16 Mart 1988’de Saddam Hüseyin’in liderliğindeki Irak Baas Rejimi’ne ait uçak ve helikopterlerle gerçekleştirilen kimyasal silah saldırısında çoğunluğu çocuk, kadın, yaşlı en az 5 bin Kürt'ün hayatını kaybettiği Halepçe Katliamı'nı fotoğraflarıyla dünyaya duyuran gazeteci Ramazan Öztürk, Halepçe’nin sembolü olan "Sessiz Tanık" fotoğrafının bilinmeyenlerini "7 kız çocuktan sonra ikiz erkek çocuğu oluyor. Biri anne kucağında, diğeri baba kucağında ölüyor. Daha adları konulmamış" sözleriyle anlattı.
Yeni Yaşam gazetesinden Gülcan Dereli'ye konuşan Öztürk, bölgeye ilk gidişini anlatırken "Etraftaki kapsüllerinden Halepçe’nin dışına bile çok sayıda kimyasal bomba atıldığı belli oluyordu. Yaya olarak şehre doğru yürümeye başladık. Daha sokaklara girdiğimizde ilk anlarda gördüğüm manzara bile tek başına savaşın ne kadar kirli ve acımasız olduğunu gösteriyordu. İç kesimlere doğru yürüdükçe ceset sayısı artıyordu. Koca şehir ölüm sessizliğine bürünmüştü. Bu aynı zamanda bir şehrin de ölümüydü" dedi.
Öztürk, insanların ölüm biçimlerinin kötü olduğunu belirterek, "Derileri morarmış, kabarmıştı. Hani kaynar su dökülünce insanın derisi su toplar ya işte öyleydi. Beş çeşit zehirli gaz atılmıştı. Cesetlerin üzerine küle benzer bir toz çökmüştü. Ölenler arasında çocukların sayısı fazlaydı. Kadınlar neredeyse tamamı çocuklarını korumak amacıyla onlara sarılmışken ölmüşlerdi. Bazı evlerde hane halkı sofra başında ölmüştü. Yine çoğu çocuktu. Böyle manzaralar karşısında dayanmak zordur. İnanamıyordum. Elinde silah olmayan sivil, çoluk-çocuk sıradan günlük yaşamlarını sürdüren bu insanları neden zehirli gazlarla öldürmüşlerdi" ifadesini kullandı.
"Diz çöktüm ve peş peşe deklanşöre bastım"
Yıllar sonra Halepçe belgeselini çekmek üzere bölgeye giden Ramazan Öztürk, Sessiz Tanık fotoğrafının bilinmeyen bazı yönlerini de katliamdan sağ kurtulanlarla yaptığı röportajlardan öğrendiğini söyledi.
Katliamı Sessiz Tanık fotoğrafı ile anlatabildiğini dile getiren Öztürk, "Çünkü bir fotoğraf bazen kitaplar dolusu anlatamadığınız bir olayı, tek başına anlatabiliyor. Bu da fotoğrafın gücünü gösteriyor. Böylesine bir vahşeti nasıl anlatabilirim! Hangi yazıyla, hangi fotoğrafla? Sokakları dolaşırken Ömer Hawar ve bebeğinin cesedini görünce çok etkilendim. İçimden, işte aradığım çarpıcı enstantane bu, diye geçirdim. Diz çöktüm ve peş peşe deklanşöre bastım" dedi.
Öztürk, fotoğraftaki Ömer Hawar’ın yeğeninin yıllar sonra kendisine anlattıklarını aktardı:
"Amcamın 7 kızı vardı. Ama o hep bir erkek çocuğu olsun isterdi. Sonunda yengem ikiz doğurdu, ikisi de erkek. Bombardıman başladığında, amcam kimyasal atıldığını bilmiyor, şehir bombalandı sanıyor ve erkek çocuklardan birini kundaktan çıkarıp kucağına alıyor, yengeme de diğerini sen al arkamdan koşun, diyor. Amcam alt sokakta bir akrabasının evinin altında sığınak var oraya doğru koşuyor. Tam evin önüne geldiğinde sokak kapısının basamaklarında yanlarına kimyasal düşüyor ve ikisi de orada ölüyor. Yengem ve değer kuzenlerim ise dışarı çıktıklarında bir akrabamızın pikapla kendilerini almaya geldiklerini görünce hepsi araca doluyor ama yanlarına kimyasal düşünce kurtulamıyorlar. Ben de kaçarken gözlerimden etkilendim. Daha sonra ciğerlerimde de sorun çıktı fakat en kötüsü kısır olduğumu öğrendim. Evliyim ama çocuğum olmuyor."
"Babam, 'kimyasal atıyorlar' diye bağırmaya başladı"
Öztürk, belgeseli için, katliamdan sağ kurtulanlarla yaptığı röportajlar sırasında o dönem 12 yaşında olan genç bir kadının yaşadıklarını ise şu sözlerle aktardı:
"Evdeydik, misafirler vardı. 2 askeri helikopterler alçaktan uçuyordu. Önce her zamanki uçuşlardan biri sandık. İyice alçaktan uçtuklarını ve içerdeki askerlerin fotoğraf çektiklerini görünce, ya bombalayacaklar ya da keşif yapıyorlardır, diye düşündük. Bir süre sonra patlama sesleri duyduk. Babam şehri bombalıyorlar sığınağa koşmamız için bağırdı. Hali vakti yerinde olanların evlerinin altında sığınaklar vardı. Hemen sığınağa koştuk. Bir süre sonra havanın kokusu değişti. Çürük elma kokusunu andırıyordu. Bu arada ahırdaki hayvanlar öksürmeye başladı. Küçük hayvanlar çırpınıyordu. Babam o zaman kimyasal atıyorlar, diye bağırmaya başladı. Bu defa dışarıya koştuk. Dumanın olmadığı yöne yani şehrin dışına giden yola doğru gittik. Bizden önce ve aynı zamanda koşuşturanlar arasında çok sayıda etkilenenler vardı. Öksürüp yere düşenler bir daha kalkamıyordu. Yerde yatanların ağızlarından köpükler çıkıyordu. Korkunç bir manzaraydı. Can pazarıydı. Bu nedenle herkes kendini kurtarmanın telaşındaydı. Büyüklerimiz, küçük su birikintilerinden bir bez ıslatın yüzünüzü koruyun dediler. Sonra o su birikintilerinin olduğu yere bomba düştü. Çoğu insan da o zaman birbirlerine sokularak öldü. Ben ve iki kardeşim uzakta kalmıştık, kurtulduk.”
Ramazan Öztürk
Katliama sessiz kalındığının altını çizen Öztürk, "Halepçe'de 6 bine yakın insanın yanında aslında insanlık da öldü. Çünkü dünya sessiz kaldı. Bu fotoğraflar dünyanın en etkin gazete ve dergilerinde yer almasına rağmen, ülkelerin yöneticileri ve bazı siyasetçiler, Irak ile olan menfaat ilişkileri yüzünden ses çıkarmadı. Başta komşu ülkeler sessiz kaldı. Halepçe Kürtlerin soykırımıdır. Bugün hayatta olanların önemli bir kısmı, hala kimyasalın etkilerini bedenlerinde taşıyor. Mesela binlerce insan kısır kalmış. Bu da soykırımın başka bir yüzüdür. Türkiye’nin vatandaşı olan milyonlarca Kürt’ün Irak’taki binlerce soydaşının uğradığı katliam haberi, Türkiye basınında ancak iki sütunluk yer bulabildi. Yani Halepçe Katliamı'na dünya da sessiz ve sağır kaldı, komşu ülkeler de. Türkiye, Arap ülkeleri ve diğer Müslüman ülkeler, Batılı ülkelerle birlikte sadece izlemekle yetindi. Ve savaş süreci boyunca İngiltere, Amerika, Fransa, İtalya, Hollanda, Danimarka ve diğerleri Irak’a yardım ettiler. Batı şunu düşündü; İran İslam devrimini yıkmanın tek yolu Saddam’ı destekleyip İran’ın molla rejimini savaşla devirmekti. Şat-Ül Arap su yolu bahane edilerek savaş başlatıldı. Ve bu ülkeler Saddam’a her türlü desteği verdi" diye konuştu.