13 Ocak 2015 16:47
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, partisinin grup toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
HDP Eş Genel Başkanı Yüksekdağ, Başbakan Davutoğlu'nun Charlie Hebdo katliamı sonrasında Paris'teki yürüyüşe gitmesini 'ikiyüzlülük' olarak nitelendirdi.
Yüksekdağ, Meclis gündemine getirecek "İç Güvenlik Paketi"nin gerçekte 'Saray Güvenliği Yasası' olduğunu söyledi.
Geçtiğimiz hafta yaşamını yitiren HDP milletvekili Murat Bozlak'ın anıldığı grup toplantısında, HDP sıralarının önüne Bozlak'ın resmi konuldu.
Zorlu bir siyasal süreçten geçildiğini vurgulayan Yüksekdağ şunları söyledi:
"Siyasi keskinliklerin keskinleştiği bir dönemden geçiyoruz. Bunun son örneği 17 insanın katledilmesine yol açan kanlı saldırı olmuştur. Bir kez daha Paris'te gerçekleşen bu kanlı saldırıyı kınıyorum. Bu, Paris'teki katliam serisinin parçasıydı."
"Bundan 2 yıl önce üç kadın siyasetçi, 9 Ocak'ta vahşi bir saldırıyla katledildi. İki yıl önce bu katliamı azmettirenler hala hesap vermediler, failleri açığa çıkarılmadı. Biz iki yıl boyunca ısrarla, 'Fransız devletinin elindeki bilgiler, belgelerin açıklanması yoluyla aydınlatılabilir' dedik. İki yıl boyunca bu katliamın aydınlatılması için mücadele ettik. Ama başta Türkiye hükümeti olmak üzere, siyasi sorumlular bu katliamın aydınlatılması sorumluluğunu yerine getirmedi. Siyasi iktidar, Paris katliamı ve işlenen cinayetler karşısında, topu 'paralel'e atma çizgisini sürdürüyor. Bu kadar kapsamlı ve ciddi bir saldırının aydınlatılmaması sorununun başka sorunları yaratmayacağı düşünülemezdi. İki yol sonra başka bir katliam gerçekleşti. Üç kadın siyasetçinin iki yıl boyunca aydınlatılmayan failleri açığa çıkarılsaydı, bugün bu kanlı saldırı ve ölümler de yaşanmayacaktı. Bugünkü kaotik durum da olmayacaktı. Fransa halkının acısını biliyoruz, derinden yaşıyoruz."
"Bizim halklarımız için de aynı saldırgan çizgiyi sürdürdüler. Kobanê'de, Şengal'de, Kerkük'te, Musul'da. IŞİD adı verilen bu karanlık zihniyet, Paris benzeri saldırılarla halklarımızın eşitlik ve özgürlük geleceğini esir almaya çalıştı. Bu saldırganlığa karşı bütün Türkiye siyasetinin ortak hareket etmesini söyledik. 'Bu IŞİD katliam çetesini sadece Kobanê'de, Şengal'de sanmayın' dedik tüm dünya halklarına.
Bu çağrılar AKP tarafından dikkate alınmadı. Kobanê'deki IŞİD vahşetine, Türkiye sorumsuz politikalarla destek ortaya koydu. Paris katliamını kınama yürüyüşüne katılan Davutoğlu, IŞİD çetesini 'öfkeli insan topluluğu' olarak tanımlıyor. Aradan geçen aylar boyunca sadece Rojava ve Ortadoğu halkları kıyımdan geçirilmedi. Tüm dünyaya tehdit olacak bir güç, canavar büyütüldü. Bu bugün Kobanê'deyse, Avrupa'nın, İstanbul'un göbeğinde bombalar batlatılıyorsa, bu karanlık çetelere verilen siyasi desteğin eseridir. Onları koruma, kollama, sınırlarda özgürlük tanıma politikasının sonucudur. 6-7 Ekim sürecinde bir çağrı yaptık. 'Kobanê sadece Kobanê değildir' dedik. Kadınları köleleştirenler, işkenceye uğratanlar, halkların katline ferman çıkaranlar, tüm halkların düşmanıdır. İnsanlık için harekete geçin, birlikte harekete geçelim dedik. Bizimle birlikte harekete geçen, onurlu Türkiye halkıdır.
Ama iktidar, 'kamu düzenini bozduğu' gerekçesiyle gözaltılar, tutuklamalar başlattı, yaşam ve özgürlük alanını kısıtlamaya çalıştı. Biz o günlerde bugünlere gelinmemesi için eylem çağrısı yapmıştık. 'Eğer bu saldırıyı Kobanê önlerinde ve içlerinde durdurabilirsek, tüm dünya halkları için eşitlik, özgürlük ve geleceğin kazanılması anlamına gelecektir' demiştik. Ama siyasi iktidarın saldırı ve baskılarıyla yüz yüze geldik."
"Davutoğlu, Paris'te olunca bu katliamcı çetelere karşı yürüyüşe katılıyor, ama Türkiye'de olursa onların yanında duruyor. Bunun Türkçe'deki karşılığı ikiyüzlülüktür. Siyasi iktidar kendi ikiyüzlülükleriyle yüzleşmek zorundadır. Eğer ortada bir ikiyüzlülük varsa, dünyadaki ve bölgedeki bütün egemen devletlerin ikiyüzlülüğüdür. Başta Türkiye devleti olmak üzere, dünya devletleri hiçbir tutum almaya yönelmediler. Kobanê'de bu karanlık çizgiye direniş sergileyen halklarımız, yalnızlaştırılarak, bu direniş boğulmaya çalışıldı. Bu katliamcı çizgiye, saldırgan odağa karşı en güçlü çizginin ne olduğunu gösterdi. Bugün Kobanê'deki direniş, insanlık adına, eşitlik, özgürlük ve yaşam adına gerçekleştirilen direniştir. Bu direnişi sahiplenmek, tüm dünyadaki karanlık çizgiye karşı mücadele etmek için en temel yoldur. Bugün Paris katliamından yola çıkarak İslamafobi yaparak, kendi sorumluluğunu ortadan kaldıramaz.
İslamafobi eleştirileriyle örtmeye çalışmak, bir siyasi iktidarın tutumu ve yaklaşımı olamaz. Siyasi iktidar, bölgesel ve küresel düzeyde, bütün insanlığa düşmanlık çizgisini ilan eden bu faşist gerici yaklaşıma karşı tutum almak zorundadır.
Bu sorumluluğu biz yerine getirmek için uğraştık. Bu İslam kılığına girmiş, gerici faşist çeteler, kıyıcı çetelerin sınırdaki serbest dolaşımı, lojistik merkezleri ifşa etmek ve ortadan kaldırmak için mücadele ettik. Siyasi iktidar bu sorumluğun kimsenin üstünden inşa edemez, bu sorumluluğu üstlenmelidir."
"Paris katliamı, üç kadın siyasetçinin katledilmesiyle başlayan süreçtir. Kürt sorunun çözümü ve barışın tesisi sürecine karşı komplo ve suikast gerçekleştirilmiştir. Bu sürecin önü açılmadan, provokasyonların ortadan kaldırılmasını istiyorsak, bu üç kadının katledilmesinin faillerinin ortaya çıkarılmalıdır. Bu katliam bütün özgür kadınlara verilmek istenen gözdağıydı. Bugün Kobane'de, Şengal'de bu karanlık çetelere karşı direnen kadınlar, Sakinelerin, Fidanların, Leylaların arkadaşları, yoldaşlarıdır. Bu kadınlar, binlerce, onbinlerce kadının özgür iradesi ve mücadelesini büyütmüştür."
"Hükümet müzakereyi başlatmak yerine, bizimle mücadele çizgisinde ısrarla ve inatla sürdürülüyor. Geride bıraktığımız süreç içerisinde müzakereleri hızlıca devreye sokmak yerine, Abdullah Öcalan'ın taslağını ele almak yerine, yöntem ve zaman kazanma politikasıyla süreci doldurmaya çalışıyor.
Kürt sorunun çözümünü sağlayacak en temel yönelim olarak, siyasi dilin demokratikleşmesi, siyasi yöntemin çözüme uygun hale getirilmesi yaklaşımı benimsenmiş değil, gerilim politikası her yerde kendini gösteriyor, hissettiriyor."
"6-7 Ekim sürecinde gözaltı ve tutuklama operasyonları, hapishanelerin boşaltılması gerekirken doldurulması politikası izliyorlar. Hapishanelerde insanlar ölüme terk ediliyor. Hasta tutsakların serbest bırakılması talebine insani bir yanıt verilmiş değil. Geride bırakılmış on gün içinde 5 hasta tutsak yaşamını yitirdi. Lütfü Taş, barış umudunu ve iradesini büyütmek için gelen ancak , hapishanede ölüme terk edilen insanlardan biriydi. Bu siyasi çizgi çözüm sürecine yayılırsa, barış sürecinin ölüme terk edilmesinden başka bir sonuç çıkmaz. Başta Kürt halkı olmak üzere, Türkiye halkları sizin sözünüze güvenmek istiyor. Ancak hasta tutsakların ölüme terk edilmesi, bu sürece güvensizliğine neden olan en önemli sorunlardır."
"Yine gerilim ve provokasyon dili devam ettiriliyor. Cizre'de herkes bir provokasyondan ve gerilimden bahsediliyor.
Cizre'de yaşanan gelişmeleri, ölümleri, 'paralelin işi', 'çözüm sürecine darbe' açıklama ve izah etme söylemini sürdürüyorlar. Bugün geldiğimiz noktada, Cizre'deki provokasyonu AKP hükümetinden bağımsız düşünmüyoruz. Provokasyon varsa, bunu açığa çıkarma sorumluluğu olan siyasi iktidardır. Bunlar açığa çıkarılmıyorsa, biz de diyoruz ki, 'bu provokasyonun bir parçasısınız, işinize geliyor'. Bir hafta içinde 5 insanımız, en küçüğü 14 yaşında gencimiz yaşamını yitirdi."
"Provokasyonun aydınlatılması ve hükümetin Cizre'deki sorunu çözme çabası içinde olması, bu dönemde halkımızın en önemli talebi ve beklentisidir. Bunlar olmazsa, barış umudunu ve iradesini geliştirmeniz mümkün değil.
Kamu düzenliğinden dem vuruyorlardı ama Cizre'da hendeklerin kapatıldığı gün saldırılar gerçekleştirildi. Bu asla bir tesadüf olarak görülemez. Bu sorumluluk alanı dışındaki bazı güçlerin işi ve faaliyeti olarak görülemez. Cizre üzerinden gerilim tırmandırılmaya, hükümetin tavrıyla bozulması anlamıyla bir çizginin ilerletilmesine tanık oluyoruz. Bu çizginin sürdürülmesi, çözüm ve barış umudunun darbelenmesi ve yara alması anlamına gelecektir."
"Bugün Mecliste görüşülmeye başlayan, Kamu Güvenliği Yasası aslında 'Saray Güvenliği Yasası'dır. Kamunun ve toplumun güvenliği için bu paketi çıkarmıyorlar. Sarayları ve iktidarlarının güvenliği için bu baskıcı ve antidemokratik yasayı çıkardılar. O sarayın güvenliğini, 16 Türk devletinin temsili askerlerini yanına dizerek sağlayamazsınız. O sarayın güvenliğini, baskıcı, antidemokatik, barış umudunu kıran yaklaşımlarla sağlayamazsınız. Bütün Türkiye toplumunun güvenliğini, barış, eşitlik hukukuna dayalı sağlamazsanız, antidemokratdik yaklaşımlar devam ederse, 16 temsili asker ilan ettiğiniz sultanlığınızı korumaya yetmeyecek.
Eşitlik, özgülük ve barış hukukunun inşa edilmesi ve geliştirilmesi için esas olarak partimiz sorumluluk üstleniyor. Biz bu sorumluluğu, halklarımızın gerçek kamu düzenini sağlayacak, toplumsal barış ve huzur ortamını sağlayarak yerine getireceğiz."
"Bu kadar yoğun gündem içerisinde Türkiye toplumu tarihsel bir sürece gidiyor. Genel seçimlere giderken; statükonun değişimi olarak yola çıkan iktidar, artık Türkiye toplumunun değişim ihtiyacına yanıt veremeyecek, bir donma ve felç olma durumuna dönüşmüştür. Eskiyen çürür, değişim ihtiyacına girmeyen çürür. Türkiye'deki egemen iktidar çürüme sürecine girmiştir.
Yenilenme ve değişim isteği, Türkiye halklarının inancıyla sağlanacaktır, buna inancımız tamdır. HDP'nin barajı aşıp aşamayacağının kritiğini yapıyorlar. sayılar oranlar biçiliyor. HDP'nin siyasi geleneğine, siyasi mücadelesine oran biçilemez. Sizin matematik zekanız buna yetmez. Bunun için siyaset zekası gerekir."
"Türkiye halklarının gücüne inanıyoruz, değişimin gücüne inanıyoruz. Bizim baraj sorunumuz yok, bu barajı savunanlar onlar. Bu faşist darbe anayasasına dayanarak barajı savunanlar onlar. Baraja dayanarak, siyasi varlığını sürdürmeye çalışmak, başlı başına bir sorundur. Baraj bizim sorunumuz değildir. Darbe anayasasının aşılması, en esaslı antidemokratik maddelerinin aşılması, partimizin görevidir. Bunu bizim sorunumuz olarak görüyoruz. Bu siyasi iktidar darbeci anayasayı aşamaz. 2015 genel seçimlerinde o barajı aşarak, anayasada geçen anlamını da silecek, ortadan kaldıracak, o barajı yıkacağız. O barajın altında kalacak olanlar; siyasi iktidar ve barajı savunanlar olacaktır."
"'HDP barajı aşamazsa ne olur?' diye soruyorlar. Biz de soruyoruz ki, 'HDP barajı aşarsa ne olur?' Artık bu sorunun cevabını vermeye yönelmeliyiz. HDP barajı aşarsa, hırsızlar iktidar olamaz örneğin. HDP barajı aşarsa, barış olur. HDP barajı aşarsa, katliamlar, faili meçhuller, kayıplar aydınlatılır. HDP barajı aşarsa, üzerinde oynanan, tarumar edilen demokrasi kavramı esas gerçeğiyle buluşur. Demokratik özgür yaşamı inşa etme şansımız olur. HDP, barajı aşarsa, inançların, kültürlerin, cennet memlekette ortak bir vatanda yaşama umudu gerçeğe dönüşür. Uzak bir ihtimal değil. Türkiye toplumuna yakın bir ihtimaldir. Eşit, özgür, emeğin, kadınların, gençlerin, hakkını, onurunu, geleceğini bulduğunu inşa etme ihtimalinin gerçekleşmesidir.
HDP Türkiye'nin yeni gerçeğidir. Tüm toplumun ortak büyüyen, yeni gerçeği ifade ediyor. Halkların ortak birleşik programına, halklarımızın özgücüne yaslanarak, hiçbir siyasi merkeze dayanmadan, halkımızın özgücüyle kazanacağımıza çok inanıyoruz. Onların eskittikleri siyasi yöntemlere mecbur değiliz, mahkum değiliz. HDP geride bıraktığı süreçte, neleri değiştirebileceğini gösterdi. Buna yeni başladı. Artık bizim zamanımız. Halkımız, kendi geleceğini, bu birleşik mücadele ve yürüyüşle elde edecek."
"Bugün bu birleşik mücadele ve yürüyüş içinde yer alan, bugün
emeğiyle geçinenlerin, bütün çalışanların, hırsızlık ve yolsuzluk yapmayanların, felaketle sınandığı, işsizlik ve geleceksizlikle sınandığı günlerden geçiyoruz. İşçi katliamlarına Çaykara'da yenisi eklendi. HES inşaatında çalışan işçiler çığ altında kaldı. Çok söyledik. HES'ler doğayı öldürür. Siyasi iktidar hem doğayı, hem işçiyi öldürmektedir. Bunu değiştirmek bizim elimizde, emekten ve emekçinin yanında olarak bunu değiştireceğiz."
"Metal işçileri de grev hazırlığı içindeler. Buradan metal işçilerinin, grev ve direnişini selamlıyouz. Grev yolunda ilerleyen yürüyüşünü ve mücadelesini selamlıyoruz. İşçilerin şerefiyle ve alınteriyle kazananların, Türkiye'nin gerçek galibi olması için mücadele edeceğiz. Bütün Türkiye'de emek ve özgürlük mücadelesi yürüten bütün güçlerle, daha fazla birleşerek, kucaklaşarak, mücadelemizi ortaklaştırarak bu zorlu ve karanlık süreçten çıkmak mümkündür. Hepimize ve hepinize başarılar diliyorum."
© Tüm hakları saklıdır.