Kültür-Sanat

İstanbul'da dolmuşçuluğu başlatan, Çiçek Pasajı'na adını veren Beyaz Rusların hikâyesi: Beni Unutma Rusyam / Asırlık Sürgün

22 Şubat 2019 21:31

Gazeteci-yazar Vercihan Ziflioğlu, Kuzey Işığı etiketiyle yayınlanan son kitabı "Beni Unutma Rusyam / Asırlık Sürgün" ile Ekim Devrimi'nin ardından Anadolu'ya gelmek zorunda kalan 200 bin Beyaz Rus'un trajedisini kaleme aldı. İstanbul'da dolmuşçuluğu başlatan, Pera'yı canlandıran, kente plaj kültürünü getiren, ilk dedektiflik bürosunu açan Beyaz Rusların hikâyesini hâlâ bu topraklarda yaşayan 9 Beyaz Rus ile gerçekleştirdiği görüşmeler aracılığıyla aktaran Ziflioğlu kitabını Sözcü’den Sercan Meriç’e anlattı:

Kitabın girişinden başlayalım. Beyaz Rus ne demek?

Türkiye’de Beyaz Rus denilince akla hemen günümüzdeki Beyaz Rusya kavramı geliyor. Oysa son derece özel bir tanımlama; Beyaz Rus… Kitabın girişinde anlatıyorum. Bunlar Çar’ın Beyaz Ordu’ya mensup askerleri. Bu askerler de günümüzdeki gibi her sınıftan alınmıyor. Asillerden ve prenselerden oluşuyor. Diğerleri de kontesler, çok tanınmış yazalar… Puşkin gibi asil unvanına sahip insanlar. Bunların hepsi Beyaz Rus olarak adlandırılıyor.

1917 Ekim Devrimi’nden sonra 200 bine yakın Beyaz Rus, Çanakkale’ye ve İstanbul’a geliyor. İstanbul’u tercih etme sebepleri ne? Bizim elimize geçen rakamlar 200 bin civarında… Oysa, Türkiye’de bunların arşivi varmış, ancak bu arşivlere ulaşılamıyor. Sözlü anlatımlara dayanarak ilerlemek zorunda kalıyoruz. Anlatımlardan şunu görüyoruz ki, Türkiye çok yakın olduğu için göç alıyor. Anadolu, bir geçiş köprüsü. Çanakkale ve İstanbul boğazları son derece önemli iki liman. Bu insanlar ilk etapta canlarını kurtarmak için gemilere öyle bir atlıyorlar ki, bazı gemilerde oda bile yok. Yüzlerce kişi günler boyunca karaya adım atamıyor. Orada da sınıf farkı devreye giriyor. Birçoğu paralarını taşıyamıyor. Yüzüklerini veriyorlar karaya inmek için. Bazıları korselere sardıkları parayı veriyorlar. O paralar da 1-2 gün içerisinde değerini yitiriyor. Bazıları kalakalıyorlar. İntihar ediyorlar. Tümden aklını yitirenler oluyor. Büyük insanlık trajedisi yaşanıyor. Ben 7 yıl boyunca bu kitap üzerine çalıştım.

Vercihan Ziflioğlu “Beni Unutma Rusyam / Asırlık Sürgün” kitabı, aynı zamanda iyi bir de gazetecilik örneği. Çok önemli araştırmalar var… Gazetecilik mesleğinin nasıl bir katkısı oldu bu kitabı yazarken?

Gazetecilik kimliğim olmasaydı, böyle refleksle bakmam zor olabilirdi. Ufacık detaylar beni çok başka noktalara taşıdı. Burada özellikle söylemem gerekiyor; ben ABD’li genel yayın yönetmeni ile çalıştım. Bana araştırmanın ne demek olduğunu öğretti. Aslında onu da anmadan geçmek istemem. Gazetecilik çok ciddi anlamda besledi kitabı.

“Farkında olmayanlar da var”

200 bin kişiden 9 kişi kaldığını anlatıyorsun. O kişilerle nasıl iletişime geçtin? Geçtiğimiz hafta bir gazetede okudum… Oyuncu Neslihan Atagül, annesinin Beyaz Rus olduğunu söylüyordu. Biz 9 kişi kaldı diyoruz ama sokaklara baktığımızda bence çok dağılmış olabilirler. Sadece bunların 9 tanesi konuşuyor. Geride kalanların ne olduğunu bilmiyoruz. Belki kendileri bile farkında değiller.

Sürgünde kadınların yaşadıklarını da anlatıyorsun. Beyaz Rus kadınlar nasıl zorluklar yaşıyor?

Ben hiçbir zaman feministlik taraftarı olmadım… Ama şöyle anlatayım, Ortodoks kültürünün birçok sınırı var. Müslümanların ağırlıklı olduğu coğrafyaya geliyorlar. 1917’lerden bahsediyoruz… Bu kadınlar evlenemiyorlar. Büyük travmalar yaşıyorlar. Mesela Roksana Umarov var. Halihazırda İstanbul’daki en yaşlı Beyaz Rus… Diyor ki, “Evlendiğimde salonda arkamı döndüm baktım, herkes o kadar güzel giyinmişti ki, onlar mı gelindi, ben mi, bilmiyordum. Çünkü üstüme alabileceğim hiçbir şey yoktu.” Japonya-Çin gibi yollardan geçip topladıkları güzel elbiseleri satmak zorunda kalıyorlar, hayatta kalabilmek için. Her zaman olduğu gibi kadınların travması erkeklerden çok daha büyük olmuş. Burada İstanbul’a, Ankara’ya inmiyorlar sadece. Benim sınıf arkadaşım, ki birlikte Ermeni okulunda okumuştuk, dedesinin Beyaz Rus olduğunu ve Sivas’ta tamircilik yaparak yaşama tutunduğunu anlatmıştı. Anadolu’da özellikle Ermenilerle karıştıklarını düşünüyorum. Pek çok yere dağılmış durumdalar aslında.

Tolstoy’un ablasının da gelenler arasında olduğunu, ilk dedektiflik bürosunun Beyaz Ruslar tarafından açıldığını, şoförlüğü başlattıklarını da anlatıyorsun… Türkiye’ye ne katıyorlar başka?

Bugün her yerde kafe açıldı. Oysa herkes susmuş bir tarihin üzerinde oturuyor. Çiçek Pasajı, adını orada çiçek satmak zorunda kalan Beyaz Ruslardan alıyor. Maksim Gazinosu’nu onlar açıyor. Plaj kültürünü Yeşilköy’e getirenler de Beyaz Ruslar… İlk kez mayo giyen kişiler. Atatürk’le karşılaşıyorlar. Birçoğu da Atatürk hayranı. Dedektiflik bürosunu kuruyorlar. Dolmuş kavramını ilk onlar çıkarıyorlar. Balolar düzenliyorlar.

Atatürk Kars’ta kalmalarına izin veriyor

Atatürk, Beyaz Ruslara nasıl yaklaşıyor? Kitabı iki bölümü ayırdık. İlki devrimin ayak seslerinin duyulmasının ardından İstanbul’a gelen Beyaz Rusları anlatıyor. Diğeri de bir dönem Çarlık Rusya’nın yönetimi altındaki Kars… Oraya son en seçkin askerlerini yerleştiriyor son Çar Nikolay II… Orada Kars gravyerini icat ediyorlar. Bu insanlar Bolşevik Devrimi ilan edildiğinde Kars’ta kalıyorlar. Atatürk de onlara misafirperverlik gösteriyor. Son aile 1997’ye kadar Kars’ta kalıyor. Atatürk’ten sonra, Atatürk’ün gösterdiği misafirperverlik gösterilmiyor. Bir süre sonra Türkiye’nin sancılı yıllarıyla birlikte sorunlar baş göstermeye başlıyor. Puşkin’in bir büstünü koyuyorlar eve… Bunu Stalin büstü diye ihbar ediyorlar, aile hapishaneye giriyor. Daha sonra orayı terk etmeye mecbur kalıyorlar. Halihazırda burada yaşıyorlar. Beyaz Ruslar, azınlık değil, azınlığın da azınlığı… Süreç içerisinde o kadar acıları ve sorunları var ki, “Biz buradayız” diyemiyorlar. Bu insanlar düşününki Bolşeviklerden kaçmışlar, ancak 1970’li yıllarda komünist diye takip ediliyorlar.

O noktada Kazmir Pamir’in de hikayesi çok enterasan. Ondan bahseder misin?

Çok ilginç bir insan. Kendisini Pi’nin Yaşamı kitabından ilhamla Pi olarak tanımlıyor. Ermeni kökeni var. Ukrayna, Leh kökeni var. Beyaz Rus ama kendisini her şeyin ötesinde insan olarak tanımlıyor. Sen ya da ben köklerimizde neler olduğunu bilmiyoruz. Ama inanalım ya da inanmayalım 6’ıncı hissimiz var. Hepimizi bir yer çağırıyor. Kazmir Pamir de fırsatını bulduğu ilk anda köklerine döndü. Orasıyla buluşmaması imkansız olurdu. O da kendi ait olduğu toprakları ziyaret etti.

“Asırlık Sürgün/ Beni Unutma Rusyam”

Kitabın konusu Vercihan Ziflioğlu’nun anlatımıyla şöyle:

Ekim Devrimi sırasında/sonrasında asiller ve Çar Nikolay’ın Beyaz Ordusu’ndaki askerler Türkiye başta olmak üzere dünyanın çeşitli ülkelerine dağıldı.

Türkiye’ye gelen Beyaz Rusların sayısı 300 bini buldu. Saraylardan çıkan insanlar tifo, tifüs ve benzeri salgın hastalıklara rağmen aylarca hatta haftalarca İstanbul ve Çanakkale’ye ayak basamadı. Ancak para verenler daha doğrusu parasını yanında kaçırabilenler kurtuldu.

Bu paralar hangi yöntemlerle dışarı çıkartılabildi? Çarlık Rublesi değer yitirene kadar neler yaşandı? Tüm bu soruların yanıtı dosya kitapta var.

Hazırladığım dosya kapsamında defalarca Rusya’ya gittim Beyaz Rusların anlatımlarından yola çıkarak araştırmalar yaptım.

Tesadüf eseri son beş Beyaz Rus’a ve onların arşiv belgelerine/fotoğraflarına ulaştım. Konuştuğum kişilerden biri şu anda 100 yaşında bir asil. Sibirya’da bir sarayda yaşıyorlar, dedesi büyük bir fabrikaya sahip. Devrim sancıları patlak verdiğinde ilk olarak bahsettiğimiz kadının büyükbabası öldürülüyor. Ardından tüm Rus Coğrafyası boyunca Kırım’a kadar kaçıyorlar.

Bu kaçış Çin, Japonya vs pek çok ülke üzerinden sonuç itibariyle Türkiye’ye ulaşıyor. Kahramanımız tüm bu süreç içinde karşılaştıklarını duru bir hafızayla anlatıyor. Kontes Tolstoy’dan, Mao Rejimi’nden,  Atatürk’e, Halide Edip Adıvar’a ve TC’nin ilk kuruluş yıllarına dair birinci elden tanıklıkları var. Sonrasında çok önemli biriyle evleniyor.

***

“Beni Unutma Rusyam/Asırlık Sürgün” adını verdiğim dosya kitap çalışmam ilk etapta Beyaz Ruslar kimdir, Türkiye’ye nasıl ulaştılar. O yıllarda neler yaşandı. Beyaz Ruslar hangi yollarla İstanbul’a geldi. Gelenler kaldı mı? Yüz binlerce kişi göç ederken neden diğerleri burada kalmayı tercih etti? Sonrasında Türkiye’nin sancılı yıllarında neler yaşandı? Bugün bu insanlara neler oldu sorularını kendi anlatımlarıyla yanıtlıyoruz.

Anlatımlarda çok ilginç detaylara da ulaşıyoruz. Örneğin bir anlatıcımız Komünist damgasıyla idama mahkum ediliyor. Pasaportuna el konuluyor ve birkaç yıl öncesine kadar Türkiye’den çıkmasına izin verilmiyor. Söz konusu kişi aynı zamanda Deniz Gezmiş’in yakın dostu ve mücadele arkadaşı. Asil bir Rus Kızıllardan kaçtıktan sonra, nasıl Komünist olur diye soruyoruz kendisine….

Kitabın bir başka bölümünde devrimden kaçmayan fakat Kızıllar yüzünden geri dönemeyenler var. Yani, Çar Nikolay II döneminde henüz Kars Rus yönetimi altındayken şehre yerleşiyorlar. Kendilerine bir yaşam kuruyorlar. Söz konusu kişiler Beyaz Ordu mensubu asiller. Fakat Kars bir süre sonra yeni kurulan TC’nin yönetimine geçiyor Beyaz Ordu subayları Türkiye’ye dönemiyor çünkü dönseler sonları ölüm olacak. Atatürk kalmalarına izin veriyor.

Kars’taki son aile 1995 yılında tarihi şehirden çıkmış. Kars’ın süreç içinde değişen yüzünü de anlatıyorlar. Örneğin bir Rus şairinin büstü Stalin’in büstü diye ihbar edildiği için aile bireyleri hapse atılıyor.

Kitapta ayrıca Türkiye’yi çeşitli branşlarda uluslararası arenada temsil eden isimler var. Plajların, gazinoların, kulüplerin kuruluşlarını. O zamanki Pera’yı yine onların ağzından dinliyoruz.

Velhasıl unuttuğumuz Beyaz Ruslar bizim aramızda diyoruz ve bugün yaşadıkları sorunlara ışık tuttuyoruz. Ve bugünkü Rusya hakkında düşüncelerini soruyoruz…