15 Eylül 2021 00:00
Kıbrıs'ta çözüm süreci 2017'de Crans Montana sürecinin beklendiği şekilde bitmemesinin ardından bir kez daha durma noktasına geldi. Ersin Tatar, 2020'de "müdahale" tartışmalarıyla geçen bir seçimin ardından Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olduktan sonra Ankara açıkça adada federal çözümü terk edip iki devletli çözümü desteklemeye başladı. Tatar'ın söylemleriyle birlikte Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) Cumhurbaşkanı Nikos Anastasiadis'in de söylemleri sertleşmeye başladı. Kıbrıs sorununa çözüm arayışları bir kez daha çıkmaza girerken geçen hafta GKRY'de Eğitim Bakanlığı'nın, öğretmenlere, ders kitaplarından Atatürk'ün olduğu sayfaları yırtmalarını söylediği ortaya çıktı. Gelişmeleri T24'e değerlendiren Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türklerin oylarıyla AB üyesi Güney Kıbrıs'ın kontenjanından seçilen ilk Türk AB parlamenteri Niyazi Kızılyürek, "Siyasi elitler milliyetçiliği bir araç olarak kullanıp okullara taşıyorlar" dedi.
Avrupa Birliği'ne üye olan bir ülkede kitap sayfalarının yırtılmasının talep edilmesinin kabul edilemez olduğunu ifade eden Kızılyürek, konuyu Avrupa Parlamentosu Kültür ve Eğitim Komitesi'ne taşıyacağını belirtti. Kızılyürek, Eğitim Bakanlığı'nın talebine Rum tarafında sert tepki gösterilmesinin memnun edici olduğunu belirtse de, son gelişmenin "sivil toplumun uzlaşmaya açık olmasına rağmen siyasetin kitlenmiş olması" şeklinde ifadelendirdiği bir başka kronik soruna işaret ettiğini vurguladı.
GKRY Eğitim Bakanı'nın milliyetçi tutumuyla tanınan bir siyasetçi olduğuna dikkat çeken Kızılyürek, iki tarafın da eğitimde reforma ihtiyaç duyduğunu belirtti.
"Kıbrıs sorununun çözülmesi ne üniter devletle, ne iki ayrı devletle mümkündür. Bu tür öneriler sorunu uzatmaya ve gerilimi çoğaltmaya yarar" görüşünü dile getiren Kızılyürek, adada kalıcı çözümün sadece Birleşmiş Milletler liderliğinde bir federal devlet kurulmasıyla sağlanabileceğini savundu. Kızılyürek, bu çizgiye dönmesini umduğunu vurguladığı Türkiye'nin böylece Anastasiadis üzerindeki baskıyı artırabileceğini belirtti.
Niyazi Kızılyürek'in T24'ün sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
Geçen hafta Eğitim Bakanlığı'ndan gelen acil kodlu bir mesajla, öğretmenlerden ders kitaplarından Atatürk fotoğraflarını yırtmaları istendi. Neden bu yıl böyle bir karar şimdi alındı?
Şunu söylemek gerekiyor; mevcut Kıbrıs Rum Eğitim Bakanı çok milliyetçi tavırlarıyla bilinen bir siyaset insanıdır. Herhalde böyle bir şey yapması kimseyi şaşırtmadı, ama çok sert tepkilerle de karşılaştığını söylemem gerekiyor. Doğrusunu isterseniz bu asla kabul edilemeyecek bir yaklaşımdı ve ben de zaten müdahalede ve açıklamalarda bulundum. Aynı zamanda bu konuyu da Avrupa Parlamentosu Kültür ve Eğitim Komitesi'ne taşımaya kararlıyım. Çünkü AB üyesi bir ülkede, bir kitabın sayfasını yırtmak kabul edilebilir bir şey değildir. Yapılana yükselen tepkiler vardı, hoş tarafı buydu. Öğretmenler Sendikası'ndan, entelektüellerden, Emekçi Halkın İlerici Partisi'nden (AKEL) gelen sert tepkilerin ardından sayfaların yırtılmasından vazgeçildi ama bu sefer de kitap müfredattan kaldırıldı. Bu da kabul edilebilir bir şey değildir. Üstelik çok böyle nefret dolu, yalan yanlış söylemlerle Eğitim Bakanı kendisini savunmaya çalıştı. Yaptığı açıklamaların hiçbiri de tarihi gerçeklere uymuyordu; Atatürk ile ilgili kısmından söz ediyorum. Doğrusu çok üzücü bir olayla karşı karşıyayız, ama sayın Eğitim Bakanı'nın milliyetçi biri olduğu da yaygın bir kanıdır.
Aslında siz de yaşananlardan sonra bir açıklamada bulundunuz; adanın iki tarafında da milliyetçiliği eğitim sistemine bir şekilde işlediğinden söz ettiniz. Bu adadaki ayrıştırmayı daha da fazla artıran bir şey değil mi?
Ben yıllardan beri tarih eğitimi üzerinde çalışan bir akademisyenim; hem Balkanlar hem de Kıbrıs konusunda. Uzun zaman bu konu hakkında bir proje yürüttük ve tarih eğitiminin nasıl nefreti ve önyargıları çoğalttığını saptadık ve buna alternatifler önerdik. Kıbrıs, bu ülkeler arasında en kötü durumda olan örneklerden bir tanesi. Tarih eğitiminin tamamen karşılıklı önyargılar üretmeye dayalı olduğunu söyleyebilirim. Nitekim şu konuştuğumuz sırada da Avrupa parlamenteri olarak yaptığım yeni bir çalışma ile Kıbrıs Türk ve Rum okullarında tarih eğitimini değerlendirdim. Bu çalışma üç dilde piyasaya bugün çıktı ve cuma günü tanıtımını yapacağız. Hatta tanıtımında Sayın Mehmet Ali Talat- ki biliyorsunuz kendisi cumhurbaşkanı olduğu zaman tarih kitaplarını iyi yönde değiştiren biriydi- ve eski Kıbrıs Rum Eğitim Bakanı Andreas Demetriou yer alacak. O da tarih eğitimini değiştirmeye çalışmış ve başaramamış, çünkü çok sert tepkilerle karşılaşmıştı. Hatta istifa etmesi gerekmişti. Şimdi cuma akşamı Lefkoşa'da bu önemli kişinin tanıtacağı bu eseri piyasaya sürüyorum. Kitap İngilizce, Türkçe ve Yunanca yayımlandı. Umarım bu tür tartışmalarda hem kamuoyunu bilgilendiririz hem de tarih eğitiminin gözden geçirilmesi gereğini de herkes anlar. Ancak doğrusunun isterseniz Kıbrıs Rum Eğitim Bakanı'ndan ve KKTC'deki mevcut ortamdan umutlu değilim. Siyasi elitler milliyetçiliği bir araç olarak kullanıp okullara taşıyorlar. Bu ortada duran bir gerçeklik. O yüzden sivil toplumu bu konuda aydınlatmakla yetineceğiz şu aşamada. Ama aynı şekilde zaman zaman bu meseleleri de AP Kültür ve Eğitim Komitesi'ne taşıyacağımı da söylemek isterim.
AB Kıbrıs'ı Rum yönetimi altında tek devlet olarak tanıyor. Tatar yönetiminde KKTC'nin söylemleri sertleşirken Rum tarafında Anastasiadis'in söylemleri de sertleşmeye başladı. AB'nin sürecin ciddileşmemesi, hatta çözülemeyecek bir noktaya gelmemesi için oynayabileceği veya oynamayı planladığı bir rol var mı?
AB, Kıbrıs sorunu konusunda çok büyük bir düş kırıklığına uğradı. Çünkü Kıbrıs Cumhuriyeti AB'ye üye olurken aslında bütün beklentiler Annan Planı etrafında adanın tekrar birleşmesi yönündeydi. Ancak bu maalesef bildiğimiz gibi gerçekleşmedi. Dolayısıyla de-facto bölünmüş bir devlet AB üyesi oldu. AB o tarihten beri Kıbrıs sorununa son derece dikkatli yaklaşıyor. Öne çıkmaya uğraşmıyor. Daha çok BM'nin yürüttüğü diplomasi çabalarına destek vermekle yetiniyor. Kıbrıslı Türklere bir miktar mali destek aktararak destek çıkmaya çalışıyor ama AB'yi bir oyuncu olarak görmüyoruz. Bir aktör olarak görmüyoruz. Zaten Türk tarafının da itirazları var. Yani Kıbrıslı Rumların AB'ye girmiş olmasından ötürü Türkiye de AB'nin aktif olarak sürece dahil olmasına karşı çıkıyor zaten. Dolayısıyla AB, Kıbrıs konusunda maalesef mevcut bölünmüşlük durumuyla yaşamak zorunda kaldı diyelim. Fazla bir etkisi olduğunu maalesef söyleyemem.
Peki AB'nin direkt bir aktör olarak etkisi olmasa da GKRY'nin üye ülke olması masada Türkiye veya KKTC'ye karşı elini güçlendirmiyor mu? Ya da bir eşitsizlik ortamı oluşturmuyor mu?
Elbette bir eşitsizlik olduğu kesin. Sonuçta AB dediğimizde bir tür üye devletler kulübü, bir tür devletler konfederasyonundan söz ediyoruz. Biliyorsunuz bazı kararlar da oybirliğiyle alınıyor. Dolayısıyla orada Kıbrıs Rum temsilcinin olması ve Kıbrıslı Türk temsilcilerin olmaması durumu zorlaştırıyor açıkçası. Ama öbür yandan şunu da söylemeliyim ki; Türk tarafı 2004 yılında bir etik üstünlük yakaladı ve Kıbrıs Rum tarafı da bir etik prestij kaybına uğradı. Dolayısıyla Kıbrıs Rum tarafı da istediğini elde edemez AB kurumlarında. Hatta bu konuda çok şikâyetçi olduklarını biliyorum. Onların talepleri Türkiye'ye yaptırım uygulanmasından tutun da birçok noktaya kadar gidiyor. Onlar da istedikleri sonuçları alamıyorlar çünkü bir anlamda AB üyesi olurken ciddi prestij kaybına uğradılar. Dolayısıyla AB her ne kadar orada bir Kıbrıslı Rum oyu olduğu için temkinli davransa da, açık bir şekilde Kıbrıslı Rumların izlediği siyaseti izlemiyor. Biliyorsunuz Kıbrıs Rum tarafı defalarca ‘Türkiye'ye yaptırım uygulansın' diye geldi Konsey'e. Ama hiçbir zaman bu yönde ciddi adımlar atılmadı. Başta Almanya olmak üzere diğer üye devletler bunu önlüyor. Bu da Kıbrıs Rum tarafının şikâyeti. Bu şekilde tabii devam edemeyiz. Bu anlattıklarım bize bir uzlaşmanın şart olduğunu da gösteriyor.
Dediğim gibi, Tatar'ın söylemleri sertleştikçe Anastasiadis'in söylemleri de sertleşiyor. Rum liderin söylemlerinden de ‘1960 Anayasası'na dönüş' vurgusu öne çıkıyor. Bu söylemden ne çıkarım yapmalı; ne anlamalıyız?
Bakın ben Sayın Anastasiadis'in bu konudaki söylemlerini hiç ciddiye almıyorum açıkçası. 1960 Anayasası'na dönmenin hiçbir koşulu olmadığını düşünüyorum. Anastasiadis'in 2017 Crans Montana'dan sonra zaman zaman ortaya farklı görüşler attığını gördük. Çünkü 2017 Crans Montana'da Anastasiadis'in çözüm iradesi sınandı ve federal çözüm konusunda istekli olmadığı ortaya çıktı. O tarihten sonra zaman zaman ‘iki ayrı devlet'ten söz etti, zaman zaman ‘gevşek federasyon'dan söz etti, son olarak da ‘'Efendim işte 60'a da dönebiliriz'' şeklinde şeyler söylüyor. Ben bunları pek ciddiye almıyorum; 60'a dönüşün hiç koşulu yok zaten. Rum tarafında da bu çok ciddiye alınmış bir şey değil, başta AKEL olmak üzere epey bir tepki geldi zaten. Diğer taraftan şu da var; Crans Montana'dan sonra Türkiye'nin politikasında da bir değişim oldu ve federal devlet yerine iki ayrı devlet modeliyle geldiler. Bir tarafta federal çözümden yana ağırlığını koymayan bir Nikos Anastasiadis, diğer tarafta belki ona tepki olarak ‘artık iki ayrı devletten konuşurum, bir üçüncü model hakkında konuşmam' diyen Türk tarafı. Dolayısıyla Kıbrıs sorunu tam bir çıkmaza sürüklenmiş oldu. Bu koşullarda ne iki ayrı devlet mümkündür ne de Kıbrıs Cumhuriyeti'ne dönüş mümkündür. Bunun altını çizmekte yarar var. Kıbrıs sorununun çözülmesi ne üniter devletle ne iki ayrı devletle mümkündür. Bu tür öneriler sorunu uzatmaya ve gerilimi çoğaltmaya yarar.
Adada eğer kalıcı bir çözüm istiyorsak BM kararlarının da uluslararası toplumun da kabul ettiği siyasi eşitlik temelinde bir federal devletin kurulmasıdır. Bence Türk tarafı oradan ayrılmamalıydı. Oraya dönmek gerekiyor, doğru politika odur. Anastasiadis üzerinde bir baskı oluşturulacaksa da federal devleti sahiplenerek bu baskıyı uygulayabilirsiniz. Onu zor duruma düşürebilirsiniz. Aksi halde şimdi olduğu gibi siz iki devlet dediğiniz zaman Anastasiadis'in eli rahatlıyor maalesef. Uluslararası toplum seviyesinde de böyledir bu. Dolayısıyla bu son dönem Türk politikasını son derece yanlış buluyorum, umarım bir an önce oradan dönülür.
Son olarak şunu sormak istiyorum; BM'nin yürüttüğü bir süreçte federal çözüme doğru bir yolda gidilse bile geçmişte de şimdi de iki tarafın da taviz vermekten kaçındığını gördük. Diyelim ki masaya bir çözüm getirildi; Annan Planı'nda yaşananların aynısının yaşanmayacağının bir garantisi var mı?
Garantisi yok; hayır. Hiçbir şeyin garantisi yok. Söz konusu Kıbrıs ise hiçbir şeyin garantisi yok çünkü maalesef siyasi elitler Kıbrıs sorununun parçası oldular. Siyasi elitler sorunu çözen aktörlerden ziyade o sorunun parçası haline geldiler, federalist bir duyarlılık geliştirilemedi, ortak yarar kavramı üzerine düşünülemedi; etnik milliyetçi bir zeminde ve o siyasi kültüre hapsolarak düşünüyor siyasiler. Biz, siz, o, öteki üzerine kurulmuş bir anlayışla devam ediyorlar. Federal devlet diyoruz ama federalist bir kültür oluşmadı maalesef Kıbrıs'ta. Dolayısıyla belki bir uzlaşma noktası aranacaktır. Bence önce bir stratejik anlaşmanın sağlanması çok önemli. Toplumları aşamalı olarak federal devlete doğru götürmek; belki daha evrimci bir plan üzerine düşünebiliriz. Ya da daha gevşek bir federasyonla başlayabiliriz. Federe devletlerin yetkilerinin çok olacağı, federal devletin yetkilerinin daha az olacağı, toplumların zamanla kaynaşacağı bir model olabilir. Ama şunu da söyleyeyim; dışarıdan bakıldığında siyasi elitlerin yüksek sesle birbirlerine bağırdığı, milliyetçi nutuklar attıklarını görürsünüz ama zannetmeyelim ki Kıbrıslı Türkler ve Rumlar gündelik hayatlarında bu tür kavramlarla yaşıyorlar. Gündelik hayatta çok farklı şeyler de oluyor. İki toplumun birbiriyle ilişkilerinde kaç yıldan beri aşılmış olan geçit noktalarından sonra en ufak bir gerilim bile yaşanmıyor. Bir sürü iki toplumlu girişim vardır. Yani başka şeyler de oluyor Kıbrıs'ta; ama bunlar sivil toplum düzeyinde oluyor. Siyasi aktörlerde kilitleniyoruz. Gerçek olan budur
© Tüm hakları saklıdır.