BİLGEHAN UÇAK
"Bekir Ağırdır, kitabını 'değişimleri analiz etmek' üzerine oturtmuş. Temelde üç değişim görüyoruz: Yerkürenin ritmindeki değişim, gündelik hayatın ritmindeki değişim ve insan hareketlerindeki değişim. Çok kabaca söylersem, yerkürenin değişimi iklim meselesinin yansıması. Gündelik hayatın değişimi ise, üretim araçlarıyla kurduğumuz ilişkiye bağlı. El tezgâhlarından internete geçtiğimizde ritim hiç olmadığı kadar hızlanıyor. İnsan hareketlerindeki değişimse küçüklü-büyüklü, keyfi ya da mecburi her manadaki göçleri kapsıyor. Bu değişimlerin üçü de iç içe, aynı anda yaşanıyor ve hepsi eşzamanlı olarak birbirinin sebebi ve sonucu..."
Bugün –29 Ekim– itibariyle Amerika’daki seçimlerin tamamlanmasına beş gün kaldı. Altı gün sonra Biden mi yoksa Trump mı kazanacak göreceğiz ama “anket şirketlerinin ortalamasına” bakınca seçimden Biden’ın galip çıkacağını düşünebiliriz. Fakat herkesin aklında aynı soru çengelleniyor: Anket şirketlerine ne kadar güvenilebilir? En somut örnek de Trump’ın başa geçtiği seçimdi, anketçiler fena çuvallamıştı.
Anket şirketlerine güvenmek bizim ülkede de ciddi bir sorun. Anketçileri, bazılarını tenzih ediyorum, genellikle “gönüllerinden geçen” üstünden manipülasyon yaparken görüyoruz. Benim için bu anket şirketlerinin hepsi bir yana, KONDA bir yana. Seçim öncesi dönemlerde de, diğer çeşitli zamanlarda da KONDA’nın yaptığı her açıklamayı çok önemsiyorum. KONDA, dünyayı bilemem ama, Türkiye için bir referans kurumu.
KONDA deyince de aklımıza evvela iki isim geliyor: Tarhan Erdem ve Bekir Ağırdır. Şimdi, sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim: Bekir Ağırdır, neden gazete sayfalarından bu kadar uzakta tutar kendini anlayamıyorum. Düzenli yazdığı bir dönem oldu ama çok kısa sürdü. Gerçi o, “yazarak değil konuşarak düşünen birisiyim,” (s. 14) diyor ama harika programı “Sayıların Dili” de son zamanlarda herkes gibi disiplini iyice kaybetti. Ben, Bekir Bey’in daha çok konuşmaya ve yazmaya zorlanması gerektiğini düşünüyorum.
KONDA Genel Müdürü olması, Bekir Ağırdır’ı birçok analistten ayrıştırıyor. “Varsayalım ki”, “tahminen şu kadar” gibi kalıpları mümkün mertebe kullanmadan somut verilerle yorum yapabilme şansı var. Anketleri güvenilir olduğu için, anketleri baz alarak yaptığı yorumlar da fark yaratıyor. Söyleyeceği sözü doğruluğu şüphe götürmeyen istatistikler ve saha çalışmalarıyla destekliyor.
Fikirlerini daha çok konuşarak aktarmayı seven bir yapıya sahip olsa da bu salgın bir işe yaradı ve Bekir Ağırdır’ın ilk kitabı Hikâyesini Arayan Gelecek, Doğan Kitap’tan çıktı. Editörlüğünü değerli Adalet Çavdar’ın yaptığı Hikâyesini Arayan Gelecek, sanki Bekir Ağırdır’ın tek başına çektiği uzun bir TV programı gibi. Kitabı okurken, ister istemez kulağınıza Bekir Ağırdır’ın sesi geliyor. Konuşur gibi, daha doğrusu dertleşir gibi yazmış.
Ağırdır, kitabını “değişimleri analiz etmek” üzerine oturtmuş. Temelde üç değişim görüyoruz: Yerkürenin ritmindeki değişim, gündelik hayatın ritmindeki değişim ve insan hareketlerindeki değişim. Çok kabaca söylersem, yerkürenin değişimi iklim meselesinin yansıması. Gündelik hayatın değişimi ise, üretim araçlarıyla kurduğumuz ilişkiye bağlı. El tezgâhlarından internete geçtiğimizde ritim hiç olmadığı kadar hızlanıyor. İnsan hareketlerindeki değişimse küçüklü-büyüklü, keyfi ya da mecburi her manadaki göçleri kapsıyor. Bu değişimlerin üçü de iç içe, aynı anda yaşanıyor ve hepsi eşzamanlı olarak birbirinin sebebi ve sonucu.
Bekir Ağırdır, ilk bölümde bu değişimlerin hayatımızı nasıl değiştirdiğini anlamaya ve anlatmaya çalışıyor. Tabii her zamanki gibi somut istatistiklere başvurmayı da asla ihmal etmeden. Varoşlardaki lüks sitelerden cep telefonu koruma kılıflarına kadar değişimlerin hayatın her alanındaki yansımalarını bize gösteriyor. Kişilerle uğraşmadan, düşünmeye teşvik ederek. Şehir denince dün ne anladığımız, bugün ne anlıyor olduğumuz, “şehrin” evrilmesi muhtemel olan istikamet neresi, uzun uzun tartışıyor. Kesin ayrımlar yapmadan, kalın çizgiler çizmeden, o alışık olduğumuz mutedil ses tonuyla meselelerin üstüne kafa yormaya davet ediyor.
Bu değişimler yalnızca bizi etkilemiyor. Ama az ama çok, dünyanın her alanında, herkes etkileniyor. AB’nin ekonomik ve siyasi krizi, Arap Baharı, devletlerarası yeni dengeler ve bütün dünyayı kasıp kavuran popülizm dalgası. “Özgürlük mü güvenlik mi” ya da “demokrasi mi refah mı” gibi dikotomileri de deyim yerindeyse duvara çarpıyor. Birbirine karşıt görünen bu kavramların aslında bir bütünün iki eş parçası olduğunu, özgürlüğün alanı genişledikçe güvenlik ihtiyacının azalacağını görüyoruz. Demokrasi olmadan refah olamıyor zaten.
Kitabın ikinci bölümünde konu Türkiye... Ağırdır, Kürt meselesinden yakın dönem siyasetine, “üç Türkiye” kavramına ve toplum-devlet ilişkisine girişiyor. Suriyeliler, beyin göçü, tıkanan siyaset Ağırdır’ın gündeminde. Kkitabında her konuyu önce problematize etmiş, sonra da kendi çözüm önerilerini sıralamış.
Son bölümdeyse, Bekir Ağırdır’ın gelecek tahayyülünü okuyoruz. Kitabın adındaki arayışa bir cevap vermeye çalışıyor.
“Ortak yaşamı sürdürmek, kendimize ortak bir kader çizebilmek için yeni bir anlam dünyası inşa etmek zorundayız. Bunun birinci yolu da konuşabilmek, tartışabilmek ama asıl önemlisi bu yolla mecburi yurttaşlıktan iradi yurttaşlığa, monolitik toplumdan demokratik, çoğulcu topluma dönüşümü sağlayacak bir mutabakat için çaba sarf etmek. Ancak o zaman, her birimiz bu ülkede özgüvenle var kalabilir ve “Türkiye fikri”ni sürdürebiliriz. Ancak böylesi bir çabayla gelecek için bir hikâye yazabiliriz.” (s. 375)
Bekir Ağırdır’ın bilimden ve sanattan aldığı iyimserlik gücüyle bitireyim yazıyı. Tabii daha çok yazmasını ve konuşmasını umarak.