Gündem

'İnançer hamileliğin pornografik dille sergilenmesine itiraz etti'

Eraslan: Düne kadar anneliği gericilik sayanlar, diren hamile çığlığı atmaya başladı

31 Temmuz 2013 18:33

Ömer Tuğrul İnançer'in TRT'de katıldığı iftar programında "Hamile kadınların sokakta gezmesi terbiyesizlik" sözleri üzerine başlayan tartışmaya Star gazetesi Sibel Eraslan da katılarak, "Kadınların rutin halleri ve hamilelik gibi konuların uluorta konuşulup adeta pornografik bir dille sergilenmesine itiraz etti ya... Düne kadar anneliği gericilik sayanlar, diren hamile çığlığı atmaya başladı" dedi.

Eraslan, İnançer için "günümüz Müslümanlarının defterden sildiği mahcubiyet ve mahremiyet hassasiyetleriyle sesleniyor, kadını ikinci sınıf görmeklikten değil" dedi. Eraslan ayrıca tepkiler üzerine İnançer için "Çıkmaz, konuşmaz, görünmez, kaçınır, kaybolur, sırra kadem basar. Geriye hoyrat, nasipsiz, sırsız şeyler yığını kalır Herkes nasibi kadar işitir vesselam" dedi.

Sibel Eraslan'ın Star gazetesinde yayımlanan 31 Temmuz 2013 tarihli, "Nasibimiz kalktıysa, Tuğrul Baba ne yapsın" başlıklı yazısının bir kısmı şöyle:

 

Tuğrul İnançer Bey, bir iftar vaktinde bugünkü toplumsal hayatımızın modern, hoyrat ve ifşaya dayalı tarzını tenkit ederken oldu her şey. Kadınların rutin halleri ve hamilelik gibi konuların uluorta konuşulup adeta pornografik bir dille sergilenmesine itiraz etti ya... Düne kadar anneliği gericilik sayanlar, diren hamile çığlığı atmaya başladı. Hele Mümtazer Türköne’nin uygunsuz itaflarla yazdığı yazı hepimizi derinden yaraladı. Herşeyi bilen gazeteciler, sosyologlar Hocaefendiye dersler vermeye başladı. AK Partili siyasetçiler telaşlandı.

Tuğrul İnançer, kendi geçmişindeki izlerden bahsederek mahcubiyetin ve mahremiyetin hüküm sürdüğü “eski Ramazan”ları anlatıyordu oysa. İkincisi o; Tuğrul Baba’dır, yani Tasavvuf erbabına has hassasiyetlerle konuşur.   

Tuğrul Beyin mahremiyet ve mahcubiyet vurgusu, tasavvufi olduğu kadar şehirlidir de. Mesela yetiştiğimiz büyükanne ve büyükbabalarımız da Tuğrul Bey’e has hususi mahremiyet ve mahcubiyet kurallarıyla yaşardı İstanbul’da. “Bebek beklemek” derlerdi büyüklerimiz, “çocuk taşıyor” derlerdi. Taşımak ve beklemek günümüzün kompetanlarınca hızlandırılmış kent yaşamında neredeyse defterden attığımız kelimeler. Çocukluğumuzun İstanbul’unda, bebek bekleyen, aş eren, loğusa olan, süt emziren kadınlara saygı duyulur, itina edilir, iş yükleri hafifletilir, dışarı ve sokak zaruretleri elden geldiğince azaltılır, varsa toplumsal mesuliyetleri affedilirdi. Bu bir jest olarak sessizce yerine getirilir, yoksa o kadının hayattan silinmesi, koparılması, yok farzedilmesi anlamlarına da gelmezdi. İstanbul, şehir olmaktan çıkıp kent olalı çok oluyor. Büyükannelerimizin geline, toruna nazar/göz değmesin diye telaşlandığı günler de bitti. Annelerimizin çalışma hayatına aktif olarak girişi, bizlerin kariyer planlamasında çocuk sahibi olmayı çoğu kez engelli koşu gibi algılayışımız, henüz hamileliği olmasa da çocuk taşımayı, büyütmeyi mümkün mertebe erkek nesliyle paylaşma çabalarımız bambaşka vadilere taşıdı bizi.

Laf bize düşmez ama o, günümüz Müslümanlarının defterden sildiği mahcubiyet ve mahremiyet hassasiyetleriyle sesleniyor, kadını ikinci sınıf görmeklikten değil.

Ne olur bundan sonra? Tasavvuf erbabı konuşma, görünme meraklısı değildir zaten. Çıkmaz, konuşmaz, görünmez, kaçınır, kaybolur, sırra kadem basar. Geriye hoyrat, nasipsiz, sırsız şeyler yığını kalır. Herkes nasibi kadar işitir vesselam!