22 Ocak 2021 03:07
Hizb-ut Tahrir, 1950'lerden bu yana küresel çapta faaliyet yürüten bir siyasal İslamcı örgüt.
Faaliyetleri bazı ülkelerde yasak, bazı ülkederde ise değil.
Yaklaşık 60 yıldır Türkiye'de de faal olan ve özellikle de hilafet etkinlikleriyle gündeme gelen örgütün Türkiye'deki konumu ise kafa karışıklığı yaratıyor.
Bir yanda Yargıtay'ın Hizbut Tahrir'i 'terör örgütü' olarak niteleyen kararları var.
Diğer yanda ise Anayasa Mahkemesi'nin örgüt yargılamalarıyla ilgili verdiği bir hak ihlali kararı, örgüt tarafından "Anayasa Mahkemesi Hizbut Tahrir'i terör örgütü kabul etmedi" yorumuna neden oluyor.
Yerel mahkemeler örgütle ilgili farklı tutum alıyor gibi görünüyor.
Son yıllarda, İstanbul'da yapılan bir başvuru üzerine örgüt hakkında açılan kamu davasında karar aşamasına yaklaşılmışken Ankara'da ise benzer bir başvuru sonrası dava açılmamış durumda.
Bu arada örgüt üyeleri en son Eylül ayında Antalya'da yaşandığı gibi bazı yerlerde operasyonlarla tutuklanırken Ankara dahil başka birçok kentte ise faaliyetlerine açıktan devam ediyor.
Ortadaki karmaşadan hem Hizb-ut Tahrir yandaşları hem de karşıtları rahatsız gibi görünüyor.
Siyasi çizgisinden değişik ülkelerdeki farklı konumuna, Türkiye'deki faaliyetlerinden yasalar nezdindeki tartışmalara Hizb-ut Tahrir'i araştırdık.
Örgüt, Filistinli din adamı Takıyuddin En Nebhani tarafından kuruldu.
En Nebhani, ilk siyasi faaliyetlerine, 1940'larda o dönem Filistin topraklarındaki işgalci İngiliz güçlerine karşı protesto hareketlerine katılarak başladı.
Mısır'daki El Ezher Üniversitesi'nde eğitim gören En Nebhani, bir dönem Müslüman Kardeşler örgütüyle temastaydı ancak zamanla kendi siyasi çizgisini geliştirdi.
İsrail'in kuruluşunu takip eden 1948'teki Arap-İsrail savaşında Arap ülkelerinin yenilgisi ve Arap ülkelerinin İsrail'e yaklaşımı onda giderek hilafet fikrinin güçlenmesine neden oldu.
En Nehbani, hilafet anlayışını kavramsallaştırarak 1953 yılında o dönem Ürdün kontrolündeki Doğu Kudüs'te, Hizb-ut Tahrir'in yani Türkçesiyle Kurtuluş Partisi'nin temellerini attı.
Örgüt, Doğu Kudüs'te başlayan çalışmalarını sonrasında Lübnan, Suriye, Irak, Mısır, Tunus, Türkiye'ye ve yıllar içinde de onlarca ülkeye yaydı.
Örgütün kendine has bir ideolojik-politik çizgisi ve örgütlenme yapısı bulunuyor.
BBC Türkçe'ye konuşan, Londra Üniversitesi Birkbeck College öğretim üyesi, siyaset bilimci Dr. Noman Hanif, örgütün diğer İslamcı hareketlerden önemli farkları olduğunu söylüyor:
"Örgütün çok kapsamlı ve kendi içinde tutarlı bir ideolojisi var. Diğer İslamcı hareketlerden farklı olarak kendi şeriat modelleri açısından oldukça fazla detaya sahipler. Birçok İslamcı hareket, düzeni devirmek ister ama kurmak istedikleri devletin çerçevesine sahip değildir. Hizb-ut Tahrir'in ise detaylı bir modeli var."
BBC Türkçe'ye konuşan bir başka isim, 'Hizb-ut Tahrir ve Halifelik' kitabının yazarı, İngiltere'deki Anglia Ruskin Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Elisa Orofino da örgütün bazı temel özelliklerini özetle şöyle aktarıyor:
"Halifeliğin yeniden tesisini amaçlaması, 'tüm Batılı yozlaşmış ideolojiler ve kafirlerle ayrışmayı' savunması, 'fikirlerin devrimini' savunup eğitimi önemli bir mücadele yöntemi olarak kullanması."
Hizb-ut Tahrir'in uluslararası çaptaki örgütsel yapısı da dikkat çekiyor.
Dr. Orofino, "Örgütteki yerel ve merkezi yapılar arasında güçlü bir bağ olduğunu, yerel yapıların yerel şartları dikkat alarak çalışma yürütüp bunu da küresel çaptaki halifelik çağrısına bağladığını, böylece dünyadaki tüm hücreler arasında bir uyum ortaya çıktığını" söylüyor.
Dr. Hanif, bununla birlikte en başından beri örgüt liderliğinin Araplardan oluştuğunu, örgütün asıl önceliğinin Arap ülkeleri olduğunu ekliyor.
Dr. Orofino'ya göre örgütün bir diğer ayırt edici özelliği ise 1953'te kurulmasından bu yana gösterdiği siyasi süreklilik:
"Müslüman Kardeşler gibi diğer uluslararası İslamcı gruplardan farklı olarak Hizb-ut Tahrir'in zamana yayılan tutarlılığı, grup için bir güç kaynağı oldu ve geniş anlamda İslamcı aktivizm bağlamı içinde ona güvenilir ve istikrarlı bir aktör görüntüsü verdi."
Bugün örgütün dünya çapında kimi kaynaklara göre on binler, kimi kaynaklara göre ise yüz binlerce üyesi bulunuyor.
Örgütün en önemli amaçlarından biri, bütün dünyadaki Müslümanlara hitap eden bir halife devleti kurmak.
Dr. Elisa Orofino, "örgüt için halifeliğin gerçek İslam'a dönüş demek olduğunu" belirtiyor.
Orofino, "Hizb-ut Tahrir'in halifelik anlayışı IŞİD'inkinden çok farklı. Buna göre halife seçilerek belirlenecek ve de parlamento gibi çalışan bir meclis tarafından da desteklenecektir" diye ekliyor.
Dr. Noman Hanif de örgütün halifelik anlayışının ulus devletleri aşan bir anlayış olduğunun altını çiziyor.
Hizb-ut Tahrir, bir mücadele yöntemi olarak şiddeti benimsemediğini belirtiyor.
Bazı uzmanlar, doğrudan şiddet yöntemini kullanmasa da grup içinde düşünsel olarak radikalleşen üyelerin, şiddet eylemleriyle ilgili mesajlara daha açık hale geldiklerini öne sürüyor.
Bu konuda, bir dönem IŞİD'in Suriye'deki propaganda videolarında rehinelerin başını keserken görülen, 'Cihatçı John' adıyla tanınan İngiliz vatandaşı Muhammed Emwazi'nin üniversite yıllarında Hizb-ut Tahrir etkinliklerine katılması örnek gösteriliyor.
Bazı uzmanlarsa şiddet kullanılmadan iktidar değişikliğinin mümkün olmadığı kanısında.
Dr. Noman Hanif, "Şiddetle iktidar değişikliğini savunmuyorlar ama bir iktidar değişikliği her hâlükârda şiddete yol açacaktır. Fransız devriminden Ekim devrimine dünyadaki tüm devrimlerde olduğu gibi, bu değişime direnenler illa ki olacaktır ve şiddet oluşacaktır. Ayrıca devletleşirken bir aşamada bir ordu kurma planları da var" yorumunu yapıyor.
Hizb-ut Tahrir, bazı ülkelerde açıktan faaliyet yürütürken bazı ülkelerde ise yasaklı konumda.
Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan, Pakistan, Bangladeş, Rusya, Çin ve Özbekistan örgütün faaliyetlerini yasaklayan ülkeler arasında.
Dr. Elisa Orofino birçok Müslüman ülkede örgütün yasaklı olmasını, bu yapının Müslüman yönetimleri eleştirmekten çekinmemesine bağlıyor:
"Hizb-ut Tahrir liderleri, Müslüman dünyasındaki liderleri kafir, mürtet ve Batılı devletlerin emrindeki kukla yönetimler olarak tanımlamaktan hiçbir zaman çekinmedi. Hizb-ut Tahrir ideolojisini sahiplenmeyen Müslüman yöneticilere yönelik açıktan dillendirilen bu nefret söylemi, Orta Doğu'daki hükümetler arasında, Hizb-ut Tahrir'in bir iç kargaşanın potansiyel sebebi olabileceği görüşünü güçlendirdi."
Dr. Orofino, bu durumun bugün de sürdüğünü, bu yaklaşım nedeniyle Hizb-ut Tahrir üyelerinin birçok Müslüman ülkede tutuklu olduğunu hatta bazılarında işkence gördüğünü belirtiyor.
Dr. Orofino örgütün Batı'ya yaklaşımını ise şöyle açıklıyor:
"Dünya çapındaki Hizb-ut Tahrir hücreleri, hiç durmadan Batı'ya 'hem Müslümanları boyunduruğu altında tutan bir sistem' olduğu hem de alkol, kumar, eşcinsel evliliği, kürtaj vs. gibi 'İslam'daki haram olan şeyleri ihraç ettiği gerekçesiyle' saldırıyor."
Batılı ülkelerin yasak gerekçesiyle ilgiliyse şunları ekliyor:
"Bazı ülkeler, grubu 'nefret vaizleri' olarak tanımlayıp yasakladı. Her ne kadar örgüt şiddete açık bir şekilde her zaman karşı çıkmış olsa da halifelik dışındaki tüm siyasi sistemlerin meşru olmaması gibi argümanları epey kışkırtıcı bulunuyor."
Hizbut Tahrir'in yasaksız bir şekilde faaliyet gösterdiği ülkeler arasında ise ABD, İngiltere, Avustralya, Hollanda ve Danimarka da bulunuyor.
İngiltere, Hizb-ut Tahrir'in faaliyetleri açısından önemli bir yer tutuyor.
Örgütün birçok yayınının burada hazırlanıp dünyaya dağıtıldığı iddia ediliyor.
İngiltere'nin eski başbakanlarından Tony Blair 2009'da, David Cameron ise 2011'de örgütün ülke yasaklanması için girişimde bulundu.
Ancak İngiltere İçişleri Bakanlığı ve diğer ilgili kurumlar, örgütün şiddeti savunmadığı, bu yüzden yasaklanamayacağını savundu.
Dr. Noman Hanif, bu durumu şöyle yorumluyor:
"İngiltere'nin Hizb-ut Tahrir'i yasaklamak için elinde bolca delil olduğunu düşünüyorum. 'Yahudilerin öldürülmesi' vb. gibi birçok yazılı kaynak var. Ancak her seferinde İçişleri Bakanlığı'ndan ya da kurulu siyasi düzenin derinlerinden yasaklamama yönünde müdahale geliyor. David Cameron bile başbakan seçilmeden önce örgütü yasaklama sözü vermişti ama seçildiğinde bunu yapamadı. Belki devlet, istihbarat amacıyla Hizb-ut Tahrir içinden bazı insanları kazanmış olabilir."
Hanif, grubun bazı ülkelerde yasak olup bazılarında olmamasının ülke içi dengeler dışında, bazı durumlarda dış politikayla da ilişkili olabileceğini ve İngiltere'nin de bunu yapıyor olabileceği görüşünde:
"Bazı ülkeler bu grubu dış politikalarında potansiyel bir araç olarak görüyor. Örneğin İngiltere, Hizb-ut Tahrir'in buradaki üyelerinin çoğunun Pakistan ve Bangladeş kökenli olduğunu ve bu ülkeler arasında seyahat yaptığını biliyor. Eski Pakistan Başbakanı Pervez Müşerref, İngiltere'ye bu kişileri bildirdiğinde İngiltere, yeterli delil olmadığını belirterek örgütü yasaklayamayacağını belirtmişti. Ama bence aslında İngiltere, Pakistan'dan istediklerini almak için bunu bir pazarlık aracı olarak kullanmak istiyordu."
Hizb-ut Tahrir, on yıllardır Türkiye'de de faaliyet gösteriyor ve kamuoyunun gündemine de ağırlıklı olarak hilafet çağrılarıyla geliyor.
Örgütün Türkiye'deki faaliyetleri 1960'ların başına uzanıyor.
Güvenlik güçleri ilk kez 1967'de örgüte operasyon düzenledi ve örgüt hakkında dava açıldı.
Yıllarca örgüt birçok dava ve operasyon ile karşı karşıya kaldı.
Hizb-ut Tahrir'in Türkiye ofisine göre günümüze kadar 2000'den fazla kişi, örgütle ilgili davalarda yargılandı.
2003 yılında Terörle Mücadele Kanunu'daki 'terör' tanımı değiştirilip bir örgütün 'terör örgütü' olabilmesi için 'cebir ve şiddete başvurması' şartının getirilmesiyle örgütün nasıl tanımlanacağına dair farklı yorumlar ortaya çıktı.
2003 değişikliği sonrası, o dönem yargılanan bazı Hizb-ut Tahrir üyeleri serbest bırakıldı.
Ancak 2004 yılında Yargıtay, Hizb-ut Tahrir'i 'terör örgütü' olarak tanımlayan bir karar aldı. Yargıtay bu kararı sonrasında da tekrarladı.
Yargıtay, grubu 'terör örgütü' olarak tanımlamışken son dönemde Anayasa Mahkemesi'nin bir kararı ise farklı yorumlara neden olmuş durumda.
Hizb-ut Tahrir'e üye olmak suçlamasıyla hakkında hapis cezası verilen sanıklardan Yılmaz Çelik, 2014'te Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru yaptı.
2018'de Anayasa Mahkemesi, Çelik'in adil yargılama hakkının ihlal edildiğine karar verdi.
Mahkeme kararında, "yerel mahkemelerin kararlarında örgütü hangi nedenlerle bir terör örgütü olarak kabul ettiğinin açıklanmadığını" belirtti.
BBC Türkçe'ye konuşan Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar, bu kararı şöyle yorumluyor:
"Yargıtay, Hizb-ut Tahrir kararından somut gerekçelerden uzak ve zorlama bir yorumla sadece 'terör örgütü' demekle yetinmiş fakat herhangi bir gerekçe açıklama ihtiyacı hissetmemiştir. Anayasa Mahkemesi AYM) ise gerek yerel mahkemelerin gerekse de Yargıtay'ın gerekçeli kararlarındaki izahları Hizb-ut Tahrir'in terör örgütü olarak kabul edilmesi için yeterli bulmamıştır."
"Hizb-ut Tahrir davalarında farklı illerdeki sekiz mahkeme AYM kararına binaen beraat kararları verirken üç farklı mahkeme ise AYM kararlarına rağmen ceza veriyor."
BBC Türkçe'ye konuşan eski YARSAV (Yargıçlar ve Savcılar Birliği) Başkanı Ömer Faruk Ağaoğlu ise Anayasa Mahkemesi kararından "Terör örgütü değil" sonucunun çıkarılamayacağını savunuyor:
"Anayasa Mahkemesi hak ihlali kararı verdi. Anayasa Mahkemesi, 'Bu örgüt bir terör örgütü sayılmaz ifade özgürlüğüne aykırılıktır, örgütlenme özgürlüğüne aykırılıktır' demiyor. Kararında, yeterli, ikna edici gerekçe gösterilmemesini hak ihlali olarak niteliyor. Dolayısıyla dosyanın bu açıdan ele alınması gerektiğini belirtiyor. Bu karar üzerine dosya, davaya bakan Ankara Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tekrar alındı ve bu yapılanmanın terör örgütü olduğu yönünde aynı karar tekrarlandı."
Son olarak yargının İstanbul'da ve Ankara'daki suç duyurularına farklı tepki vermesi de kafa karışıklığını artırmış gibi görünüyor.
Hizb-ut Tahrir 2016'da Ankara'da, Atatürk Spor ve Sergi Salonu'nda binlerce kişinin katılımıyla Uluslararası Hilafet Konferansı düzenledi.
Ömer Faruk Eminağaoğlu'nun parçası olduğu Laikliğe Çağrı Birlikteliği grubu, konferansla ilgili olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulundu.
2016 yılındaki bu suç duyurusu üzerine herhangi bir dava açılmamış görünüyor.
Örgüt, 2017'de ise İstanbul'da, Bayrampaşa'daki bir spor salonunda ise 'Dünya Hilafete Neden Muhtaç?' başlıklı bir konferans düzenlemek istedi.
Ömer Faruk Eminağaoğlu, bu etkinlikle ilgili, bu kez bireysel olarak suç duyurusunda bulundu.
Suç duyurusu ardından konferans, Bayrampaşa Kaymakamlığı tarafından iptal edildi ve bazı örgüt mensupları gözaltına alındı.
Ardında bir kamu davası da açıldı.
İstanbul'da 30. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yürütülen bu davada, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı geçtiğimiz günlerde mütalaasını verdi.
Savcılık, dört sanık için hem Terörle Mücadele Kanunu hem de Türk Ceza Kanunu'na dayalı suçlardan toplam 52,5 yıl ceza istedi.
BBC Türkçe, savcılık mütaalasını inceledi.
Savcılık mütalasından Yargıtay'ın kararlarına gönderme yapılarak Hizb-ut Tahrir'in bir 'terör örgütü' olduğu belirtiliyor.
Mütalaada, "örgütün salt propaganda ile bir ülke yönetimini ele geçirmesinin veya örgüte karşı olanları ikna etmesinin söz konusu olmayacağı; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden birini kullanacağı ve bunlarla amacına ulaşamazsa cebir ve şiddet yöntemlerini her hâlükârda kullanacakları açıktır" ifadesi yer alıyor.
Ayrıca mütalaada, "örgütün henüz silahlı mücadele aşamasına geçmediği ancak gerekli güce ulaştıktan sonra teokratik devletin kurulup Raşiti Hilafet Devleti'nin inşası gayretlerinin üçüncü aşamada gerçekleştirileceği, bu aşamada hilafet devleti içinde ordu komutanı olarak teşkilatlanmanın olacağını, ordunun da silahlı mücadele yapacağı" belirtiliyor.
Ağaoğlu: Cebir ve şiddet Hizb-ut Tahrir'in amaçları arasında
Ömer Faruk Eminağaoğlu, "Yasalara göre, ortada kanıtlanmış bir şiddet eylemi olmayan bir örgüt terör örgütü ilan edilebilir mi?" sorumuza cevaben "Çok açık söylüyorum, cebir ve şiddet zaten amaçlarının arasında yer alıyor" yanıtını veriyor.
Eminağaoğlu, 'FETÖ davalarını' örnek gösteriyor: "FETÖ'yü ele alalım. FETÖ ile ilgili terör örgütü davalarının açılması için illa 15 Temmuz gerekli miydi değil miydi? 15 Temmuz'a kadar ne gibi bir cebire başvuruldu?"
Eminağaoğlu, örgütün faaliyetlerine izin verilmesinin Anayasa'nın değiştirilemez hükümleriyle ilgili bir hukuk tartışması başlatacağını da söylüyor:
"Anayasanın ilk dört maddesini değiştirilemez kılıp, o ilk dört maddeye karşı her türlü faaliyeti serbest bırakıyorsanız, o zaman 'O ilk dört madde neden var, neden değiştirilemez?' gibi hukuk tartışmaları ortaya çıkar."
BBC Türkçe'ye konuşan Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar, "Hizb-ut Tahrir'in hilafeti kurmak için benimsediği metodunda şiddet yönetimini kesinlikle reddettiğini" belirtiyor.
Peki şiddet kullanmadan bir düzen değişikliği nasıl olabilir?
Kar, "ihtiyaçlarının silah değil ikna olmuş toplum olduğunu" savunuyor:
"Bizim hedefimizi gerçekleştirmek için ihtiyacımız olan tek şey doğru fikre ikna olmuş bir toplumdur, silah değil. (…) Değişimi arzu eden bir toplumun önünde hiçbir güç duramaz, herkes ona boyun eğer. (…) Neden Batı'da devrimler halkın iradesiyle gerçekleşirken İslam dünyasında şiddet yoluyla gerçekleşsin ki?"
Kar, mevcut hukuki tanıma göre Hizb-ut Tahrir'in bir 'terör örgütü' sayılamayacağını, buna dahil edilmelerinin mevcut hukuka aykırı olduğunu belirtiyor.
BBC Türkçe, İçişleri Bakanlığı'na da örgütün, bakanlığın 'terör örgütleri' listesinde yer alıp almadığını sordu. Henüz yanıt alamadı.
Hizb-ut Tahrir sözcüsü: Mevcut Anayasal düzeni İslami bir anayasa ve Hilafet ile değiştirmek istiyoruz
Hizb-ut Tahrir Türkiye sözcüsü Kar, Türkiye'deki mevcut anayasal düzeni değiştirmek istediklerini söylüyor:
"Evet, biz mevcut anayasal düzeni benimsemiyoruz, onu İslami bir anayasa ve Hilafet ile değiştirmek istiyoruz. (…) Bin yıldır cihad ettiğimiz kafir Batılılardan ithal edilen ve türlü zorbalıklarla dikte edilen bu anayasayı kabul etmiyoruz."
Türkiye'deki mevcut hilafet tartışmalarındaki konumlarını da şu sözlerle açıklıyor:
"Hilafet hem Raşid Halifeler döneminde hem Emevi ve Abbasi Hilafeti döneminde hem de Osmanlı Hilafeti döneminde tüm Müslümanlar için birleştirici siyasi bir güç ve liderlik oldu. Elbette Emevi, Abbasi ve Osmanlı Hilafeti'nin bazı uygulamalarında yanlışlar oldu ama bu durum onların Hilafet Devleti olduğu gerçeğini değiştirmez. Biz asrı saadet dönemindeki gibi örnek bir Hilafet istiyoruz. İşte bu nedenle o dönemi temsil etmesi açısından Hilafet Devleti yerine Raşidi Hilafet Devleti diyoruz."
Kar, "Cumhuriyet, laiklik ve demokrasi; dini, hayattan, devletten ve toplumdan uzaklaştıran fikirlerdir. Bu fikirler İslam ile taban tabana zıttır" diyor.
Hizb-ut Tahrir sözcüsü, "Bir yandan demokrasi ile bireysel hak ve özgürlüklere karşı çıkarken bir yandan da bunların size siyasi faaliyet hakkı verdiğini savunmak çelişki değil mi?" sorumuza şu yanıtı veriyor:
"Bize siyasi faaliyet hakkını veren, demokrasinin hak ve özgürlükleri değil, İslam'ın hükümleridir. Biz demokrasiye karşıyız ve bunu her platformda dile getiriyoruz. Demokrasinin esasını dini esastan uzaklaştırma oluşturmaktadır. (…) Hüküm Allah'ındır. Asıl çelişki, Allah'ın hükümleri varken aciz olan insanın koyduğu hükümlere tabi olmaktır."
Peki, bir parti sahip olan ancak bildiğimiz siyasi partiler gibi faaliyet göstermeyen Hizb-ut Tahrir'in yasal anlamda partileşmek gibi bir hedef var mı?
Kar, bu sorumuza cevabında bunun "haram olduğunu" belirtiyor:
"Hizb-ut Tahrir, İslami esaslara göre kurulmuş bir partidir. Hizb-ut Tahrir mevcut laik demokratik sistem içerisinde olmayı ve bu yöntemle sistem içerisinde iktidarda olmayı haram kabul eder."
Kar, Adalet ve Kalkınma Partisi'ni ise şu sözlerle yorumluyor:
"AK Parti'nin bizim için diğer demokratik, laik esaslar üzerine kurulmuş siyasi partilerden hiçbir farkı yoktur. Türkiyeli Müslümanlar lehine gibi görünen birtakım adımların atılması onu İslami bir parti yapmaz."
Hizb-ut Tahrir'in Türkiye'deki hukuki konumu tartışılmaya devam edecek gibi görünüyor.
Önümüzdeki dönemde bu tartışmaların siyasi gündem, özellikle de halifelik tartışmalarıyla iç içe geçmesi ise şaşırtıcı olmayacak.
© Tüm hakları saklıdır.