Huawei krizi ABD ile Çin'in diplomatik soğuk savaşı mı?
25 Mayıs 2019 20:02
Ergin Yıldızoğlu İktisatçı
ABD ile Çin arasında Huawei üzerinden süren mücadele, teknolojik gelişmelerin etkilerine ilişkin tartışmaları yoğunlaştırdı.
Giderek hızlanan teknolojik gelişmeler bir taraftan geleceğe ilişkin iyimser beklentileri beslerken, diğer taraftan, yarattıkları yan etkilerle umutlarımızı kıracak gibi görünüyorlar.
Kişisel bilgisayarların gelişmesi, internetin ve dijitalleşmenin yaygınlaşması, iletişim, veri ve bilgi işlem teknolojilerindeki baş döndürücü gelişmeler, bireylerin ülkelerinde ve dünyada kendilerini ilgilendiren konularda bilgilenmesini, haklarını, özgürlüklerini baskıcı rejimlere ve eğilimlere karşı korumasını kolaylaştıracaktı.
Hatta internet ile sosyal medya üzerinden 'ötekini' tanıma ve sorunlarını anlama süreci, çok kültürlülüğü, kardeşliği ve dayanışmayı geliştirecekti.
Kabul etmek gerekir ki tüm bu alanlarda önemli gelişmeler yaşanıyor. Ancak, giderek şekillenmeye başlayan olumsuz gelişmeler, olumlu gelişmeleri geride bırakacak gibi görünüyor.
Bu olumsuz gelişmelerin ayırdına, 'terörizme karşı mücadele' kapsamında, devletlerin güvenlik gerekçesiyle almaya başladığı önlemlere ilişkin tartışmaları izlerken, daha sonra da çok çarpıcı biçimde, ABD Başkanlık seçimlerinde ve İngiltere'deki Brexit referandumunda, 'Fake news' (Sahte haber), sosyal medya üzerinden seçmen manipülasyonu gibi konularda varmıştık.
Daha sonra, 'teknolojik soğuk savaş', 'izleme/gözetleme kapitalizmi' kavramları, internet, iletişim, veri işlem alanlarında yaşanan gelişmelerin, yarattığı yeni emek, ürün ve sömürü biçimleri üzerine tartışmalar yoğunlaştı.
'Teknolojik soğuk savaş!'
Birçok gözlemci, Trump döneminde, ABD'nin Çin'e karşı uygulamaya koyduğu, Çin'in de cevap vermeye başladığı 'korumacılık' önlemlerine bakarak yeni bir küresel resesyona yol açabilecek ticaret savaşları riskinden söz ediyor.
Ancak özellikle geçen Aralık ayında, Trump yönetiminin talebi üzerine, Kanada hükümeti Huawei'nin mali işler CEO'su Meng Wanzhou'yu tutuklayınca su yüzüne çıkan çelişkiler, atılan adımlar, Financial Times gazetesinde Philip Stevens'in vurguladığı gibi, bir ticaret savaşından öte, daha yeni başlayan bir küresel egemenlik mücadelesi sürecine işaret ediyor.
Tim Culpan'ın, Bloomberg'deki ilginç yazısının başlığı da "Teknolojik soğuk savaş başladı" idi.
New York Times gazetesinden Li Yuan ise konuya, "Huawei Google'ı kaybetti, ABD- Çin teknolojik soğuk savaşının da bir demir perdesi oluştu" başlığıyla yaklaşıyordu.
Trump yönetimi, Çin'in büyük ve hızla gelişen, telekomünikasyonda 5G teknolojisinde dünya lideri lider olmaya aday teknoloji şirketi Huawei'yi, İran'a yönelik ABD yaptırımlarını ihlal etmekle suçluyordu. Profesör Jeffery Sachs'ın, South China Morning Post gazetesindeki yorumunda işaret ettiği gibi, bu olağanüstü bir durumdu: ABD yönetimi ilk kez bir şirketi değil doğrudan yöneticisini hedef alıyordu. Hem de bir 3. ülkede tutuklanmasını sağlayarak.
Wanzhou'nun tutuklanmasından sonra gelişmeler hızlandı. ABD güvenlik riski oluşturduğunu iddia ederek Huawei'nin, ABD 5G pazarına girmesini yasakladı; ardından müttefiklerini de benzer önlemler almaya zorladı. İngiltere ve Japonya bu irade karşısında eğilme eğilimi sergilerken, ABD'nin Qualcomm Inc, Broadcom Inc gibi, mikroçip şirketleri Huawei'ye ürünlerini satmayı durduracaklarını açıkladılar. Son olarak Google, Huawei telefonlarının son modellerine Android uygulamalarını kullandırmayacağını açıkladı.
Bu sırada, Çin Devlet Başkanı Şi'nin, telekomünikasyon ve silah sanayindeki yüksek teknoloji alanında kullanılan ender mineralleri işleyen JL Mag Rare-Earth şirketine yaptığı yüksel profilli ziyaret, Çin'in bu minerallerin tedarik zincirleri üzerindeki dünya çapında ağırlığını Batı'ya anımsatıyordu.
Tim Culpan'ın ve Li Yuan'ın yorumuna göre, bu gelişmeler Çin şirketlerini kendi işletim sistemlerini, uygulamalarını geliştirmeye zorlayacak, Çin'in internet uzayını, küresel internetten yalıtmaya başlayabilecek, ülke içinde kullanıcıların üzerinde devlet denetimini, yoğunlaştıracak, de facto bir 'teknolojik demir perde' oluşmaya başlayacak.
Nisan ayında Rusya Parlamentosundan geçen, gerektiğinde dünyadan yalıtılabilecek bir Rusya interneti oluşturmayı amaçlayan 'Egemen Internet' yasasını da bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor.
'İzleme/gözetleme kapitalizmi'
Harvard'dan Profesör Shoshana Zuboff'un tanımladığı, bu kapitalizmde sermaye tüketiciyi aynı zamanda, veri kaynağı olarak kullanıyor. Bu verileri, ticari ya da siyasi amaçlar için kullanmak isteyenlere satarak birikim yapıyor.
Bu kapitalizmde amaç, bireylerin, Google gibi arama motorlarında, Facebook, Twitter gibi sosyal medya, Amazon gibi mal satış platformlarında dolaşırken arkalarında bıraktıkları dijital izlerin adeta 'artık-veri' olarak değerlendirilmesi, alınıp satılan mala dönüştürülmesidir.
Bu 'artık-veriye' ulaşabilmek için tüketicinin internetteki tüm etkinliğinin, hatta açıklamak istemediği kişisel bilgilerinin, türlü algoritmalar yoluyla izlenmesi, derlenmesi veriye dönüştürülmesi gerekiyor.
Bu süreçte söz konusu olan, yüz milyonlarca tüketici ve kullanıcının veri üreten emeği olduğundan, ortaya devasa bir veri birikimi çıkıyor. Hiçbir fiyat/ücret ödemeden elde edilen, çoğu kez gizli olduğundan el konulan diyebileceğimiz bu birikim, veri madenciliği ile işlenmek üzere satılıyor. Bu o kadar karlı bir iş ki, ilk başlatan Google, 2001-2004 arasında gelirlerini yüzde 3590 arttırmıştı.
Bu kapitalizmde üç süreç birlikte çalışıyor. Veriler onları üreten bireylerden karşılığı ödenmeden, bedavaya ve çoğu kez izinsiz, gizlice alınıyor.
Bu verilerin toplanabilmesi için, üreticisinin yaşamına ve davranışlarına en ince ve mahrem ayrıntısına kadar nüfuz ediliyor. Nihayet bu veriler kullanılarak veri üreticisinin yaşamı, tüketim eğilimi, ruhsal durumu, beğenileri, hatta siyasi eğilimleri, bu sermaye birikim sürecinin ve bu malları (birikmiş verileri) satın alanların gereksinimlerine göre şekillendiriliyor.
Algoritmalar 'dünyayı yönetmeye başlıyorlar'
North Carolina Üniversitesi'nden Prof, Zeynep Tüfekçi'nin Eylül 2017'de yaptığı 'Ted-talk' sunumunda ve Wired dergisinin Nisan sayısında vurguladığı gibi, bu 'artık-veriyi' toplayan değerlendiren yapay zeka ve bize önerilerde bulunan algoritmalar, giderek, ne satın alacağımızı, hangi, kitabı okuyacağımızı, filmi izleyeceğimizi, hatta hangi siyasi akıma, partiye, destek vereceğimizi belirlemeye çalışarak 'dünyayı yönetmeye' başlıyorlar.
Bu izleme/gözleme kapitalizmi ilişkilerinin üzerine, bir katman daha eklemek gerekiyor. Bu katmanda, Mobese kameraları, yüz tanıma teknikleri ve bilgisayarlara, cep telefonlarına, en son öğrendiğimiz gibi güvenlikli sanılan Whatsapp mesajlarına, girerek ses, görüntü, metin toplayabilen yazılımlar, Alexa-Cortana gibi bize yardımcı olurken sürekli biz dinleyen veri toplayan gereçler var.
Bu katmanda bu yazılımlara ve gereçlere dayanarak siyasi eğilimlerimizi, suç işleme 'isyan etme' potansiyellerimizi değerlendiren devlet pratikleri, karşımıza, popülist siyasetçilerin, otoriter eğilimlerinin totaliter pratiklere dönüşmesini kolaylaştıran, haklar ve özgürlükler alanında büyük sorunlar yaratmaya başlayan, çok karanlık bir görüntü koyuyor.
Bu görüntünün, bizim emeğimizin ürünü olan verilere, karşılığı ödenmeden el koyan pratiklerle yaratılması da sanırım tarihin acı bir ironisi oluyor.
Haber, değiştirilmeden kaynağından otomatik olarak eklenmiştir