“Hep böyle mi olacak?”
Bir gün önce kabul aldığı okula, bir gün sonra, tam da mesai bitimine dakikalar kala sekreterden gelen bir telefonla kayıt yaptıramayacaklarını öğrenen Kerem, annesine bunu sordu. Annesi Seher Hanım ve o bir gün önce gidip Denizli’deki Çözüm Koleji’ni gezmiş, Kerem'in kaynaştırma öğrencisi olduğunu söyledikleri okul yönetiminden ‘kaydını yaptırabilir oluru’ almışlardı. Hatta Kerem okulu gezdiren öğretmene dönüp, “Hemen başliim mi öğretmenim” diye sormuştu, annesine “Herkesin beni sevmesine gerek yok; bir tane arkadaşım olsun yeter, yalnız kalmayayım” demişti. Ama sonra okul fikrini değiştirdi ve Seher Hanım’a ‘kaynaştırma altyapıları olmadığı’ gerekçesiyle Kerem’in kaydını alamayacaklarını söylediler.
Nâzım, Ata, Kerem… T24’te hafta boyuncu yayımlanan “Eylül: ‘Öyle çocukları okula almıyoruz’ ayı” isimli dosyada hikayesi bulunan her çocuk, benzer olayları tekrar tekrar yaşadı. Okullar, okul yönetimleri 'öyle çocukları' kayıt etmediklerini söyledi, ‘kahraman’ bir müdür yol gösterse, ön açsa bile bazı öğretmenler ‘öyle çocuklara’ eğitim vermek istemedi, veliler ‘ısırırlar mı, otizm bulaşır mı’ diye korktu, devlet kağıt üzerinde attığı adımları olabildiğince ağır aksak somuta döktü ve bu sürede ismi bazen Ata, bazen Nâzım, bazen Kerem olan birçok çocuk eğitim hakkından mahrum kaldı, ayrımcılığa uğradı, yer yer şiddet gördü, etiketlendi...
"O kadar çok kez kötüye gitti ki işler"
Kadıköy’den Karaköy’e geçen vapurda telefonda konuşmaya başladığımız Seher Hanım, birinin onun hikâyesini dinlemek istemesine inanamıyor sanki. Aynı, Kerem’in okula kabul edilmemesini Twitter’da gündeme getirmesinden sonra kendisini arayan Bitek Koleji müdürüne de inanmaması gibi. "İlk kez bir okul müdürü aradı, davet etti; kaydını aldılar” diye anlatıyor Seher Hanım ama yine de erken sevinecek değil, “Başta çok iyi hissettik ama insan emin olamıyor, o kadar çok kez kötüye gitti ki işler” diyor.
İşler, Seher Hanım’a “cüzzamlı” gibi hissettirecek kadar kötü gitmiş, okul bulma dönemleri hep zor geçmiş:
“Mesela gidiyoruz yeni bir okula, 'Kerem özel eğitim öğrencisi' diye giriyorum lafa, suratlar düşüyor. Yeni okul bulmaya çalışırken cüzzamlıymışız gibi hissettiriliyor bize, sanki suç işliyormuşuz gibi; her yeri geziyoruz, hep geri çevriliyoruz.”
Son geri çevirildikleri okulda yaşadıklarını biraz da diğer insanlara “Farklı olanı kabul etmeden çocuklara farklılığı öğretemeyeceklerini” anlatabilmek için paylaşmış. Konunun gündeme gelmesinden sonra okulun kurucusu Twitter'dan mesaj atmış, konuyla ilgileneceğini söylemiş ama birkaç gün sonra herhangi bir açıklama yapmaksızın engellemiş Seher Hanım'ı. "Eski sevgili miyiz biz, ergen miyiz sen beni engelliyorsun" diye sorup gülüyor, sonrasında da ekliyor: “Hata yaptık deseler de kabul etmeyecektim zaten; ama çağırsalar anlatırdım, başkasına olmazdı bir dahaki sefere."
"Veliler, Kerem'in çocuklarına zarar vermesinden endişeleniyor ama çocuklar oyun oynarken Kerem’i itip kakıyor, zararı onlar veriyor"
Seher Hanım, Kerem'i kaydettirmek için götürdüğü özel okullarda kendisinden daha fazla para istenmesiyle de karşılaşmış, oğlunun ayrımcılığa, etiketlemeye maruz bırakıldığına da şahit olmuş ama en çok diğer çocukların velilerin tutumlarından etkilenmiş. "Veliler çok acımasız" diyor ve devam ediyor:
"Bizim zamanımız herhalde insanlara doğruyu anlatmakla geçecek. Veliler, Kerem için 'Zarar verir' endişesi taşıyor ama çocukları oyun oynarken Kerem’i itip kakıyorlar, zararı onlar veriyor. Aileler bizim çocuklarımızın onlarınkine zarar vereceğini sanıyorlar ama bizim çocuklarımız daha dikkatliler, kendilerine fiziksel şiddet uygulayana bile cevap vermiyorlar. Kerem mesela sadece bir kez dayanamayıp kendini iten bir çocuğu geri itmiş, hiçbir şey olmadı çocuğa ama suçlu Kerem oldu.
"Eğitime odaklı başarı ölçütü de herkesi etkiliyor. Mesela gelip de 'Kerem durumundan dolayı fazla ders alabiliyor, bizimkiler geri kalıyor' diyen veliler var. İnsanlar hep ben ben diyor, biz kavramını anlatamıyoruz insanlara. Paylaşmayı bilmiyoruz insanlar olarak, bu kötülüğü aslında tüm çocuklara yapıyoruz. Biz bir yere kıvrılırız, bizim çocuklarımız kötü, kötü niyetli değiller ama paylaşmayı, bölüşmeyi bilmiyoruz."
"Kerem mesela bisiklete ilk 9.5 yaşında bindi, ağladım; 11.5 yaşında yüzdü, ağladım; asansörü tek başına kullandı 10 yaşında, ben yine ağladım"
Şimdiye kadar yaşadıklarına bakınca da Kerem'in lise öğrenimiyle ilgili endişelenmeden edemiyor Seher Hanım, "Lise konusunda mesela şimdi bir şey söyleyemiyorum. Emin olamıyorum çünkü bütün ışığımızı öldürüyor toplum. Ben çocuğumu düzgün yetiştirsem ne olacak ki toplum kötü" diyor. Yaşananlardan, sürekli tekrarlanan benzer olaylardan bıkmış biraz, ama en çok da Kerem'le birlikte kat ettikleri yolun uzunluğunu, zorluğunu düşündükçe bunun farkında olmayanlara öfkeleniyor:
"Kerem konuşamayan, ağzının suyunu söylemeden yutmayı unutan bir çocuktu Şimdi bu noktaya geldiyse emeğimi kimseye yedirmem. Kerem mesela bisiklete ilk 9.5 yaşında bindi, ağladım; 11.5 yaşında yüzdü, ağladım; asansörü tek başına kullandı 10 yaşında, ben yine ağladım. Bunlar normal tabii birçok kişi için ama sizin için çok sıradan olan şeyler bizim için mutluluk gözyaşları olabiliyor."
"Sen benimle olmazsan yapamam, hiçbir şey yapamam. Benimle misin, değil misin?"
'Normal' çocuklar için çok kolay gibi gözüken bazı şeylerin farklı gereksinimleri olan çocuklar için ne kadar zorlayıcı olabileceğinden bahsederken, anne babalara da "Normal çocuklarınızı takdir edin" tavsiyesinde ve bir de eleştiride bulunuyor Seher Hanım: "Çocuklarına 'Hata yapabilirsin, kusursuz olabilirsin' demiyor anne babalar. Bizim çocuklarımız gibi her çocuğun da inanılmaya, 'aferin' almaya ihtiyacı var."
Başkalarını eleştirirken kendisinin de bazen durumla başa çıkmakta zorlandığını söylüyor. Bir kez, bir şeyler anlatırken dayanamayıp bağırmış Kerem'e, isyan etmiş "Bu kadar mı zor anlamak" diye. Kerem dönüp, "Zor" demiş, "Sen benimle olmazsan yapamam, hiçbir şey yapamam. Benimle misin, değil misin?"
Seher Hanım bu sorudan sonra Kerem'le devam etmiş yola ama babanın olanları kabul etmesi o kadar da kolay olmamış, ya da başka bir deyişle biraz fazla kabullenmiş. Seher Hanım, Kerem'in babasıyla yaşadıkları fikir ayrılığının temelinde "Bu çocuk da böyle" kabullenişinin yattığını söylüyor. Kerem'in babası, önlerinde uzanan yolu eğitimle, terapiyle daha az engebeli hale getirmelerini sağlayacak mücadele yerine olanları kabullenme yoluna gitmek istemiş; Seher Hanım ise "Sakın bana kadercilikle gelme" diye itiraz etmiş ve bir tarafın 'emek-zaman' ortaya koyduğu, diğer tarafın ise işin maddi yükünü karşıladığı bir formül bulmuşlar.
"Kaderci olmadığım için suçlu oluyorum; ne demem lazım, Allah seni de böyle yarattı diye şükür mü etmem lazım?"
"Kaderci" olmadığı için Seher Hanım'ı eleştiren tek kişi eski eşi de değil. "Kaderci olmadığım için suçlu oluyorum" diyen Seher Hanım, 'tevekkül etmeyi' kabul etmemesinin toplumda tepkiyle karşılandığını söylüyor: "Kabul etmiyorum ya çocuğumun başına geleni, Allah bunu da böyle verdi demedim ya, nasıl daha iyi yaparız dedim ya; insanları zora sokuyorum. Ne demem lazım, Allah seni de böyle yarattı diye şükür mü etmem lazım?"
Seher Hanım, kendisi sağlıklı olduğu süreci Kerem'e bir şekilde bakacağını, ona gereken desteği bulacağını söylüyor ama gelecek için kaygılı. "Ben her zaman burada olamam ki, bana bir şey olursa ona ne olacak" sorusu farklı ihtiyaçları olan tüm çocukların annelerinin aklında var. Devletin otizmli ya da farklı gelişim gösteren çocukların eğitimine, terapisine verdiği destek de annelerin geleceğe umutla bakmasını sağlamıyor. Devlet tarafından karşılanan eğitim, terapi saatleri gerekeni karşılamıyor, yıllar önce hazırlanan Otizm Eylem Planı bir türlü hayata geçmiyor ve gereken adımlar atılmadıkça da annelerin gelecek konusundaki kaygıları sürüyor. Seher Hanım, "Ben çocuğumu hayatta olduğum sürece mağdur etmeyeceğim ama o kadar çok kayıp çocuk var ki. Biz karşılayabiliyoruz, yapabiliyoruz ama devletin verdiğiyle yetinen aileler de var, çok zor" diyor ve ekliyor:
"Siz yaşatıyorsunuz çocuğunuzu, gözünün içine bakıyorsunuz ama okullardakiler, diğer veliler, devlet, toplum, bunlar öldürüyor bizim çocuğumuzu..."
Eğitim zili milyonlarca öğrenci için çalarken, otizmli ya da özel eğitime ihtiyaç duyan çocukların aileleriyse eğitim hakkına ulaşabilmek için mücadele etmeye devam ediyor. Okullar hâlâ daha "öyle çocuklar" için o kadar da kolay açılmıyor, eylül bazıları için "Öyle çocukları okula almıyoruz ayı" oluyor.
Asperger sendromlu lise öğrencisi Nâzım Özgün İpek, annesi gazeteci ve otizm aktivisti İrem Afşin ve İstanbul Otizm Gönüllüleri Derneği'nden avukat Alev Özçavuşoğlu ve Denizli'den Seher Hanım'la "bilmeyenler ve hâlâ öğrenmemekte ısrar edenler için" otizmin ne olduğunu, otizmli bireylerin olmayanlara kıyasla nasıl bir eğitimden geçtiklerini, örgün öğrenim sürecinde hangi zorluklar, engellemelerle karşılaştıklarını, otizmli çocukların diğerlerini 'ısırıp ısırmadığını', otizmin 'bulaşıcı' olup olmadığını, mevzuattaki eksiklikleri, yaşanan birçok olumsuz şeye rağmen yine de kişisel çabalarıyla mucizeler yaratan eğitimcileri, babaların bu süreçte nerede olduğunu konuştuk, yarın da yetişkin otizmlilerin hayatını ve daha fazlasını Fransa'dan kitap restoratörü ve plaeograf Nehir Gencay Divitçioğlu ile konuşacağız."
Bir otizm dosyası | Eylül: 'Öyle çocukları okula almıyoruz' ayı" yarın son kez T24'te olacak.
TIKLAYIN - "Oğlum salonun ortasında oturdu, elinde bir çay kaşığı, 4 saat çevirdi, ben de izledim; o çeviriyor, ben ağlıyorum"
TIKLAYIN - Annesi ne yaparsa yapsın, 'deve tabanı' olması beklenen çocuk, Nâzım: Uyum sağladım, başa çıktım; iyileşmedim, çünkü otizm hastalık değil!