafka ile kıyaslandığını da hatırlatarak, “Ben kendimi hiçbir zaman Kafka ile kıyaslamadım. Kendimi Kafka sanacak kadar aptal değilim!” dedi. Kendisine verilen ödülleri, birer çiçek gibi memnuniyetle kabul ettiğini belirten ünlü yazar, “Açıkçası çok zorlandığım zamanlar oldu Türkiye’de. Bu dışlanma, bu yalnızlaştırılma olmasaydı ve edebiyatım hakkında biraz daha bir şeyler konuşulsaydı belki hapse girmeyecektim. Bilmiyorum, belki de girecektim. Ahmet Altan çok daha ünlü bir yazar. O da cezaevine girdi. Belki de hiç aldırmıyorlar böyle şeylere” diye düşüncelerini aktardı. “Yazmayı çok özledim ama şu an bir Araf’tayım; posttravmatik stres sendromu yaşıyorum” Aslı Erdoğan, cezaevine konmasının yaşattığı travmayı halen üzerinden atamadığını ve yeniden yazmaya başlayamadığını da şöyle anlattı: “Geçen aralıktan beri baya bir süre geçti ama bu sürenin 5 ayı mahkeme salonunda geçti. Ondan sonra 3 ay pasaport mücadelesi ile geçti. Benim davam henüz bitmedi, yalnızda tahliye oldum! Gelecek endişesi hiç bitmedi. Yani çıktım gittim cezaevinden, gibi bir lüksüm yok. Her an ceza alabilirim. Bu davadan olmayabilir, yarın kafaları kızar, size söylediğim bir cümleye verirler 10-15 yıl. Hani böyle 5 ay, 10 ay da değil, 15 yıldan açılıyor davalar, 3 müebbet falan isteniyor. Tirajı komik bir durum. Sakince yazı yazmaya döneyim, deme lüksüne çok az kişi sahip. Ben bunlardan biri değilim açıkçası. Bir Araf’tayım şu an. Benim yaşımda (50), hiç hazır olmadan cezaevine girmek ağır bir travma. Bir dolu sağlık sorunuyla ve bu haksızlık hissiyle… Ben ne yaptım ki cezaevine girdim? Hep yaptığım işi yapıyorum; 20 yıldır köşe yazıyorum. Aynı şeyleri yazıp duruyorum. Bunlar birden bire niye suç oldu, hâline geliyorsunuz elbette. Bütün bu duygular ve posttravmatik stres sendromu yaşıyorum. Fiziksel hasar da var. Hop, koy kenara, otur yaz henüz olmadı ama içimden yazma isteği geliyor, onun doğduğunu hissediyorum. Çok özledim yazmayı. Bıraktım kendiliğinden olsun, kendiliğinden gelsin.” “Cezaevini yazmaya hazır değilim; onunla hesaplaşacak gücüm yok” Cezaevini yazmaya hazır olmadığını söyleyen Aslı Erdoğan, yeni kitabının içeriğinin ne olabileceğine ilişkin bir soruya da şöyle karşılık verdi: “2 makalemde bahsettiğim bir sanatçı var; Auschwitz’de (Nazi toplama kampı) sürekli atları çizmiş. Adam öyle sağ kalmış O atlara bakınca toplama kampının korkunçluğunu görüyorsunuz gerçekten. Sanki ben de öyle bir dönemdeyim. Atları mı anlatsam? Cezaevini yazmak istiyorum ama buna hazır olmadığımı hissediyorum. Ruhsal olarak o gücüm yok cezaeviyle hesaplaşacak. Çok sakin, çok edebi, çok sıkıcı şeyler yazarak belki arınabileceğimi düşünüyorum bütün üzerime yapışmış o kirden.” “Şu an tek bildiğim, cezaevi eninde sonunda yazılacak ama ne zaman bilmiyorum” diyen Aslı Erdoğan, “Hakikaten koğuş arkadaşlarıma 10 aydır başladığım ve yarıda kalmış o kadar mektup var ki! Belki de kitabım bu olacak: C-9’a (Bakırköy Tutukevi’nde kaldığı koğuş) bir mektup. Yazamıyorum. İnanın hüngür hüngür ağlamaya başlıyorum. Bu kadar mı hassas olunur! Yapamıyorum” sözleriyle ruh hâlini anlattı. “Politik kahramana, direnişçiye dönüştürüldüm ve ben bu değilim” Sadece edebiyat yazmak istediğini, politika yazmak ve konuşmaktan çok yorulduğunu dile getiren Aslı Erdoğan, “Nasıl söyleyeyim, hak etmediğim bir rolü oynuyorum sanki” dedi. “Politik kahramana, direnişçiye dönüştürüldüm ve ben bu değilim” ifadesini kullanan yazar Erdoğan, kendi hâlinde, odasında müziğini dinleyip kitaplar yazan biri olduğunu belirterek, “Elbette politik bir yazarım kuşkusuz ama bir politikacı değilim ya da uzman değilim, kahraman hiç değilim. Açıkçası utanıyorum. Bu politik mücadelenin ön saflarında olan on binlerce insana verilmesi gereken paye bana verildi. Belki onlar adına da taşımalıyım ama bu da büyük bir yük. Hakikaten ne yapsam ne desem her yerden eleştirmek için bekleyen keskin nişancılar var. Yanlış bir laf etse de pasaportunu iptal etsek ya da gene içeri tıksak diyen bir kesim de var. Onun dışında vay bunu niye demedin, niye Cumartesi Anneleri’ne gelemedin, diyen de var. Hastaydım o gün. Vay bizi sattın. Hayır kimseyi satmadım. Aynı durduğum yerde duruyorum ama her gün aynı ağırlıkta bu kefeyi taşıyamıyorum. Görüşlerimi 30 yıldır yaptığım gibi açık açık söylüyorum, sonucu ne olacak ne olmayacak bakmadan. Tek erdemim bu” diye konuştu. Türkiye’nin geleceği gibi sürekli bilmediği bir konuda akıl yürütmek zorunda kalmaktan açıkça yorulduğunu belirten Erdoğan, farkında olduğu bir şeyi ise şöyle dile getirdi: “Entelektüel olarak, bu kelimeyi en geniş anlamıyla kullanıyorum, okur-yazar olarak şu an hiçbirimizin ‘Türkiye ne olacak, ne oluyor?’ sorusuna da sırtımızı çevirme lüksümüz yok. Türkiye’de durum hakikaten vahim. On binlerce insan cezaevinde ve çoğu sudan sebeplerle içeride ve ben bunu bizzat yaşadım. Daha da kötüsü, hukuk sistemi hiç işlemediği, her şey tamamen keyfî olduğu için ne zaman çıkacaklarını bilmiyorlar. Bu, bir insana yapılabilecek en korkunç işkence. Ve bu durumda, biz hepimiz aslında onlarla birlikte ya da ben de bir eski mahkûm olarak bizlerle birlikte, demeliyim, cezaevindeyiz. Yani bu keyfî hapsetmelerde son kişi çıkana kadar biz o cezaevinden çıkamayacağız.” “Bir süre Almanya’da yaşayacağım ama bu, iltica ettim, Türkiye ile kapıları kapadım demek değil” Bir İtalyan haber kuruluşunda, Almanya’ya taşındığına ilişkin bir bilgi yer aldığı ve bunun doğru olup olmadığı sorulan Aslı Erdoğan, buna şöyle karşılık verdi: “Tam öyle değil. Ben bir ödül töreni için gelmiştim Almanya’ya (eylül ayında) tek valizle. Hâlâ aynı kılıktayım. Frankfurt’un yazarlara verdiği bir burs var. Bir ya da 2 yıllık. Tam tamına onun süresi geldi (ekim ayı). Yani kalsana burada oldu. Yani 1 ya da 2 yıl uzatılabilen gelip geçici bir statü. İltica etmiş değilim. Kapıları kapamadım Türkiye ile. Sadece bir bursu kabul ettim. Hâlâ turist vizesiyleyim. Aslında Almanya’da 20-25 gün kaldım; ödül törenleri, konuşmalar için hep geziyorum. 2015 başından beri hiç yurtdışına çıkmamıştım, özlemişim bunu. Biraz turistik de bir durum. Dönmüyorum, sürgündeyim falan öyle bir psikolojide değilim yani. Taşınmadım. 20 Eylül’den beri üzerimde aynı kıyafetler var. Sanki yerleşmek istemememin bir işareti gibi gidip elbise de almıyorum kendime. Yarı göçebe halde şimdilik bekliyorum. Mahkemeyi bekliyorum. Türkiye’de ne olacak, onu bekliyorum. Güya geleceği okumaya çalışıyorum ama beceremiyorum.” “Osman Kavala tutuklandığında 2 gün kendime gelemedim” Aslı Erdoğan, cezaevinde olan meslektaşları ve arkadaşları hakkında da şunları söyledi: “Osman Kavala mesela. Birlikte Diyarbakır Sanat Merkezi’nin kuruluşunda çalışmıştık. Çok sevdiğim ve saygı duyduğum bir insandır ve tutuklandığını duyunca iki gün kendime gelemedim. İddianameyi de gördüm; tirajı komik mi demeli, Kafkaesk mi demeli. Saygı duyduğum pek çok yazar, pek çok gazeteci hakikaten ipe sapa gelmez iddianamelerle içeride. Cezaevinde tanıdığım pek çok insan, inanılmaz suçlamalarla, inanılmaz bir keyfîlik ve insan nefretiyle içeride tutuluyorlar. Çok ayıp! Hakikaten büyük ayıp yapılıyor bu insanlara. Sayıları sanırım 100 bini buldu bir yılda tutuklanan insanların. Hukuk sisteminin bütünüyle çöktüğü günlerde yaşıyoruz. Herkes her an her şeyden tutuklanabilir. İnsanlar artık sadece tek örgüte değil 3 örgüte üye olmaktan tutuklanıyor. Ne diyebilirim bu durumda? Hâkimler, savcılar herhalde farkındalar karşılarındaki insanların bütünüyle masum olduğunun. Onlara şunu demek isterim: Ben yapmazdım! Dünya üzerinde hiçbir kuvvet beni, suçsuz olduğunu bildiğim insanı hapse yollatmaya yetmez. Ben bunu yapmam, istifa ederim. Suçsuz olduğunu bildiğim birini bırakabilir miyim, onu bilmiyorum. Gerçekten tutuklanma korkusu olan bir hâkim olsam yapabilir miydim, gücüm ona yeter miydi? Gerçekten bu soruya cevap veremem ama herhalde istifa ederdim böyle bir ikilemle karşılaşmamak için. İçeridekilere tek diye bileceğim şu: İnanın, bitecek. Eninde sonunda haklılığınız görülecek. Sizleri unutmadık, biz de sizlerle hâlâ içerideyiz. Yalnız değilsiniz.” “Cezaevinin iyi tarafı da oldu” Her deneyim gibi iyi cezaevinin de iyi yanları olduğunu ifade eden Aslı Erdoğan, “Bazı sözcükleri benim için biraz daha somutlaştırdı: dayanışma, özgürlük. Kendi hayatımdaki hücreleri ve hapishaneleri keşfettim gerçek bir hapishaneye girince. Bu kadar çok kişi, kurum arasında en başta kendim tarafından kısıtlandığımı, en korkunç gardiyanın aslında kendi korkularım olduğunu ve birçok şeyin kadrini bilemediğimi. Özellikle insanların sevgisinin ne kadar kıymetli olduğunu, annemi, anne sevgisini yeniden keşfettim. Özgürlük bunlarla çok iç içe aslında. Bazen bir ağaca dokunabilmek, bir kahve içebilmek ne kadar tatsız ve kötü olursa olsun ve sevdiklerimle birlikte olabilmek. Bunlardan bağımsız bir şey değilmiş aslında özgürlük” diye konuştu.
© Tüm hakları saklıdır.