04 Şubat 2013 12:58
On yıl kadar önce, Mısır’dan İtalya’ya göçmen olarak gelen Muhammed Arafat, Piacenza‘daki toplama merkezinde yaşanan sömürüye karşı, yabancı ve İtalyan çalışanlarla birlikte mücadele başlattı ve bu mücadeleyi kazandı.
“Günde 8 saat çalışmaya karşılık ayda sadece 200 EURO! 6 yıl süren bu kölelik şartlarından sonra mücadelemiz başladı. Son aylarda işten çıkartılmış olan işçileri ve İKEA mağdurlarını da aramıza kattık.”
6 yıllık TNT işçisi ve Piacenza‘daki toplama merkezindeki referansımız olan Muhammed Arafat, öncü bir savaşçı olarak tanıtılabilir. Sosyal hizmetler okuyup mezun olduktan hemen sonra, Mısır’dan İtalya’ya gelen ve ilk önce Sicilya’da bir portakal fabrikasında çalışan Arafat’ın asıl amacı Piacenza’ya gitmekti.
“Babam mühendis, annem ise öğretmendir. Mezun olduktan sonra kendi hayatımı yaşamak, yeni insanlar tanımak ve yeni diller öğrenmek istiyordum. Buranın bir cennet olduğunu hayal ediyordum; oysa buraya geldikten hemen bir ay sonra Mısır’a geri dönmeyi düşündüm. Çünkü Güney İtalya‘da iğrenç sömürü ve açlıkla tanıştım. Patron aklına ne gelirse onu yapıyordu. Kuzey İtalya’da da, örneğin TNT’de durum farklı değil. 8 saat çalışmak için ise geliyorsun ve sizi saat 2′den sonra saldıkları gibi topu topu 200-300 EURO ödüyorlar. Bu, kendi memleketimizden ayrılma riskini alarak geldiğimiz hayalimizdeki Avrupa değil.
”İlk sorunsal, bütün işçileri şirketin içinde toplamak,hiç tükenmeyen bir baskı sonucunda bir çok işçiyi hasta etmiş olan düşük ücret, yerini kaybetme korkusunu yenmekti. Çözülmesi gereken ilk sorun, işçileri firmanın içinde örgütleyip, yerlerini kaybetme korkularını , yaşanan baskıları konuşup bunları yenmenin yollarını aramaktı.
Bizi yönetebilmek için ilk önce bizi birbirimizle karşı karşıya getirdiler: İtalyanları yabancılara(ki %90′ini oluşturuyor) karşı ; Mısırlıları Marakeşlilere karşı. Bunu da mesela şu şekilde yaptılar: Eğer iyi olursan maaşını arttırırım, kendini bu işlere bulaştırma, o kişi ajandır vs. gibi. Patronun yıllar boyunca oluşturmuş olduğu kendine güvensizliği biz, bir kaç aylık mücadelede yok ettik. Mesela bir Marakeşli şöyle dedi: “Asla bir Mısırlıya güvenebileceğim aklıma gelmezdi.” Bir diğeri ise: “Yalnızca eve götüreceğim haklarım beni ilgilendirmiyor; asıl önemli olan şimdi sizinle aynı masaya oturabiliyor ve her şeyi paylaşabiliyor olmam.” Çünkü artık biliyoruz ki, eğer işçiler bölünürse kazanan patron olur. Bu mücadeleden bir aile doğdu. Birine dokundukları zaman hepsine dokunmuş oluyorlar. Yavaş yavaş İtalyanlar da göçmen oldu, zamanla onlar da aynı maaşı almaya başladı. Mücadele, paylaşımların birbirini etkisizleştirdiği yerdir. Sonunda onurumuzu zedelemeyecek bir maaş ve hepimize daha iyi bir hayat için patrona karşı birleşmeyi başardık.
Herkes sürekli daha hızlı çalışmaya zorlanıyordu. Büyü yapılmış gibi “Hadi , hadi , hadi…” diye gece gündüz sürekli bağıran, CD’ye benzer bir sorumlu vardı. 500 kişilik bir iş, sadece 200 kişiyle yapılıyordu. Böylece 300 kişinin maliyetinden kâr etmiş oluyorlardı. TNT, İtalya’da, son 5 yılda en iyi büyümesini sağlamıştı, ama hiç kimse bu şirketin şartlarını görmeye gelmemişti. Patronlar çok yüksek kâr elde ettiler, işçiler ise sadece kötü muamele ve hastalık. Tam bir kölelik sistemi! Ne zaman birine hayır demesini öğütlesem, yapamayacağını, eğer hayır derse onu işten çıkaracaklarını söylüyordu.
TNT’de, diğer lojistik firmalarındaki gibi işin kontrolü, bir şirketler birliği tarafından kontrol edilir. Bunlar, daha önce 4 taneydi, şimdi ise iki. Şirketler birliği sistemi çok büyük bir problem. Çünkü, her 2 yılda bir isim değişir, böylece işçilerin biriken hakları ödenmez. Son 10-15 yıldan beri TNT şirketler birliği, başka başka isimlerde ama aynı şirketler birliğine, çalışması imkansız olan 80 yaşında iş sahiplerini bulup oturtuyorlar. Bir de, eğer bu şirketler birliği değişirse, bizim işimiz de riske giriyor. Her şeyden önce, bu şirketler birliği sistemini yok etmek istiyoruz. Çünkü yapılacak işi, doğrudan, o işin sahibinden almak daha iyi.
İlk başlangıç ekibi, 380 kişiden yaklaşık yirmi kişiydi. İş kontratımızın nasıl olduğunu, bizi nasıl sömürdüklerini, yıllarca nasıl kandırılmış olduğumuzu açıklamak; onurumuzu ayaklar altına alan bu davranışa artık dur dememiz gerektiğini anlatmak için, tek tek, her birinin evine gittim. İşçiler arasında bir biçimlenme sağlamaya başladım, grubu genişletmek için her birine her gün görev verdim. Sorumlular, evimdeki toplantılardan haberlerinin olduğunu söylemek için beni görüşmeye çağırdılar. O zaman, neden bütün şehri dolaşmaya çıkıp da herkesi ikna etmeye gitmiyordum? Ve 50-60 eve gittim, bunu izleyen günlerde TNT’de bir çığır açtık. Birçok kişi, edinimlerin ve eziyetin ortak olduğunu, bizim mücadelemize katılmak istediklerini söyledi. Zaman zaman, cesaret verip organizasyonu genişletmek için bir ‘yalan’ gerekebilir: Yirmi kişiyken, aslında bize katılmamış olanların bizimle beraber olduklarını, yaklaşık 100 kişi olduğumuzu söylüyordum, ama sonra bir baktım ki 2-3 gün içinde gerçekten de o rakama ulaşmışız.
Buna yalan değil, öngörü diyelim. Gerçekten de, tahmin bile edemediğim bir noktaya ulaştık. Kişisel egoları bir yana bırakarak yapılana inanmak ve samimi olmak gerek.
Biz, sendikanın ne demek olduğunu bile bilmiyorduk. Sendikayı sadece oturma iznini yenilediğimizde, aileye yeni biri katıldığında, evrak doldurduğumuz tıpkı bir hizmet firması gibi bir şey zannediyorduk. Onlara hiçbir zaman haklarımızı almak için yönelmedik, çünkü ne zaman biri derdini anlatsa ‘çalış ve sesini kes’ diyorlardı. Mücadeleyi unuttular. Böylece, bizim deyimimizle, patronun çıkarlarını yok edecek olan grev ve barikatları oluştururken, mücadelemizde bize destekleyecek uygun bir sendika aramak için dolanmaya başladım. Gerçekten de bu sendika, işçileri kullanan bir sendika değil, işçilerin onu kullandığı bir sendika olmalıydı. 2011 temmuzunda Bay ÇOBAS ile karşılaştık ve kendisine işi durdurmak için bir hafta içinde hazır olacağımızı söyledim. Uygun olduklarını bildirdiler, biz de başladık ve kazandık.
Ulusal çapta bir kontrat, maaş zammı (önceleri saat başına 6 euro ödeniyordu), tatil ve izinler. Ve paradan da daha önemlisi onurumuzu geri kazandık. Daha önce, işte hapishanede gibiydik, her geçen gün bir öncekinden kötüydü; şimdi ise, her başkaldırıyı yok etmek için patronun kullanmış olduğu korkuyu yendik. Artık biliyoruz ki, hayatımızı değiştirmek için mücadele vermezsek, bir başkası bunu bizim için asla yapmaz. Geleceğimizi kuracak olan bizzat bizleriz. Piacenza’daki Rifondazione İnisiyatifi, önceleri göçmenler için sadece yılda bir manifesto yayınlıyordu ve çok katılım olmuyordu; TNT mücadelesinden sonra, artık, her 15 günde bir manifestomuz var. İtalyanların da böyle yapması lazım; çünkü bir gün işler kötü giderse, göçmenler ülkelerine dönecek ama İtalyanlar burada kalacak. Yani bu mücadele herkesin !
Evet, anlaşıldı ki imkansız diye bir şey yok, kazanılabilir. Mısır’da, Hüsnü Mübarek, otuz yıllık yönetiminden sonra öldürüldü ki bunu hiç ama hiç kimse tahmin edemezdi. TNT’de de aynı şey oldu, sırf bu yüzden biz bu yaptığımıza grev değil, devrim diyoruz. Bize göre aynı Mısır’daki gibi oldu: TNT devrimi!
TNT’den sonra GLS, Antonio Ferrarı Grup, Bartolini de kıpırdadı; biz mücadeleyi daha ziyade, örneğin Esselunga gibi, Kuzey İtalya’da ve örneğin Roma’daki Sda gibi orta İtalya’da yaymaya çalışıyorduk. Artık herkes biliyor ki, mücadele ile daha iyi çalışma şartları elde edilebilir; birlik olunca, korkuya karşı savaşabilir ve her kavga kazanılabilir: Bu artık en güçlü silah! TNT çalışanlarının bir çoğu Mısırlı, Marakeşli ve Tunuslu; Nijeryalı, Senegalli ve Hintliler de var, ve hiçbir ayrım yok. GLS’de bir sürü Hintli vardı ve bunlar genelde İtalyancayı çok az biliyorlar ve bu durum,patron tarafından, daha çok sömürmek için kullanılan çok uygun bir araç. Hintli ve Çinlilerle toplantı yaptık, Araplarla aradaki farkı hissediyorduk ama ben şöyle dedim: “Nereden geldiğimizi unutalım, burada hepimiz işçiyiz ve hepimiz sömürülüyoruz. Düşünmemiz gereken tek şey bu!”
İKEA’da, aşağı yukarı 30 ülkeden işçi var: biz 2 Marakeş’li ile yola çıktık, tek tek ikna etmeye çalışmak için gün aşırı TNT’ye gittik .İlk kavgalardan sonra, çalışma saatleri ve iş yüküyle ilgili olarak, ulusal birlik kontratı başvuru anlaşması, işçilerin onuruna saygı, ve sendikal mücadele konularında anlaşmaya varıldı. Kontrattan çıkartılması gereken satırların sayısı 12-13′den 35′e çıktı. Sürekli bir kriz halinde, üretimi arttırmak için üzerine baskı yapılan makine gibiyiz, ama maaş hep aynı maaş.
Bir iki ay sonra, kooperatif, on-grev durumuna geçmeye çalıştı: balyaların ortalamasının yaklaşık 3 katına çıkartılmasına karar verdiler, 400 euro maaşla, işçilerin büyük bir çoğunluğunun çalışma saatini, haftada 2 gün zorunlu izin vererek 4 saate indirdiler. Üretim düşürülünce herkese olağan dışı şeyler yaptılar. Ekim ayında 90 kadar işçiyi dışarıda tuttular, 12′sinin durumunu askıda tuttular, 3 tanesini mücadele baskısıyla tekrar içeri aldırdık, kalan 9 tanesi de daha sonra dışarıda kaldı. Her gün barikat kuruyorduk, 12 kasım’da saat 9 zili çalınca polis aşırı güç kullandı ve 20 kişi yaralandı, 30 kişi ihtar aldı. Ben de 6 tane aldım. Bu durum, oturma izni konusunda başıma bela olacak mı bilemiyorum ama, bir mücadeleye girdiğim zaman bazı riskler almam gerektiğini biliyorum: önemli olan mücadelenin amacına ulaşması !
Firma ile birden fazla görüşmemiz oldu ve hepsi olumsuz. 18 Aralık’ta öğrenciler, kolektif gruplar ve Bologna’nın sosyal merkezleri, İKEA’nın satış noktası önünde, çalışanlarla birlikte güzel bir barikat kurdular, müşteriler buna destek verdiler; çünkü onlar da bizim gibi sömürülüyorlardı. Geçtiğimiz günlerde İKEA dayanamadı ve durumu askıda olan 9 kişi yeniden iŞe alındı: Patron anladı ki eğer durumu daha çok gererlerse alacakları zarar bunun çok daha fazlası olacaktı. Çünkü mücadele zemini giderek genişliyor; İsveç, Türkiye ve Arap dünyasından birçok gazeteci beni aradı.
Şu anda Kuzey Afrika pazarına girmeye çalışan İKEA’nın çok dikkatli olması gerekiyor, çünkü bütün dünya çapında çıkarlarını kaybetme oyunu ile karşı karşıya. Patron sadece kendi çıkarlarını görüyor, işte biz de tam buradan vurmalıyız.
Yıllardan beri grev şeklinin etkinliği hakkında sürekli tartışıyoruz. Burada, patrona zarar ettiren bir grev var ve kazanıyor; çünkü, imalat sisteminin stratejik noktalarının üzerine gidiyor.
Barikat kuracağımız zaman işverenin en çok zarar edeceği günleri seçiyoruz. Patronun, bizim verdiğimiz zararı çıkartamayacağı, çıkarlarına gerçekten dokunacak nokta ve zamanları seçmek gerekir.Yapmak mümkün olur olmaz hemen atak yapmak ve farklı firmalardaki işçileri birleştirmek lazım. Şu an bunu yapmak TNT ya da GLS Piacenza işçilerinin üzerine düşse de, bu durum Bologna, Modena ve Verona işçilerini de kıpırdatmaya başlıyor. Farklı mücadeleler arasında koordinasyon kurmamız lazım; bu durumda patron, hafif bir zarar görmeyecek.
Eğer eline bir bayrak alıp da bilinen geleneksel bir grev yaparsan, ya da çatıya çıkarsan burada hayatının sonuna kadar kalabilirsin, hiç bir şey değişmez. Açlık grevi ya da bu tip grevlere de artık son, çünkü açlık grevi yapacak olan biri varsa o da patron! Bize, iş yerinde her gün yaşadığımız acı yeter.
Bu, sadece bizim mücadelemiz değil, krizdeki herkesin mücadelesidir;çünkü, eğer kazanırsak bir noktadan sonra hepimiz topluca daha iyi durumda olacağız. Piacenza’daki barınaklara, mücadeleleri birleştirmek ve bize destek olmak için başka şehirlerden de gelenler oluyor. Sabahın saat 5′inde orada olmak için gecenin karanlığında ve soğukta saatlerce yol geliyorlar. Onlara gönülden teşekkür etmek gerekiyor. Çünkü İKEA zaferi aynı zamanda onların sayesinde oldu.
*İtalyan site dirittiglobali’den Türkçe'ye, Dağmedya çevirmeni Nagihan Çivicioğlu tarafından kazandırılmıştır.
© Tüm hakları saklıdır.