Hakan Özyıldız*
Kamudaki kariyerime Haziran 1978’de Maliye Bakanlığı, Hazine Genel Müdürlüğü ve Milletlerarası İşbirliği teşkilatı Genel Sekreterliği (HAZMİİT) Banka ve Kambiyo Genel Müdürlüğü’nde başlamıştım. Son yapılan değişikliklerle genel müdürlüğüm kapanmış, Hazine’de Maliye Bakanlığı ile birleştirilmiş.
Anılarım beni 40 yıl öncesine götürdü. Yurtseverliği, dürüstlüğü öğrendiğim rahmetli babamın “sakın kul hakkı yeme” diyerek ilk günde işe uğurlayışı aklıma geldi. Uzmanlık günlerimi, camlarını elimle sildiğim, dosyalarını her yıl elimle düzenlediğim Ulus’taki eski Maliye binasının kambiyo koridorlarını hatırladım.
HAZMİİT, 1984 başında Turgut Özal’ın “ihracata dayalı büyüme modeli” çerçevesinde, teşvikler, ihracat ve nakit desteklerin bir arada örgütlenmesi mantığıyla yeniden yapılandı. Ticaret bakanlığından dış ticaret ve DPT’den teşviklerle bir araya getirildi, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı kuruldu. Yaklaşık on yıl sonra hükümet Hazine ve Dış Ticareti iki ayrı müsteşarlık olarak örgütledi.
Asıl işi nakit ve borç idaresi olan Hazine’nin nasıl örgütleneceği tamamen siyasi tercihtir. İktidarın mali disipline ama özellikle kamu borçlanmasına bakışının bir göstergesidir.
Demek istediğim şu; kendi başına olan bir Hazine’nin, doğduğu Maliye Bakanlığı’yla birleşmesi yerine; bağımsız bir borç idaresi olarak örgütlenmesi, dünyada yaşanan konjonktürde gittikçe büyüyen dış ve iç borç sorunlarının çözümü için daha sağlıklı olabilirdi.
Kısacası ağlıyor diye doğan bebeği tekrar ana rahmine sokmak isterseniz hem anneyi hem de bebeği kaybedersiniz.
Aslına bakarsanız ana da kalmamış. Bütçe ve milli emlak Maliye Bakanlığı’ndan gitmiş. Ama nedense Muhasebat kalmış. Muhasebat ile bütçenin ayrı yerlerde olması; bir şirketin muhasebe departmanının olmaması, hesapların serbest mali müşavirce tutulması gibi bir şey.
Artık uzatmanın bir anlamı yok. En iyisi bir fıkra anlatmak.
Kiliseye genç bir papaz atanmış. Uzun manastır eğitiminden sonra göreve başlayan papaz her boş zamanında iyi bir Hristiyan olmak için devamlı Hz. İsa’ya dua edermiş. Bir süre sonra kilisenin zangocunun ilgisini çekmiş. Zangoç bir gece karanlıkta, Hz. İsa’nın heykelinin arkasından “İçten dualarına dayanamadım evladım, dünyaya döndüm. Kimseye söyleme, sana dokunarak el vereceğim. Gözlerini kapa ki nurumdan kör olmayasın” diye seslenmiş. Buna inan saf papaz dizlerinin üstünde Hz. İsa’yı beklemeye başlamış. Genç papaza yaklaşan zangoç, okkalı bir tokat atarak uzaklaşmış.
Ne olduğunu anlayamayan papaz sabahı zor etmiş. Erkenden kilisenin kapısını açınca kapıda yaşlı bir kadınla karşılaşmış. Kadın ısrarla günah çıkartmak istediğini söylüyor, papazdan ilgi bekliyormuş. Gecenin başına gelenin şaşkınlığı içindeki papaz; “Sonra gel teyze, işim var” demiş. Ama kadın ısrarından vazgeçmeyince, günah çıkartma yerine geçmişler.
Papaz” Ne günahın işledin teyze?” diye sormuş. Yaşlı kadın; “Oğlum son savaşta öldü. Hayırsız gelin bir hafta önce, iki yetimi evde bırakarak kocaya kaçtı. Benim tarlam, gelirim yok. Çok yaşlı ve fakirim. Torunlar açlıktan ağlamaya başlayınca komşunun kümesinden 5 yumurta çaldım. İsa beni affeder mi?” diye sormuş.
Gecenin sinirini üzerinden atamayan genç papaz, kızgın bir sesle; “Git işine teyze. İsa kilisede papaz dövmekle meşgul. Beş yumurtayla ilgilenecek hali yok” diyerek, uzaklaşmış.
Bazılarınızın; “Devlet aparatı yerinden oynadı, sen 15 sene önce emekli olduğun Hazine’nin derdindesin” dediğini duyar gibiyim. Kınamayın kurumsallaşmasında benimde katkım olmuştu.
*Bu yazı hakanozyildiz.com’dan alınmıştır