Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi'nin 1962'de yılında Ermeni çocukların yardımıyla inşa ettiği ve Hrant Dink ile Rakel Dink'in de kaldığı Tuzla Ermeni Çocuk Kampı (Kamp Armen)'nın yıkımına başlandı. Bir bölümünün tamamen yıkıldığı kampta iş makinelerinin yıkım çalışmalarına ara verdiği belirtildi.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Parti Meclisi Üyesi ve İstanbul 2. Bölge Milletvekili Adayı Garo Paylan, T24'e yaptığı açıklamada "Özel bir mülk olduğundan yıkım kararı çıkarılmış. Şu an kampın bir kısmını yıkıldı" dedi.
"Çocuk emeğinin gasp edildiğini" savunan Paylan, "Bir kez daha emeğimizi umudumuzu gasp etmesinler diye kalanlar için direneceğiz. Çocuk emeğinin yok edilmesine izin vermeyeceğiz. Herkesi Tuzla Ermeni Kampı'nın yıkımına karşı burada direnmeye çağırıyorum" diye konuştu.
Tuzla Kampı' nın kısa tarihi
Gedikpaşa Kilisesi yöneticileri, 1962 yılında halihazırda barınmalarına yardımcı oldukları Ermeni çocukların yazın kullanmaları için Tuzla Kamp'nı buldukları boş bir araziyi inşa etme kararı aldı. 1962 yılının Kasım ayında Tuzlalı Sait Durmaz'dan satın alınan ve kilise adına tescillenen arazide aralarında Hrant Dink'in de bulunduğu 20'ye yakın çocuk kampı inşa etti.
23 Şubat 1979'da Vakıflar Genel Müdürlüğü, Kartal 3. Asliye Hukuk Hâkimliği'ne başvurarak, Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi Vakfı'nın elindeki tapunun iptal edilmesini ve eski sahibine geri verilmesini istedi. Dört yıl süren davanın sonunda, mahkeme, kamp arazisinin vakfın elinden alınıp eski sahibine verilmesine karar verdi. Böylece, Sait Durmaz, 1962 yılında boş olarak sattığı araziyi, ödeme yapmadan üstünde kurulu olan kamp tesisleriyle birlikte geri aldı. Ermeni Protestan Kilisesi Vakfı, yıllar önce her türlü yasal işlemi yerine getirerek satın aldığı malı, eski sahibine iade etmek zorunda bırakıldı.
Azınlık kurumlarının tüm mülkleri ellerinden alındı
Mahkeme, bu kararı 1974 tarihli Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararının şu gerekçesine dayandırmıştı: "Türk olmayanların meydana getirdikleri tüzel kişiliklerin taşınmaz mal edinmeleri yasaklanmıştır. Çünkü tüzel kişiler gerçek kişilere oranla daha güçlü oldukları için, bunların taşınmaz mal edinmelerinin kısıtlanmamış olması halinde, devletin çeşitli tehlikelerle karşılaşacağı ve türlü sakıncalar doğabileceği açıktır. Bu nedenle de karşılıklı olmak şartıyla yabancı Gerçek Kişilerin Türkiye'de satın alma veya miras yolu ile taşınmaz mal edinmeleri mümkün kılınmış olduğu halde, Tüzel Kişiler bundan yoksun bırakılmışlardır."
1974 Yargıtay kararıyla birlikte, azınlık vakıflarının tümü, 1936'dan sonra edindikleri mülkler eski sahiplerine ya da Milli Emlak'a devredildi. ve azınlık vakıflarının mülk edinmeleri yasaklandı.
Hrant Dink'ten 'Aşkolsun'
Hrant Dink, Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi Vakfı’na ait resmi tapusu bulunmasına rağmen el konulan Tuzla Ermeni Yetimhanesi ile ilgili yazdığı 'Aşk olsun' yazısında çocuk emeğinin gasp edilmesine tepki göstermişti. Yöneticiliğini yaptığı Agos gazetesi önünde sırtından üç kurşunla vurularak öldürülen gazeteci Hrant Dink'in Tuzla Kampı ile ilgili yazdığı yazı şöyle:
Dümdüz bir araziydi bizi alıp götürdüklerinde. Birkaç yüz metre ilerisinde de, henüz el değmemiş bir göl ve yanında tertemiz bir deniz. İlkokul iki ile beşinci sınıflar arasında okuyan çelimsiz öğrencilerdik, 20 kişi kadar. Koca bir yaz orada kamp hayatı yaşayacaktık güya... Ve kazmaya başladık önce. Kazdık çadır çubuklarını diktik, kazdık fidan diktik, kazdık kuyu açtık. Başımızda bir inşaat ustası ve biz 20 çocuk amele, kazdık temel attık ve bina inşa etmeye başladık. Yanı sıra kazdık kümes yaptık, ahır yaptık. İnanın o yıl hep kazdık.
Tam üç ay boyunca çalıştık çabaladık ve o dümdüz çorak araziyi giderek yeşillenen giderek renklileşen, üzerinde binalar yükselen ve görenlere "aaa...! buraya insan eli değmiş burada insanlar yaşıyor" dedirten bir yer haline getirdik . Kamp hayatı yaşamaya gitmiştik, kamp inşa edip döndük yatılı okulumuza o yaz.
Ve o yazlar, yıllarca ardı sıra hep böyle devam etti. Her yaz gittik Tuzla Kampı'na. Biz çocukların sayısı da giderek arttı. Yeni kuyular açtık, su çoğaldı, yeşillikler çoğaldı. Gündüzler ve geceler boyu elle durmaksızın çektiğimiz su tulumbası da günün birinde motorlaştı. Yıllar geçtikçe ağaçlar boyumuzu geçti, binaları kapladı, kampın göğü geçit vermez oldu kızgın güneşe, gölgeleşti her bir yan. Çocuk emeğimize karışan çocuk seslerimiz gübresiydi belki de doğanın. Gelen imrenir, gören imrenirdi. "Aşkolsun " derdi herkes, "aşkolsun".
Bu arada biz çocuklar da hazıra konma yerine kendi ürettiğiyle yaşama kültürünü ediniyorduk yavaş yavaş. Kümesten günde birkaç kez topladığımız yumurtaların bolluğunu anımsıyorum bazen, nasıl da hedef tahtalarına nışan alıyorduk tam onikiden. Tavuk kıçında gezinen parmaklarımızla henüz taşlaşmamış yumurtayı lastik top halinde yakalayabiliyorduk her an. Bolluk ve bereket getirmiştik o 10 dönüm çorak araziye. Tazeyi ve canlıyı yaşıyorduk kendi yarattığımız canlı ortamda. Beethoven'in müziğiyle dini ayin yapıp ahır temizliyorduk ardından. Ya da kampın bir ucundaki kavak ağaçlarının alt gövdelerini kireçlerken ötede salonun hoparlöründe çalan halk müziğimizin dört sesli yorumlarını dinleyebiliyorduk aynı anda. Günde çok saat çalışıyor çok saat da şükrediyorduk Tanrıya. Dua başlangıcımızdı hep "Tanrım bizlere bahşettiklerini ihtiyacı olanlardan esirgeme" demek.
Günün birinde Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden bir yazı geldi Kampın sahibi Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesine. Azınlıklara ait vakıflar 1936 yılından sonra bu ülkede herhangi bir gayrımenkul satın alma, mülk edinme, hakkına sahip değilmiş meğerse. Yasalar buna engelmiş. Dolayısıyla bu kampın tapu kaydı iptal edilecek kamp da eski sahibine iade edilecekmiş. Dediklerini de yaptılar doğrusu. Davalarla, dolaylı dolaysız yaptırımlarla kampı elimizden aldılar ve eski sahibine geri verdiler sonunda.
Biz öylece cascavlak kaldık ortada. Kamp yeri ve binası şimdi öyle duruyor orada. Kenarları oldu tam bir villa panayırı. Bina ise dişleri dökülmüş, avurtları çökmüş, sendeleyen yaşlı bir harabe. Bizim o güzelim yeşil ağaçlarımız birer birer kesilmiş, kalanlar ise küsmüş sararıp solmuşlar öylece.
Geçtiğimiz pazar Kınalıada çocuk kampının sezon açılışında Tuzla Kampı'nı anımsadım hep. Çalınan, gaspedilen "çocuk emeğim"i sorguladım usumda. Şimdi ne bekleniyor benden? "Helal olsun" mu diyeyim yani? Yoksa... "Aşkolsun"mu?