17 Nisan 2016 17:30
Prof. Dr. Güngör Uras, eski başbakan Tansu Çiller'i çok sevdiğini belirterek, "Tansu o zamanlar fıstık ve sempatikti. Bakışları, elimizi tutması etkileyiciydi. O gün Antalya’da arkadaş olduk. Kocasıyla da tanıştık. Emre Gönensay ve eşi de aramızdaydı. 6 kişilik grup olduk" dedi. Güngör Uras, Tansu Çiller'in politikaya gazeteci Nazlı Ilıcak sayesinde girdiğini öne sürerek, "Biz 35 yıldır Yeniköy’de yaşıyoruz. Tansu’lar Yeniköy’den yalı aldılar ama kimseyi tanımıyorlardı. Eşim Nuran 'Biz hafta sonları Ilıcaklar’a gidiyoruz. Havuzlarında yüzüyoruz. Tekneleriyle bizi gezdiriyorlar. Sizi de götürelim' dedi. Tansular’ı da aldık gittik. Kapıyı Nazlı açtı. Tansu’yu görür görmez 'Ayy sen ne güzelsin! Ben seni başbakan yapayım' dedi. Tansu’nun politikaya girmesi Nazlı sayesinde oldu." diye konuştu.
Güngör Uras ayrıca, eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın ANAP'ı kurarken kendisini çağırmadığını söyledi. "Kendine yakın hissettiği insanlarla, birlikte çalışmak istediklerini ayırabilirdi" diyen Uras, "Ecevitler’le mesafeli ve ciddi bir ilişkimiz oldu ama Turgut Bey’lerle yakındık. Akşamları evlerine giderdim. Hafta sonları beraber çıkardık. Yemekten sonra Bulvar Palas’a, Ankara Oteli’nin gece kulübüne giderdik. Onlar konyak içerdi. Gece 12’ye kadar dans eder, dağılırdık" ifadelerini kullandı.
Habertürk'ten Kübra Par'a konuşan Güngör Uras'ın açıklamaları şöyle:
Güngör Bey siz tam bir Cumhuriyet çocuğusunuz değil mi?
Aynen öyle! Cumhuriyetin 10. yılında doğmuşum. Annem ve babam İstanbullu. Annemin babası subaydı. Üsküdar kanun zabiti iken Denizkızı Eftalya’yı metres tutmuş! Sonra da Balkan Savaşı’na gitmiş. Milli mücadele sırasında hem annemin hem babamın ailesi İstanbul’u terk etmiş. Ömrümün büyük bölümü Anadolu’da geçti.
1930’larda geçen çocukluğunuza dair aklınızda neler kaldı?
Her şehirden bir hatıram var. 2. Dünya Savaşı’nda Bartın’daydık. Mısır koçanı unundan yapılmış ekmeği karneyle almak için sırada beklerdik. 1, 5, 10 numaralı gaz lambaları vardı. Babam banka müdürü olduğu halde 1 numaralı idare lambasını yakabiliyorduk.
İstanbul’a taşınmışsınız sonra...
Babam Beylerbeyi Sarayı’nda son şehzadenin yaveriymiş. Büyükannem de oğluna yakın olmak için orada ev tutmuş. Babam Anadolu’ya geçince babaannem beline tabancasını koymuş tek çocuğu olan babamın peşinden gitmiş. Harbin ilk yıllarında Tekirdağ boşatılıyordu. Babam İstanbul’a tayin oldu. Yeniden Beylerbeyi günleri başladı. Büyükannemle Nişantaşı’ndaki eski saraylıların evlerine ziyarete giderdik. Bunlardan biri de Fatin Rüştü Zorlu’nun annesiydi. Saraylı hanım masanın başında otururdu. Zille uşağı çağırırdı. Kadıköy’deki köşklerde de eski saraylılar otururdu.
Osmanlı havasını hisseder miydiniz?
Babam Osmanlı subayı, annem de Osmanlı kadınıydı ama cumhuriyete de uyum sağladılar. O zamanlar okumuş insan çok azdı. Babam her gittiği yerde Halk Fırkası Başkanı, Tayyare Cemiyeti Başkanı olurdu. Hepsinin cumhuriyet balosu olurdu.
O ilk kuşakta Cumhuriyet’e tepki yok muydu?
Aksine büyük bir hayranlık vardı. Büyükannem, annem Atatürkçüydü. Biz de öyle yetiştik. Büyükannem Atatürk’ün kızlarının hepsini tanırdı. Fikriye Hanım’ın nasıl öldüğünü anlatırdı. Herkes intihar etti sanıyordu ama işin aslı herhalde öyle değildi...
1943 yılında Ankara’ya taşınmışsınız. Nasıl bir hava vardı?
Ankara’da ev bulmak zordu. Güneri Civaoğlu’nun babasının yardımıyla bir ev bulabildik. Bir bağ evinin alt katında oturduk. O zamanlar devlet memurluğu çok önemliydi. Babam 1. derece memurdu. Cumhuriyet bayramlarına davet edilirdi. Katılmak çok önemliydi. 3 aşaması vardı. Mecliste tebrikat, hipodromda resmi geçit, akşam da Ankara Palas’ta balo olurdu.
2. Dünya Savaşı’nın baskısını hissediyor muydunuz?
Onları hatırlamıyorum ama savaşın bittiğini hatırlıyorum. Artık gece camları karartmıyorduk.
Güneri Civaoğlu’yla arkadaş mıydınız?
Benden yaşça küçüktü. Onların bakıcıları vardı, demek ki daha zenginlermiş! Bakıcıları bize getirirdi. Annem onlara çay ve kurabiye yapardı.
Oğuz Atay’la da arkadaşmışsınız...
Yenişehir Lisesi’nden sınıf arkadaşımdı. Şimdi orası Ankara Koleji oldu. Oğuz, hep elinde defterle dolaşırdı. Kimse o defterde ne yazar bilmezdi. İçine kapanık bir çocuktu.
1950’leri nasıl hatırlıyorsunuz?
Benim için önemli yıllardı. Babam o zamanlar Halk Bankası’nda çalışıyordu. Kooperatifçiliğe ilgim o zamanlar başladı. Babam Türk Ekonomi Kurumu ve Türk Kooperatif Kurumu’na üye oldu. O zamanlar önemli müesseselerdi. Bütün bu derneklerdeki Kadro’cuları tanıdım. Vedat Nedim Tör, Asım Süreyya İloğlu, Süleyman Vaner, Şevket Süreyya Aydemir hep gelirlerdi. Ben o sırada Mülkiye’de talebeydim. O yıllarda Celal Bayar’ı da tanıdım.
Nasıl bir adamdı Bayar?
Celal Bayar medeni bir insandı. Şimdiki devlet adamları gibi değildi. Bir yere gelirse herkesle konuşurdu. Görüşlerimizi alırdı. Sakıp Sabancı’nın evinde birkaç kez yemek yedik.
Kadro hareketinden hiç etkilenmediniz mi?
Etkilenmez olur muyum! Ama o yıllarda politik tartışmadan çok eski hatıralarından bahsederlerdi. Devirleri geçmişti.
“Cumhuriyet çocuğu olarak her değişimin tadını aldık. Gaz tenekesiyle kuyudan su çekerdik. O suyu odun ateşinde ısıtır, yıkanırdık. Daha sonra su kazanıyla yıkandık. Bu daha büyük bir şeydi. İstanbul’a gelince termosifonla tanıştık. Buzdolabı, çamaşır makinesi almak büyük sevinç yarattı. Paramız olunca kaloriferli eve taşındık. Bütün bunların zevkini tattık...”
Devlet Planlama Teşkilatı’ndaki günleriniz nasıldı?
Ben ve eşim planlamada uzmandık. Başbakanlık binasına yakındık. Toplantılara bizi de çağırırlardı. Kabinedeki tüm bakanlar bir masanın etrafında toplanır, Süleyman Demirel’e vaziyeti anlatırdı. Biz de yeri geldiğinde bilgi verirdik. Demirel bizi ismen bilirdi.
DPT’de Yalçın Küçük ve Hikmet Çetin gibi isimler de çalışıyormuş o dönem...
Hikmet Çetin her topa vuran biriydi. Özal’a “Turgut Ağabey”, Ecevit’e “Bülent Patron”, Demirel’e “Süleyman Bey” derdi. Yalçın Küçük orijinal adamdı. Kimseye angaje olmamıştı.
Siz sağcı mıydınız yoksa solcu mu?
Planlamaya başladığım zaman solculara göre güya daha ılımlıydım. Sonunda herkes o kadar sağa geçti ki ben solda kaldım! Politikacılarla yakınlığım 70’lerde başladı. Ziya Gökalp Mülayim’in en yakın arkadaşı Rahşan Hanım ve Bülent Bey’di. O sırada bekârdım ve hangi lokanta iyidir bilirdim. Ecevit’lerle iki haftada bir lokantaya giderdik.
Turgut Özal’la mı daha yakındınız yoksa Ecevitler’le mi?
Ecevitler’le mesafeli ve ciddi bir ilişkimiz oldu ama Turgut Bey’lerle yakındık. Akşamları evlerine giderdim. Semra Hanım el işleriyle uğraşırken Turgut Bey pijamasıyla oturur benimle çalışırdı. Semra Hanım “Güngör sen yine bir kızı sıkıştırmışsın” diye takılırdı. Turgut Bey de “Karıştırma şimdi o işleri Semra” derdi. Hafta sonları beraber çıkardık. Yemekten sonra Bulvar Palas’a, Ankara Oteli’nin gece kulübüne giderdik. Onlar konyak içerdi. Gece 12’ye kadar dans eder, dağılırdık.
Turgut Özal ANAP’ı kurarken sizi de çağırdı mı?
Çağırmadı. İnsan seçimine çok dikkat ederdi. Kendine yakın hissettiği insanlarla, birlikte çalışmak istediklerini ayırabilirdi. Teşvik Uygulama Dairesi’ni kurduğunda çok yakındık. “Buraya namuslu birini bulmamız gerekiyor” dedi. Çetin Tokcan’ı solcu olduğu gerekçesiyle planlamadan atmışlardı. “Bana iş yapan adam lazım. Solculuğu önemli değil, işini namuslu yapıyordu” dedi ve onu getirmemi istedi. Para bankanın sorumlusu olduğum için iki devalüasyonda da katiptim. Çok hızlı kararname yazardım. Turgut Özal, Kemal Cantürk ve Naim Talu itimat ettikleri için beni yanlarına alırdı. Bu kadar yakın olmamıza rağmen Turgut Özal bana hiç politika teklif etmedi. Ben TÜSİAD’da çalışırken bana katkıda bulunmak için masama otururdu. Her akşam beni arardı. Bir akşam aradığında “Güngör, senin içinde hep Merkez Bankası’nda çalışmak vardı. Artık orada başkan yardımcısı olmanın zamanı geldi” dedi. “Turgut Bey ben olursam başkan olurum” dedim. Ertesi sabah gazetede “Turgut Özal’ın Merkez Bankası kararnamesi hazırlandı ama Necmettin Hoca kararnameyi imzalamadı” yazıyordu. Meğer kendi başkan olacakmış. Beni de yardımcı olarak istemiş! (Gülüyor).
Özal’ın başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı döneminde yakın dostluğunuz devam etti mi?
Yeniköy’de arkamızda oturuyorlardı. Arada sırada görüşürdük. Cumhurbaşkanı olduğunda davetlere eşim ve beni çağırırdı. Ölümünden kısa süre önce “Yaptıklarımı en iyi sen biliyorsun. Bütün dokümanlarımı sana vereyim her şeyi yaz” dedi.
Özal’ın öldürüldüğü iddialarına ne diyorsunuz?
Şeref Özgencer diye bir arkadaşımız müzikli toplantılar yapardı. Turgut Bey, Şeref’i çok severdi. Bir gün Turgut Bey Doğu’dan gelmişti. Yine Şeref’leri topladı. Çok yorgundu ama yine de devamlı yemek yiyordu. O hafta içinde de öldü. Zehirlediğini söylüyorlar ama adam yorgundu. Çok perişandı.
Gündelik hayat nasıldı?
1940’lı yıllarda Ankara’da trene biner Gazi Atatürk Çiftliği’ne giderdik. Marmara ve Karadeniz Havuzu vardı. Kızlı erkekli yüzülürdü. Bira Parkı’nda bira içer, Çiftlik Gazinosu’nda kuzu dolması yerdik. Göl Gazinosu’nda alaturka müzik vardı. Süreyya’da dans ederdik. Mümtaz Tarhan’ın yeğeni Cem Tarhan arkadaşımdı. Babasının çevresi sayesinde Ankara Palas’a gitmeye başladık. Orada Happy Boys orkestrası çalardı. Bir gün bizden yaşça büyük hanımefendilerle birlikte gittik. Refik Koraltan da genç bir hanım arkadaşıyla gelmişti. Orkestradan tango çalmalarını istedi. Genç hanımla olmayınca benimle gelen olgun hanımla dans etti. Bakanlar da oraya gelirdi. O zamanki politikacılar çok çapkındı, çekinmezlerdi!
“Ankara’da ‘Kızılay turlaması’ diye bir şey vardı. Akşamüzerleri Kızılay Meydanı’ndan başlayıp, büyük sinemanın önüne kadar turlardık. Herkesin bir grubu vardı. Talat Aydemir’in grubundan bir hukukçu yakın arkadaşımdı. Bir gün Talat Aydemir yaklaştı, “İhtilal yapacağım erken gidin. Kabineyi de kurdum, Adnan Başer Kafaoğlu maliye bakanı olacak” dedi. Gidip Adnan Bey’i tebrik ettik. Bize çikolata ikram etti ama darbe başarısız oldu!”
Tansu Çiller’le de çok yakınmışsınız...
Evet, Fıstık Tansu derdim, onu çok severdim! TÜSİAD’da güzel bir arkadaş ortamımız vardı. Erdoğan Alkin, Erol Manisalı, Demir Demirgil , Mükerrem Hiç ve Nusret Ekin ile bir takım olduk. Avrupa Birliği’nden önemli birisi gelmişti. Hep birlikte Antalya’da bir otelde buluştuk. Önümüzden bir kız geçti. Hepimizin ağzı açık kaldı. Toplantı bitti hepimiz kızın peşinden koştuk. Demir Hoca “O benim patronum” dedi. Bizi tanıştırması için ısrar ettik. Gittik tanıştık. Tansu o zamanlar fıstık ve sempatikti. Bakışları, elimizi tutması etkileyiciydi. O gün Antalya’da arkadaş olduk. Kocasıyla da tanıştık. Emre Gönensay ve eşi de aramızdaydı. 6 kişilik grup olduk.
Biz 35 yıldır Yeniköy’de yaşıyoruz. Tansu’lar Yeniköy’den yalı aldılar ama kimseyi tanımıyorlardı. Eşim Nuran “Biz hafta sonları Ilıcaklar’a gidiyoruz. Havuzlarında yüzüyoruz. Tekneleriyle bizi gezdiriyorlar. Sizi de götürelim” dedi. Tansular’ı da aldık gittik. Kapıyı Nazlı açtı. Tansu’yu görür görmez “Ayy sen ne güzelsin! Ben seni başbakan yapayım” dedi. Tansu’nun politikaya girmesi Nazlı sayesinde oldu. Süleyman Bey çok sık, Bülent Ecevit arada sırada Nazlılar’a gelirdi. Tansu ve Emre onlara “Boğaziçi’nin parlak çocukları” olarak takdim edildi. Tansu devlet bakanı olmuştu. Bir gün Süleyman Bey’in yanında “Aaa Fıstık da buradaymış” dedim. Tansu “Güngör Ağabey bana bundan sonra fıstık deme” dedi. Böylece fıstıklık sona erdi...
1974-1980 arası TÜSİAD’ın başındaydınız. O dönem de siyasilerle TÜSİAD’ın arası açık mıydı?
Tam tersiydi. TÜSİAD sadece politikacılar tarafından değil, solcular tarafından da benimsenmişti. TÜSİAD yayınları çok ilgi görüyordu. Alternatif bütçe ve kalkınma politikalarını, milli geliri o yayınlarda basitçe anlatıyorduk. DİSK de, sağcılar da, solcular da TÜSİAD’ı izliyordu. Hiçbir politik fark yoktu...
Türkiye’deki burjuva ailelerin büyümesi ve sermayenin el değiştirmesi süreci nasıl yaşandı?
İstanbul’da Anadolu sermayesinin güçlenmesinin arkasında Türkiye Sınai Kalkınma Bankası vardır. Koç, Arçelik, Borusan, Profilo, Eczacıbaşı Sınai Kalkınma Bankası’ndan verilen döviz kredileriyle kuruldu. Anadolu kaplanları gibi özenmeler oldu ama ikisi hariç hiçbiri yaşamadı.
Neden?
Büyümenin bir kültürü var. Sadece teşvikle olmaz. Sanayileşmenin para getirmediğini düşündüler. Fabrikalarını bırakıp gayrimenkule döndüler. Fabrikaların yerlerini bile toplu konuta dönüştürdüler.
Yani, bugünkü büyük inşaat projelerinin sermayedarları Turgut Özal döneminden kalma diyorsunuz. AK Parti döneminin kendi sermayedarlarını yarattığı düşünülüyor. Böyle bir el değiştirme var mı?
Türkiye’de önemli el değiştirmeler var. Varlık vergisi, 6-7 Eylül olayları sermayenin el değiştirmesine yol açmıştı. Şimdiki büyük projeler sermayede yeni el değiştirmeye yol açıyor. Değişen şey üretim tesisi mi? Rant tesisi mi? Önemli olan bu. Üretim tesisinin büyümesi ekonomik bakımdan önemlidir ama yapılan hizmetler geçiciyse zararlı olur.
Türkiye’nin geçirdiği bütün dönüşümlere tanıklık etmiş biri olarak bugünü nasıl görüyorsunuz?
Türkiye’de büyük bir sosyal değişim oldu ama bu değişimi iyi yönetemedik. Sanayileşme olmadan köyden şehre göç oldu. Gelenler eski şartları şehre empoze ettiler. İstanbul, Anadolu kültürüne döndü.
Sanayileşmemenin tek faturası bu mu oldu?
2. Dünya Savaşı’ndan sonra pat diye Dünya Ticaret Örgütü’ne girdik. Gümrükleri sıfırladık. Washington Konsensüsü’nü hatırlayın. Büyük ülkeler toplanıp “Gelişmekte olan ülkeler sanayileşirse bizim pazarlarımıza el koyarlar. Onlar turizme, tarıma, hayvancılığa, madenciliğe girsin” dediler. Washington Konsensüsü’nü, Dünya Bankası ve IMF uyguladı. Kemal Derviş, IMF’nin politikalarını hayata geçirirken bütün sanayi tesislerini sattık ve kapattık.
Bunun maliyeti ne oldu?
Tüketerek büyüyoruz. Cari açığı ekonomideki yavaşlama sayesinde küçülttük. İthalatımız ya da ihracatımız arttığı için değil... Son 10 yıl bütün dünyada paranın en bol dönemiydi. Türkiye’ye şakır şakır para girdi. Hepsini yedik. Bu Türkiye’ye zenginlik görüntüsü verdi ama ekonomik ölçekli yatırım yapılmadı. Yıkılan SEKA fabrikasının bahçesine yapılan Ford fabrikası dışında 2002 yılından bu yana dışa dönük ekonomik ölçekli yatırım yapamadık. Fabrikaların yerine binalar diktiler. Dünyaya satabileceğimiz mallar üretmemiz gerekiyor.
© Tüm hakları saklıdır.