Paskalya Adası… Yaklaşık 3 bin 500 kilometre uzaklıktaki Şili’ye bağlı olan bu ada Pasifik Okyanusu’nun güneydoğusunda bulunuyor. Moai olarak adlandırılan devasa taş heykelleri ve nispeten tek düze bitki örtüsü ile tanınan bu ada, aynı zamanda toplumun kendini imha etmesinin en bariz örneklerinden biri olarak gösteriliyor.
Paskalya Adası’nda doğaya, volkan geçmişinden kaynaklanan kızıl-siyah renkler hakim. Yağmur döneminin ardından ise tepeleri yeşil çayırlar kaplıyor. Ancak sadece iki krater gölünün olduğu adada tatlı su çok az, ne bir dere var, ne de bir çay. Yağan yağmurlar hemen toprağın alt katmanlarına sızıyor ve çayırlar da hızla kuruyor. Bu yüzden adada neredeyse hiç ağaç ya da çalılık bulunmuyor.
Bu tabloyu değiştirmek için yıllardır süren çabalar var. Yaklaşık 10 yıl önce Şili Ormancılık Dairesi, adaya yeni bitki örtüsü kazandırmak için tuza dayanaklı ağaçlar dikmeye başladı. Biyolog Jorge Alejandro Edmunds: “Rüzgar büyük bir sorun. Şiddetli rüzgarlar, ağaçların hayatta kalabilmesi için gereken tüm mineralleri silip süpürüyor. Güneş de günde 12 saat adayı ısıtıyor. Ayrıca okyanustan gelen nemli rüzgar, tuzlu içeriğiyle taze fidanları kaplıyor.”
Tüm zorluklara rağmen, günümüze kadar 70 bin ağaç dikilebilmiş. Fakat ilerleyen erozyonu en azından durdurabilmek için 200 binden fazla ağaca ihtiyaç var. Edmunds, çalışmalarının yavaş yürüdüğünü, zira adadaki toprağın çok kuru ve mineralden yoksun olduğunu belirtiyor.
Bilim insanları Paskalya Adası’nın 17. Yüzyıla kadar ormanlarla kaplı olduğunu kanıtlamış. Ancak bu ormanlar günümüz ada halkının ataları tarafından devasa Moai heykellerini yerlerine nakletmek, kano ve kulübe yapmak ve ölüleri yakmak amacıyla kesilmişler. 1722 yılında Avrupalılar ilk kez adaya ayak bastıklarında, tek bir ağaç yokmuş. Paskalya Adası’nın yerlilerinden Uri Avaka Teao: “Atalarım kendilerini bu heykellere kaptırmışlar. Sadece ne kadar güçlü olduklarını diğer kabilelere kanıtlama hırsıyla heykelleri yapmışlar sürekli. Sonuçta bir felakete dönüşmüş bu hırs, çünkü insanlar heykel yapacaklar diye balık tutmayı ya da sebze yetiştirmeyi ihmal etmişler. Sadece delicesine heykellere konsantre olmuşlar.”
ABD’li coğrafyacı ve Pulitzer Ödülü sahibi Jared Diamond, “Çöküş – Medeniyetler nasıl ayakta kalır ya da yıkılır” adlı kitabında adada yaşananlara değiniyor. Diamond’a göre, yaklaşık 1600 yılında adadaki son ağaç da kesildi. Böylelikle devasa heykellerin yapıldığı yekpare taşları taş ocağından yuvarlamak için en önemli hammaddenin yanısıra, ateş yakmak için ya da açık denizde balık tutabilmek amacıyla kano yapımında kullanacak odun da tarihe karıştı. Kıyı bölgelerindeki balıklar kısa sürede tükendikten sonra, ağaçsız topraklarda erozyonun etkisiyle tarım da imkansızlaştı. Sınırlı kaynaklar yüzünden savaşlar çıkarken, sonuçta ada halkı hayatta kalabilmek için insan eti bile yemek zorunda kaldı. Diamond, burada yaşananları, tüm dünyada temel doğal kaynakların hızla tükenmesini andıran bir örnek olduğuna dikkat çekiyor: “Paskalya Adası, bir toplumun kendini nasıl imha ettiğine dair en bariz örneklerden biri.”
Biyolog Edmunds, adada günümüzde ağırlıklı olarak okaliptüs ağaçlarından oluşan ormanlık alanların olduğunu söylüyor. İlk olarak 20. yüzyılın başlarında, daha sonra da 1970’li yıllarda dikilmiş okaliptüs ağaçları, ancak çok fazla yer altı suyuna ihtiyaç duydukları için, 2006 yılından bu yana adaya demir ağaçları dikiliyor. Projeye Şili hükümetinin yanısıra Fransa da destek veriyor. Edmunds, yeniden ağaçlandırma projesine mali darlık nedeniyle sık sık ara verilmek zorunda kalındığı için, sonucun da şimdilik çok parlak olmadığını belirtiyor ve ekliyor: Yeniden ağaçlandırma çok önemli, zira toprağı, Paskalya Adası’nı bir tümör gibi yavaş yavaş parçalayan erozyondan ancak böyle koruyabiliriz.”