Gündem

HDP Eş Başkanı Temelli: Türkiye'nin yoksulluk haritasında Kürt illerini görürsünüz

Temelli, mücadelenin; emek, kadın ve ekoloji alanlarında verilmesi gerektiğini kaydetti

07 Aralık 2019 14:03

HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, Türkiye’nin yoksulluk haritasında Kürt illerinin görüldüğünü belirterek, “Kürt meselenin çözümsüzlüğünde bu zoru görmek zorundayız. İktisadi zoru da iktisadi şiddeti de görmek zorundayız” dedi. Mücadelenin 3 ayakta verilmesi gerektiğini söyleyen Temelli, bunları emek mücadelesi, kadın mücadelesi ve ekoloji mücadelesi olarak saydı

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Emek, Ekonomi, Tarım ve Sosyal Politikalar Komisyonu tarafından düzenlenen “Ekonomi Konferansı”, Dünya Ticaret Merkezi Konferans Salonu’nda başladı. 

Konferansın açılış konuşmasını yapan HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, “Kongrelerle bir araya gelerek hem besleniyor hem de önümüzdeki süreci yorumluyoruz. Asıl olan tabi ki sadece yorumlamak değil müdahale etmek, toplumu ve ekonomiyi değiştirmektir. Bildiğiniz gibi dünya büyük bir kriz içinde, bu kriz çok uzun süreden beri yapışkanlık haliyle sürüp gitmekte. Özellikle dönüp baktığımızda kapitalizmin krizin bir krizler dönemi ve krizden çıkış, tekrardan krize eviriliş şeklinde yol kat ettiğini görüyoruz” dedi.

"Kriz süreklilik gösteriyor"

Kapitalizm krizin süreklilik arz ettiğinin görüldüğünü belirten Temelli, “1970’lerin ortasından bu güne kadar devam eden süreci bütün olarak okuduğumuz da kriz sarmalından çıkamayan bir kapitalist süreci görüyoruz. Evet, 2008 krizi sonrası post neo-liberal dönem diye bir kavram kullanıldı. Ama o post bir türlü gerçekleşmedi. Doğanın üzerindeki büyük yıkım devam ediyor. Bu sürekli kriz hali aslında kapitalizmin kendine özgü yapısı ile birebir yapısıyla alakalı” ifadelerini kullandı. 

"İyi kapitalizm görmedik"

Temelli’nin konuşması şöyle: “Zaman zaman neo-liberal kapitalizmin genel dinamiklerinden ayrı ele almak onunla mücadelesini de yeterince engellendi. Sanki iyi bir kapitalizm varmışın gibi yaşanıldı. Ama bir türlü o iyi kapitalizm ile karşılaşmadık. Altın çağ diyen dönemi insanlar yaşayamadı. İlginçtir sosyal demokrasinin altın yılları kapitalizmin altın çağlarıyla devam edip gitti. Aslında sadece sosyal demokrasi olmadı birçok sosyal demokratların da referans verdiğini gördük. Yani iyi kapitalizm tercih etmek sol program olarak da karşımıza çıktığını gördük. 

"Kuşkusuz üretim ve sosyal üretim ilişkilerine bakmalıyız"

Bunun böyle olmadığını tarih bize gösterdi. Son 10 yıllık döneme baktığımızda kapitalizm sürecinin bir çöküş süreci olduğunu bundan çıkışı kapitalizmin içinde arayamayız ancak gerçek anlatmada anti-kapitalizm ile aşılabilir. HDP olarak önümüze koyduğumuz ödevlerden biri bu konu üzerinde çalışmadır. Bugün sihirli formüller üretip hazır reçetelerle değil birlikte tartışarak birlikte üreterek bunu bir toplumsal mücadele alanı haline getirerek bu soruların yanıtlarını arıyoruz. Konferansımız bu sorunlarını yanıtlamasını aramaya yöneliktir. 
 
Bir yanıyla bunun toplumla yanıyla olan bağlarını kurmak toplum siyaset ilişkisini üretmek öncelikli işimiz. Yapmış olduğumuz konferanslarla yapmış olduğumuz çalıştaylarla bunlara dair çözümler geliştirme gayretindeyiz. Bir kere her şeyden önce neo-liberalizmi ele aldığımızda burada ayrıntılı olarak ele alınacaktır. Kuşkusuz üretim ve sosyal üretim ilişkilerine bakmalıyız. 
 
Üretim algoritmasının değişen bir süreç yaşadık. Fabrika toplumlarının yıkıldığını gördük sosyal yapı üzerinde de değişim yaşandığına tanıklık olduk. Hem artı değer üretim süreçlerinde ciddi aşamalar yaşandı, hem de artı-değerin aktarım mekanizmalarında değişimler yaşandı. Neden önemlidir bu değişimler; bu değişimleri iyi tahlil edemez, çözümler üretemezsek bir değişimden bahsedemeyiz. 
 

"Nasıl bir sınıf mücadelesi örgütlemeliyiz?"

Fabrika toplumunun yıkılması bize şunu getirdi. Nasıl bir sınıf mücadelesi örgütlemeliyiz? Yani anti-kapitalizm dediğimiz, kapitalizm sonrasına dair konuşmaya başlayacaksak o zaman ‘nasıl bir sınıf mücadelesi’ sorusu üzerine konuşmak gerekiyor. Bir kere buna yoğunlaşmamız gerekiyor. Eğer bir emek sömürüsü varsa bunun nasıl bir biçim aldığına dair üzerinde konuşmamız gerekiyor. Eğer bir doğa talanı varsa bunun üzerinde artık konuşmamız gerekiyor. Eğer kadına yönelik şiddet varsa bunun arasında ekonomi-politika varsa bunun üzerine sözümüzü kurmamız mücadelemizi yükseltmemiz gerekiyor. 
 

"Yoksulluk yönetiliyor"

Özellikle neo-libaral dönemin bu finansallaşma dönemi üretim süreçlerini etkilemiştir. Tam da mücadeleye bizi çağırırken bizi fazlasıyla borçlandırmıştır. Yani bugün ki üretim ilişkileri dışında geleceği dair bir tasarımla borçlandırılmıştır. Bir yoksulluk yönetilmiştir. Yani yoksulluğun yönetilmesini burada görüyoruz, buna karşı nasıl mücadele edeceğiz, bu yoksullaşma ve finansal süreci ele almak zorundadır. Bu denli yoksullaşan bu denli yıkıma uğrayan toplumların mücadele dinamikleri nasıl engelleniyor. Bunu da kamu düzeni içinde görmek mümkündür. Bir yanıyla yoksulluğu yönetirken bir yanıyla borçlanma mekanizmaları yaygınlaşırken bir kontrol toplumu, tedbir toplumunun bir şiddet toplumunun her yeri sarıp sarmaladığını görüyoruz. 
 
AKP’nin tam 17 yıllık döneminde bir neo-liberal laboratuvarı yaşıyoruz. Kapitalizmin bu formu ile bu denli barışık, bu yönlü kamu düzenini inşa etmede bu denli kararlı bir iktidar tüm dünyaya laboratuvar sunmuştur. Yıkımın her türlüsünün yaşandığını bu yıkımın şiddet sarmalıyla örüldüğü bir AKP döneminden bahsedebiliriz. Ne yapmıştır. Tam da finansal sermayeye uygun ekonomi politikayı yönetmiştir. Tam da yoksulluğun yönetilmesine dair gereklilikleri harfiyen yerine getirerek toplumsal çöküşü hızlandırmıştır. Tam da kamu düzeni adı atında güvenlikçi mekanizmalarla toplumu şiddet düzenine sokmuştur. 

"Bütün bunları aynı başlık altında Kürt meselesinde okursunuz"

Peki, bu hak yitimlerine karşı nasıl bir yoksulluk yönetimi ile karşı karşıya geldik. Sosyal yardımlarla geldik. Sosyal yardımlarda bir hak olarak görülebilir ama cemaat yapılanması var. Nasıl ki ABD, İngiltere’de ya da Almanya’da kilisenin inşa edildiğini gördüysek Türkiye’de cemaatçi mezhepçi anlayışının örgütlendirildiğini gördük. Kamu düzenine geldiğimiz de ise de ise bu kamu düzeni ilişkilerinin ağların da aşırı milliyetçi, ırkçı hamaset ile oluşturulduğunu gördük. Bir yanıyla toplumu o yoksulluğu yönetme mekanizmalarıyla şiddet girdabına almak, diğer tarafında milliyetçiliğin yükselmesi. Tüm bunlar aslında Türkiye’de en önemli meseleyi çıkartıyor. Bütün bunları aynı başlık altında Kürt meselesinde okursunuz. 

"En yoksul olanlar Kürt illeri"

Yoksulluğun yönetilmesi; Türkiye’nin yoksulluk haritasına bakarsanız, Kürt illerini görürsünüz. Yoksulluğun yönetilmesinde Kürt illerindeki sömürü mekanizmaları ve alanlar arasındaki transferlere baktığımızda artı değerin nasıl transfer edildiğini görürsünüz. Sadece gidip oraya kayyım atamak değildir. Kayyım atamak da bu mekanizmanın bir parçasıdır. Kürt meselesine dair kayyım atayarak sömürü düzenini daha net hayata geçirir. Ama öbür tarafıyla da şiddet mekanizmasını üretiyor. Artı değer transferi üzerinden baktığınız da bugün işçi sınıfının katmanlarına baktığımız da en yoksulların Kürt emekçiler olduğunu görürüz.
 
İnşaat ki bu dönemin finansıyla en barışık sektörüdür. Diğer tarafından turizm ve mevsimlik tarım işçileri. Sadece bu 3 sektörde bile Kürt emekçilerinin sömürüsü bile nasıl bir artı değer transferinin yaşandığını görmemiz mümkündür. Kürt meselenin çözümsüzlüğünde bu zoru da görmek zorundayız. İktisadi zoru da iktisadi şiddeti de görmek zorundayız. 
 
Kayyım bu ikisini birleştiren meseledir. Kayyımsız yapamamalarının bir diğer nedenidir. Kürt illerinin kalkıp kendi zenginliklerine engellenmesinin yolu bu şiddet katmanlarının her yeri kaplamasından geçer. İktisadi zora siyasi şiddet de eşlik ediyor, her gün yaşanan gözaltılar, katliamlar daha büyük boyuta baktığımızda Suriye savaşında görmek zorundayız. Kürt meselesi çok doğal, herkesin hakkını teslim ettiği gibi sadece Kürtlerin meselesi değildir, hepimizin meselesidir. Bu meseleyi çözmeden bu mekanizmanın dışına çıkamıyoruz. 

"Bunun yolu da aslında bir demokrasi mücadelesidir"

Bunun yolu da aslında bir demokrasi mücadelesidir. Bizi hep ekonomiye dair siyasete dair tüm sözlerimizi bir araya getirme çabasındayız. Yani iktisadi alanla siyasi alanı mutlaka buluşturmak ve demokrasi meselesini ele aldığımız da bunun iktisadi alanın da kapsamını gerektiğini söylüyoruz.  Bunu biz radikal demokrasi başlığı altında ele alıyoruz yeni bir toplumsallık yeni bir demokrasi mücadelesi oluşturulacaksa ki bu demokratik ulus projesidir. Bu demokratik ulus mücadelesini bir demokratik anayasa ile olacağını ve buradan demokratik cumhuriyet oluşturabileceğimizi düşünüyoruz. Bu çağrı ekonominin de demokratikleşmesi ekonomi de adaleti amaçlamaktadır. O yüzden radikal demokrasi dediğimiz meseleyi de bu zeminin üzerinde yapılandırıyoruz. 

3 ayaklı mücadele

Diyoruz ki; bu zeminde yükselecek şeyin 3’lü saç ayağı; emek mücadelesidir, yeni sınıf mücadelesidir, anti-kapitalist mücadeledir. Muhakkak bu ağlar örgütlenmelidir, emeğin hakları mücadelesi başat mücadele hattıdır. İkinci saç ayağımız, ekolojik mücadeledir. Çünkü bugün kapitalizm doğayı talan etmekte sınır tanımıyor. Üçüncü saç ayağımız da kadın mücadelesidir. Bütün kesimlerin katılımı ile birlikte düşünerek bu ceberut iktidardan kurtulmanın zamanı geldiğine inanıyoruz.”