26 Ağustos 2017 11:50
Cumhuriyet davasında tutuklanan gazetenin İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu, Yayın Danışmanı Kadri Gürsel 300, muhabir Ahmet Şık 239, muhasebe çalışanı Emre İper 142 gündür tutuklu. T24 yazarı Hasan Cemal, Cumhuriyet gazetesinden tutuklanan gazetecilerin tutukluluğunu değerlendirdi. "Ne hukuk devleti ne kanun devleti kaldı. Bunun ne kadar sürdürebilir veya sürdürülemez olduğu konusunda da fazla bir şey söylemek ya da öngörüde bulunmak kolay değil. Gazetecilik suç değildir, sözcükleri yasaklayamazsınız, tutuklayamazsınız" diyen Hasan Cemal, "Bu dünya despotlara kalmadı, kalmayacak" ifadelerini kullandı.
Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan haber şöyle:
Cumhuriyet gazetesinin yayın politikasının hedef alındığı soruşturma kapsamında asılsız iddialarla tutuklanan Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu, İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, Yayın Danışmanı Kadri Gürsel 300, muhabiri Ahmet Şık 239, muhasebe çalışanı Emre İper ise 142 gündür tutuklu bulunuyor. 4 yazar ve yönetici 24 Temmuz’da başlayan yargılamanın ilk duruşmasında yöneltilen bütün suçlamaları savunmalarıyla çürütmelerine rağmen soyut gerekçelerle tahliye edilmedi. Fethullah Gülen Terör Örgütü (FETÖ) üyeliği suçlamasıyla bir ağırlaştırılmış müebbet, bir müebbet ve 67 yıla kadar hapis cezası ile yargılanan savcı Murat İnam, yürüttüğü soruşturma kapsamında Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan haberleri kanıt sayarak 12 yazar ve yönetici tutuklatmıştı.
9 aylık haksız tutukluluğun ardından İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki ilk duruşmada okur temsilcisi Güray Öz, yazar Hakan Kara, Cumhuriyet gazetesi avukatları Bülent Utku ve Mustafa Kemal Güngör, çizer Musa Kart, yönetici Önder Çelik ve Kitap eki Yayın Yönetmeni Turhan Günay tahliye edilmiş, Murat Sabuncu, Akın Atalay, Kadri Gürsel ve Ahmet Şık hakkında ise ‘kuvvetli suç şüphesi’ gibi klişe bir gerekçe ile tutukluluğun devamı kararı verilmişti. İlk duruşmanın ardından ByLock kullanıcısı olduğu iddiasıyla tutuklanan Emre İper hakkında hazırlanan iddianame de bu mahkemeye yollanmış, dosya yazar ve yöneticilerinin dosyası ile birleştirilmişti. 1908’den bu yana her sene basında sansürün kaldırılması nedeniyle bayram olarak kutlanan 24 Temmuz’da başlayan Cumhuriyet davasında yazar ve yöneticileri savunmaları ile gazetecilik ve hukuk dersi vermişti. Savunmalarda 300 gündür süren tutukluluğun haksız, tutukluluğa gerekçe gösterilen delillerin asılsız olduğunu vurgulayan savunmalardan anekdot değeri taşıyan birkaçını aktarıyoruz.
Murat Sabuncu’ya mahkeme başkanı Abdurrahman Orkun Dağ sorular yöneltti. Dağ’ın “Can Dündar’ın yurtdışına çıkmasından sonra 1 Eylül 2016’ya kadarki flu dönemde manşetleri kimin belirlediği” şeklindeki sorusuna “Yazıişleri masasında belirleniyordu. Ama ‘Cumhuriyet’ ve ‘flu’ sözleri bir araya gelemez. O dönemi de ben üstleniyorum” dedi. Sabuncu, “Taşıdığınız sıfat gözetildiğinde terör ile ilgili haberlerde kriteriniz nedir” sorusuna ise “Cumhuriyet ayrım gözetmeden bütün siyasal şiddet eylemlerini terör olarak görür” karşılığını verdi. Cumhuriyet Kitap ekinin 31 Ekim’deki Cumhuriyet operasyonundan önce Türkiye’de bugüne kadar tutuklanmış, öldürülmüş yayıncıları ve yazarları kapak yaptığını anımsatan Sabuncu, şöyle devam etmişti: “Turhan Günay adının oraya ekleneceğini bilmiyordu. Burada Cumhuriyet’e özel bir parantez açmak gerek: Bu gazetede Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı öldürüldü. Bize karşı hangi itham ileri sürülürse sürülsün, hangi bedel ödetilmeye çalışılırsa çalışılsın Biz Uğur Mumcu, İlhan Selçuk, Hrant Dink, Musa Anter ve Metin Göktepe’nin yolundan dönmedik, dönmeyeceğiz.”
Soruşturma kapsamında yazar ve yöneticilerinin “ByLock kullanıcısı kişilerle ‘iletişim kayıtları’ olduğu” öne sürülmüştü. Tetikçiliği ile bilinen Cem Küçük, 26 Temmuz’da Türkiye gazetesinde yazdığı yazıda adeta mahkemeye talimat vermiş, Kadri Gürsel ve Akın Atalay dışındaki yazar ve yöneticilerinin tahliye edilmesi gerektiğini yazmıştı. Bir gün sonra yazdığı yazıda da aynı isimleri sıralamış, ceza alacaklarını yazmış, Ahmet Şık için de ‘Allah taksiratını affetsin’ demişti. Mahkeme de Küçük’ün sıraladığı isimleri tahliye etmemiş, Gürsel’in tutukluluğa devam gerekçesi olarak da “ByLock kullanıcısı kişilerle olağanın dışında sayıda görüştüğünün bir gerçeklik olduğunu” iddia etmişti. Gürsel savunmasında bu suçlamaya şöyle yanıt vermişti:
“İddia edilen toplam 112 kişiden 102’si ile olduğu iddia edilen iletişim, tamamen tek taraflı (85) SMS ve/veya (17) tek taraflı arama kaydıdır. Bana gelen SMS’lerin hiçbirine cevap vermediğim için benim bu kişilerle herhangi bir iletişim kaydımın bulunduğu iddia edilemez. Olsa olsa aksinden, yani sadece onların benimle irtibat kurma gayretlerinden bahsetmek mümkündür. Bu gayretleri de başarısız kalmıştır. Diğer bir anlatımla, bu kişilerin benimle iletişim kayıtları vardır, benim onlarla iletişim kaydım yoktur.”
Soruşturma kapsamında Cumhuriyet gazetesi yazar ve yöneticilerinin “ByLock kullanıcısı kişilerle ‘iletişim kayıtları’ olduğu” öne sürülmüştü. Tetikçiliği ile bilinen Cem Küçük, 26 Temmuz’da Türkiye gazetesinde yazdığı yazıda adeta mahkemeye talimat vermiş, Kadri Gürsel ve Akın Atalay dışındaki yazar ve yöneticiler tahliye edilmesi gerektiğini yazmıştı. Bir gün sonra yazdığı yazıda da aynı isimleri sıralamış, ceza alacaklarını yazmış, Ahmet Şık için de ‘Allah taksiratını affetsin’ demişti. Mahkeme de Küçük’ün sıraladığı isimleri tahliye etmemiş, Gürsel’in tutukluluğa devam gerekçesi olarak da “ByLock kullanıcısı kişilerle olağanın dışında sayıda görüştüğünün bir gerçeklik olduğunu” iddia etmişti. Gürsel savunmasında bu suçlamaya şöyle yanıt vermişti:
“İddia edilen toplam 112 kişiden 102’si ile olduğu iddia edilen iletişim, tamamen tek taraflı (85) SMS ve/veya (17) tek taraflı arama kaydıdır. Bana gelen SMS’lerin hiçbirine cevap vermediğim için benim bu kişilerle herhangi bir iletişim kaydımın bulunduğu iddia edilemez. Olsa olsa aksinden, yani sadece onların benimle irtibat kurma gayretlerinden bahsetmek mümkündür. Bu gayretleri de başarısız kalmıştır. Diğer bir anlatımla, bu kişilerin benimle iletişim kayıtları vardır, benim onlarla iletişim kaydım yoktur.”
Duruşmada Ahmet Şık’ın “savunma değil itham” olarak adlandırdığı konuşması sırasında mahkeme başkanı Abdurrahman Orkun Dağ, Şık’a gazeteciliğin sınırı olup olmadığını sormuştu. Şık ile Dağ arasındaki konuşma şöyleydi:
Hâkim: Gazetecilik sınırsız özgürlük içerir mi? Gazeteciliği anlattığınız burada sanık sıfatı taşıyan herkes gazeteci? Gazeteciliğin sınırları var mıdır?
Şık: Gazeteciliğin sınırını belirleyen şey; hakikatle kurduğu bağ, kamusal çıkardır. Hakikatı anlatan her şey haberdir. Gazeteciliği belirleyen evrensel kuralları var elbette. Hakikatle kurduğu bağda bir sıkıntı var mı yok mu ve kamusal bir çıkar gözetir mi gözetmez mi, buna bakılır. Barışı ve yaşamı kutsamak gerekir.
Hâkim: Barışı ve yaşamı kutsamak önemli dediniz. İddianamede bazı yazılarınız var. Bunlar bu koşulları kapsıyor mu?
Şık: 27 yıldır gazeteciyim, ben Türkiye yargısına basın özgürlüğü nedir diye anlatmaktan yoruldum.
Hâkim: İddianame...
Şık: Siz o iddianameyi çok ciddiye almayın. 27 yıldır gazeteciyim tek bir yazım tekzip edilmedi. Bunca yalanın dolaşımda olduğu bir ortamda bu gurur verici bir şey.
Hâkim: ‘MİT Reyhanlı katliamını biliyordu’ haberini neden teyit etmediniz?
Şık: Nasıl edeyim, MİT’i mi arayayım mesela? MİT yaptım der mi? Siz, ciddi soruyorum bu haberlerimi okudunuz mu?
Hâkim: MİT TIR’ları haberine ne diyorsunuz?
Şık: Gurur duyuyorum.
Hâkim: Savcı Kiraz’ı öldürenlerle konuşmanız barışı ve yaşamı savunmaya uyuyor mu?
Şık: İsterseniz sorularımı okuyun birlikte karar verelim. Benim bayrağın arkasına gizleyecek bir suçum, dinin arkasına gizleyecek bir günahım yok. Cüppelerinizin insanların canından ve özgürlüğünden yapıldığını bilin.
Cumhuriyet gazetesinin 142 gündür ByLock kullandığı iddiasıyla tutuklu bulunan muhasebe çalışanı Emre İper’in telefonunda ByLock bulamayan Emniyet, WhatsApp programındaki konuşmalarını dosyaya koymuştu. İper hakkında ByLock kullanıcısı olmadığına ilişkin adli bilişim uzmanı raporu da bulunuyor. İper, hakkındaki iddianamenin ana davanın görüldüğü İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki dosyayla birleştirilmesi üzerine 11 Eylül’de yapılacak Cumhuriyet davasında savunma yapacak.
Gazeteciler meslektaşlarının tutukluluğunu değerlendirdi:
Sedat Ergin (Hürriyet): Bu hadisede artık hukukun dışındaki bir alanda hareket ettiğimizi kabul etmemiz gerekiyor. Karşımızdaki durumu hukuk terimleri, hukuk kavramları içinde değerlendirebilmemiz mümkün değil. Cumhuriyet mensuplarının maruz bırakıldıkları durum, Türkiye’de hukukun ve yargının değerinin aşınması, gerilemesi gibi çok vahim bir sonuç yaratıyor. Arkadaşlarımızın yaşadığı mağduriyete ek olarak, daha genel bir şekilde herkesi içine alan, ülkemizde hukuk güvenliğinin tehlikede olduğunu gösteren bir olumsuzluk bu. Hukuk sisteminin inandırıcılığı üzerinde büyük bir gölge olarak asılı duruyor.
Hasan Cemal (T24): Ne hukuk devleti ne kanun devleti kaldı. Bunun ne kadar sürdürebilir veya sürdürülemez olduğu konusunda da fazla bir şey söylemek ya da öngörüde bulunmak kolay değil. Gazetecilik suç değildir, sözcükleri yasaklayamazsınız, tutuklayamazsınız. Türkiye’de de bu geçerli olacak ve belki klişe gibi geliyor ama gerçeği de ifade ediyor: “Bu dünya despotlara kalmadı, kalmayacak.” O yüzden sevgili Kadri, Akın, Murat, Ahmet ve Emre’nin demir parmaklık arkasında tutulmalarını sağlamak ancak despotizmle mümkün. Biraz adalet ve vicdan varsa daha fazla hapiste tutulamazlar.
Mehmet Ocaktan (Karar): Bütün mahkemelerde tutuksuz yargılama esastır. Hukukun böyle öngörmesinin nedenlerinden biri özgürlükleri esas aldığı içindir. Delilleri karartma veya kaçma şüphesi yoksa tutuksuz yargılama gerekli. Bütün dileğim tutuksuz olarak yargılama sürecinin devam etmesidir. 15 Temmuz ihaneti nedeniyle yargı da siyasal iktidar da birtakım şeylere hassas davranıyor ama sonuçta suçu olmayan insanların mağduriyetine sebep olunmamalı. Adaletin tecellisi önemlidir. Siyasi iktidarlar hatalar yaparlar, seçim gelir halk gerekli kararı verir. Ancak adaletin terazisi şaşarsa hepimiz yanarız.
Doğan Tılıç (BirGün): Akılla, hukukla, bilinen normlarla açıklamak kolay değil. 300 günü anlamak mümkün değil. Basın ve ifade özgürlüğü insan haklarının en önemlilerinden biri. Böyle evrensel bir hak, toplumsal adaletin olmadığı bir dönemde güvence altına alınamıyor. Gazetecilik suç değildir. Doğasında sorgulamak, soru sormak, eleştirmek vardır. Bunu yaptığı için insanlar cezaevine atılıyorsa demokrasinin en temel ilkesi ortadan kalkmış demektir. 11 Eylül için biz arkadaşlarımızı aramızda göreceğimizi düşünelim. Yazdıkları, çizdikleri, sorguladıkları için cezaevinde bulunanların çıkması için bir dönüm olur.
Ali Bayramoğlu: Bu tutukluluklar bir skandal. Burada iddia edilen, ortaya atılan tutukluluk nedenleri kanıt değil. Hukuk siteminin tanımladığı delil sınıfına girmiyor. Savcı ve hâkimlerin siyasi, kanaatleri ve akıl yürütmeleri üstünden dava dosyasına girmiş ve tırnak içinde bir gerçeklik olarak kabul edilmiş bulunuyor. Dava bu açıdan son dönem siyasal sistemin gittiği otokrat sistemi tanımlayan bir dava. Tutuklulukların devam etmesi siyasi iktidarın kararlı olduğu ve Türkiye’nin bir süre daha sıkıntı yaşayacağını gösteriyor. Basın özgürlüğü açısında kabul edilmez, Umarım bu arkadaşlarımız hürriyetlerine kavuşurlar.
Murat Yetkin (Hürriyet Daily News): Gazeteci arkadaşlarımızın haklarında somut kanıtlar da olmaksızın tutuklu olarak yargılanması daha ilk gününde yanlıştı, 300’üncü gününde de yanlıştır; bunu kabul edemiyorum. Meslektaşlarımızın fiili cezaya dönüştürülen tutukluluk hallerinin son bulmasını, tahliye edilmelerini gerekli görüyor, talep ediyor ve bunu bekliyorum.
© Tüm hakları saklıdır.