Derin Koçer - Londra
“Keşke satıldığı kadar okunsa” diyor Londra’nın merkezindeki bir kitapçının çalışanı, hüzünlü bir gülümsemeyle 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü dolayısıyla raflarda ön sıralara taşınan, çoğunluğu ‘feminizm’ üzerine yazılmış kitapları göstererek. “Dünya bambaşka bir yer olurdu herhalde.”
İçlerinde bu senenin en çok ilgi göreninin ünlü Nijeryalı romancı Chimamanda Ngozi Adichie’nin yazdığı ve ilk basımı 2014’te yapılan “Hepimiz Feminist Olmalıyız” kitabı olduğunu söylüyor. Kısa ve küçük bir kitapçık gibi hazırlanmış yayına. Kasanın yanında duruyor, raflarda da; ilgi çektiği belli.
Kitap, Adichie’nin 2012’de, TED buluşmaları kapsamında yaptığı konuşmayı temel alıyor. Yazar, yaptığı konuşmayı yapmasının da kitabı yazmasının da sebebini, ‘feminizm -diğer birçok şey gibi- stereo tipleşmeye başlamıştı; buna karşı hareket etmek lazımdı’ diyerek açıklıyor: “Sen [feministsen], erkeklerden, sütyenlerden ve kendi kültüründen nefret ediyorsun. Dünyayı her zaman kadınlar yönetsin istiyorsun. Sinirlisin, espri anlayışın yok ve deodorant kullanmıyorsun.”
“Kadınlar ve erkeklerin eşit hak ve fırsatlara sahip olmaları gerektiğini tartışmak zorunda kalmak bile garip…”
Oysa Adichie’nin ‘feminist’ tanımı da ‘feminizm’ anlayışı da bu yüzeysel ve gerçek dışı ezberin ötesinde, oldukça basit bir temele dayanıyor: “Cinsiyetler arasında sosyal, ekonomik ve politik eşitlik olması gerektiğine inanan ve şu anki eşitsizliklerin düzeltilmesi gerektiğini söyleyenler, feministtir.”
Yazarın tanımını ilettiğim, Türkiye’nin en etkili CEO’ları arasında gösterilen Ebru Dorman da katılıyor Adichie’ye. “Her birey -adı üstüne- ‘bir’, yani özgün, tekil, bir diğerinden farklı” diyor MV Holding’in yöneticisi. “Kadın ve erkek de pek çok açıdan farklı varlıklar. Ancak eşit haklar ve fırsatlara sahip olmaları gerektiğini tartışmak zorunda olmak bile garip geliyor insana.”
Adichie’nin söylediği hemen her şey, aslında kişisel tarihine uzanıyor. Bugün büyük kitlelere ulaşan yazarın kavgası yeni başlamış değil. Kendini “feminist” olarak tanımlıyor ama aslında henüz daha küçük bir çocukken en yakın arkadaşı tarafından -cinsiyet eşitsizliğine karşı bilinçsizce takındığı tavır sayesinde- ‘feminist’ ilan edilmiş. Bugünle tek farkı, o zaman bu kelimenin ne demek olduğu bilmemesi ve o arkadaşını bir uçak kazasında kaybetmemiş oluşu.
İlkokuldayken ‘sınıf başkanı’ seçilmek dolayısıyla ‘yaramazlık yapanları tahtaya yazma gücüne kavuşmak’ istediğinde kadın olması sebebiyle ilk darbesini yemiş Adichie. Oylamada birinci gelmiş ama -buna imkan vermeyen- öğretmeni, ‘sınıf başkanının yalnızca erkek olabileceğini’ söyleyerek ikinci gelen çocuğu seçmiş, Adichie yerine. O gün duyduğu öfkeyi korumasına sebep olan şeyler, peşini bırakmamış yazarın. Restoranlarda yalnızca erkek arkadaşının garsonlar tarafından selamlanması, bunun yalnızca bir örneği. Haklı olarak günlük hayatın içine sızmış cinsiyetçi tutumlara karşı tavır almayan erkeklere de çuvaldızı batırıyor yazar. “Siz de sesinizi yükseltmez, karşılık vermezseniz, nasıl değiştirebiliriz bu durumu” diye soruyor.
“Zulmedici rollerden kurtulup özgür bir topluluk mertebesine erişebilmemiz için aslında, hepimiz feminist olmalıyız”
Kitap boyunca Adichie, kız çocuklarının büyürken etrafındaki ‘büyükleri’ tarafından ‘erkeğin egemenliğine alıştırıldığını’; kadınların kendilerini erkeklere beğendirmek zorunda oldukları bir dünya görüşüyle yetiştiklerini; cinsel kimliklerinin baskı altına alındığını anlatıyor. Başta bahsettiği ‘feminizm’ ezberini yıkmaya odaklanıyor. “Zamanımızı kızlara, oğlanlar tarafından beğenilmeleri gerektiğini anlatarak harcıyoruz; oğlanların ile böyle bir kaygısı yok. Kızlara ‘sert, agresif ya da öfkeli olamayacaklarını’ söylüyoruz, ki bu bile kötülüğün uç noktası. Ama -yine- oğlanlara baktığımızda bu özelliklerine ya kılıf uydurmaya çalışıyor ya da onları bu özelliklerinden ötürü kutluyoruz.”
Aslında Adichie, temel bir mesaj vermeye, kadın ve erkek çocukların eşit yetiştiği bir ortamın inşa edilmesi gerektiğini söylemeye gayret ediyor: “Cinsiyet, dünyanın her yanında önemli. Daha adil bir dünyayı planlamanın zamanı artık geldi. Daha mutlu kadın ve erkeklerin yaşadıkları bir dünyayı inşa etmek için önce çocuklarımızı yetiştirmeliyiz…”
Sanatçı Selin Tamtekin de T24 için yaptığı değerlendirmede arka çıkıyor bu görüşe: “Cinsiyetçilik sınırlayıcı, zulmedici basmakalıp rollerle kadını olduğu kadar erkeği de esir alıyor. Kendisiyle barışık bireylerden oluşan özgür bir topluluk mertebesine erişebilmemiz için aslında, kadını-erkeği, hepimiz feminist olmalıyız.”
“Hepimiz daha iyisini yapmalıyız”
Feminizmin karşısına çıkarılan en yaygın eleştirilerden birine, ‘insan vurgusu yapılabilecekken neden kadına yoğunlaşılıyor’ diyenlere de cevap veriyor Adichie. Bu ve benzeri eleştirilerin, kadınların şahsi yaşanmışlıklarını susturan bir söylem oluşturduğunu dile getiriyor: “Elbette ben de bir insanım; ancak başıma yalnızca kadın olduğum için onlarca şey geldi. (…) Yani hayır, burada mesele cinsiyettir.”
Çözüm ise, ne yalnızca kadınların beraber hareket etmesinde ne de erkeklerin ‘değişmesinde’. “Hepimiz daha iyisini yapmalıyız” diyor Adichie.
8 Mart, 24 saat içinde geçip gidiyor. Londra’nın merkezindeki kitapçı, raflarını eski düzenine sokuyor. Fakat “Hepimiz Feminist Olmalıyız”, aylardır olduğu yerde, dükkanın en çok dikkat çeken köşesinde durmaya devam ediyor. Yanında ise yine Adichie’nin kaleme aldığı bir diğer kitap: “Feminist Manifesto.”
Hepimiz Feminist Olmalıyız, Doğan Kitap tarafından yayınlanan Feminist Manifesto'nun içinde Begüm Kovulmaz’ın çevirisiyle Türkçe olarak yayımlandı