03 Şubat 2020 13:00
Jeolog Prof. Dr. Cenk Yaltırak beklenen Marmara depremine ilişkin öngörülerini açıkladı. “Zengini de fakiri de herkes aynı havuzda. Üstünden dumanlar çıkan bir şehirde 10 milyonluk bir dairede oturmanızın hiçbir değeri yok" diyen Yaltırak, "Marmara’nın tüm nüfusunu 20 milyonla sınırlamayıp, bu nüfusu Bursa’da 4, İstanbul’da 20, İzmit’te 3,5, Yalova’da 1, Tekirdağ’da 2 milyona getirirseniz Marmara Bölgesi küvetin içindeki sifon deliği gibi bütün ülkeyi çeker götürür" dedi.
Gazete Duvar'dan Filiz Gazi'nin sorularını yanıtlayan Jeolog Prof. Dr. Cenk Yaltırak'ın açıklamaları şöyle:
Katıldığınız bir televizyon programında “Bahsettiğiniz projelerin maliyeti ne kadar?” sorusuna “İstanbul’a bir yıl lale ekmezseniz bütün yer bilimleri projelerini finanse edersiniz” yanıtını verdiniz. Deprem araştırmaları için nasıl bütçe alınıyor? Nasıl çalışılıyor?
1996’dan beri farklı araştırma ekiplerinin gemileri Marmara Denizi’nde sismik veri topluyor. Verileri toplayan ekiplerin her biri ayrı ayrı gruplar. Ayrı bütçeleri var. Kendi ülkelerindeki bilim kurumlarından alıyorlar.
Niye tek bir grup oluşturulmuyor? Bu yöntem doğru mu?
Bir bakıma doğru. Fransızlar, Almanlar, Amerikalılar, Türkler… Farklı iş birlikleri var. Herkesin bir amacı var. Projeyi size verenler, topladığınız verilerle bilimsel üretim yapmanızı bekliyor. Projenin belirli bir zamanı var. Diyelim ki, üç yılda bitecek. Siz ne yapıyorsunuz? Veriyi toplaması bir yıl, bilgileri düzenli hale getirmesi bir yıl. Sonraki yılda ise yayınlar yapıyorsunuz. Projede ortaya koyduğunuz bilimsel yayınlarla projenizi kapatıyorsunuz ama veri setiniz bir yerde kalıyor. Başkaları o veri setini sizden istemiyor. Çünkü onlar da bir proje peşinde ve kendi metodolojileriyle yeni bir veri seti topluyor. Bunlar zaman içinde o kadar çoğaldı ki… Marmara dünyada en çok veri toplanan denizi haline geldi. Fakat kimse tüm bu verileri bir araya toplamaya ihtiyaç duymadı. Kendilerince problemi çözdüklerini düşündüler.
Eksik olan neydi? Ya da veriler niçin toplanmadı?
Kişinin konuyla ilgili merakının olması lazım. Yani siz, on tane iş yaparken araya bir de Marmara koyarsanız, Marmara’ya onda bir zaman ayırırsınız. 1995’ten beri Marmara’da çalışıyorum. 1999’da deprem oldu. 2000 yılında Kanada’ya gittim. Prof. Dr. Ali Aksu’nun elinde 1997’de topladığı bir veri seti vardı. ‘Gel, bunları haritala’ dedi. Veri esas olarak fay haritası yapmak için toplanmamıştı. Amaçları oşinografi yapmaktı. Denizin paleocoğrafyasını, yani tarihçesini yazmışlardı, ama toplanan verinin özelliği yapısal jeoloji yapmaya da uygundu. Ali Hoca’nın laboratuvarında o veriyi haritaladım. 2002’de yayınladım. Bu haritayı ben Kanada’da yaparken, Marmara’da Fransızlar veri toplamaya yeni başlamışlardı. MTA da (Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü) daha önce veri toplanmış, bazı yerlerde tekrar veri topluyordu. Her iki araştırma grubu da bir görüşü test etmek istediler: Tek bir fay var, onu bulalım… Benim Kanada’da yaptığım haritada ise diğerlerinden farklı olarak daha karmaşık bir yapı olduğu görülüyordu.
Sizin haritanızda farklı olan neydi?
Marmara’da çizgi halinde bütün bir fay olmadığı, aksine “at kuyruğu örgüsü” şeklinde birbirine geçen, birbirine paralel faylar olduğu idi. O zaman ben araştırma görevlisiydim. Akademik ortamda bir ağırlığım yoktu. 12 saat çalışacağıma 24 saat çalıştım. 2002’de Marmara Denizi, Saros, İzmit ve Gemlik Körfezi üzerine dört makale yazdım. O tarihe kadar buralar için yayınlanmış bu ölçekte bir araştırma yoktu. İlk defa, buradaki fayların anlatıldığı gibi basit olmadığını, daha karışık olduğunu, eksik bilginin bizi yanlış yönlendireceğini her yerde ifade ettim ama güçlü, sesini televizyonlarda duyurabilen ünlü akademisyenler oldu.
Siyasette güçlü olanı biliyoruz. Nasıl güçlü olunduğunu da… Akademisyenin güçlüsü nasıl oluyor?
Bu da bir networking… Bilimsel yayınlarınızla tanınırlığınızı artırmanın yolları var. Konuşanlar toplumun önünde olan, mesela x kurumunun başındaki kişi… Medya onlara gidiyor. Medya her zaman araştırmayı yapana gitmiyor ki! Bunun için medyanın kendisinin bir araştırma yapması gerekiyor çünkü. Şöyle düşünün, restoranda bir sürü insan var. Şef garson, dükkanın sahibi… Bir de restoranın önünde ‘gel, gel’ diyen var ama kimse aşçıyı bilmiyor.
Bilimcinin kamuoyunun duymak istemediği bir şeyi söyleme çekincesinden kaynaklı bir sorundan bahsetmiyorsunuz. Söylediğiniz başka bir şey…
Kesinlikle… Aslında bu bilimcilerin bir problemi. Doğa bilimlerinde ve hatta sosyal bilimlerde de epistemik cemaatler oluşur. Kendi kapalı çevreleri dışındaki insanlara hayat hakkı tanımazlar. Dünyada da bu böyledir ama daha medenidir. Dünyadaki epistemik cemaatler, sizle akademik ortamda çatışırlar. Yani siz yayın yaparsınız, onlar da size karşı yayın yaparlar. Türkiye’deki epistemik cemaatler ise sizin yayın yapmanızın önüne geçmeye çalışır. Önünüze geçemezlerse çalıştığınız insanları sizle çalışmamaya teşvik eder. Onu yapamazlarsa size mobbing uygulamaya başlarlar. Kadronuzu vermezler. Odanızı değiştirirler. Siz yeter ki, çalışamayın, üretmeyin… Toplum ne ise bilim camiası da özünde farklı değildir.
Haritanıza dönecek olursak… “At kuyruğu gibi, iç içe geçmiş, birbirine paralel faylar var”, dediniz…
Sismik kesitlerden yapılmış bir harita bu. Elimdeki ilk haritadaki veri, yaklaşık 20 bin km’yi biraz geçiyordu. Fakat bu sismik verilerin hepsi kağıt üzerindeydi. JPG formatında fotoğraflardı. 2016’da Marmara’da olağanüstü depremler olmaya başlayınca benim daha önceden haritalandırdığım fay paterni bir anlam ifade etmeye başladı. 1999’dan beri Marmara’da gördüğümüz sismik aktivite değişti. Çok kişinin dikkatini çekmedi. Hiç deprem olmayan, benim çizdiğim bir fay var: Doğu Marmara fayı. O fayın üzerinde deprem olmaya başlayınca fayın kendisinin gerçekliği ortaya çıkmaya başladı.
Bunun üzerine toplumu daha iyi bilgilendirmek ve işin kalitesini yükseltmek için doktora öğrencim Murat Şahin’le araştırmayı daha ileri taşımak için Marmara’nın iç yapısını sayısal 3 boyutlu hale getirmeye başladık. Amerika’da, Avrupa’da bilimsel verilerin kamuya açılması mecburidir. Devlet parasıyla topladığınız bilgileri kendi odanızda bir bilgisayarda saklayamazsınız. Bütün dünya bilimcileri sizin yaptığınızı denetler, bakar. Fakat bizim ülkemizde insanların verilerle işi bitse dahi saklar paylaşmaz. Ben bunu yaşadım. Mesela arkadaşımın elinde Marmara verisi var. Üstelik proje de başta ben de varım. Sefer tarihi gecikiyor, o sırada başka görevim olduğu için gemide bulunamıyorum. Proje bitiyor, makaleler yazılıyor ama arkadaşınız size o veriyi vermiyor. Amerikalı çalışanlarda ise en sonunda kurallar gereği veriler paylaşılıyor.
Böyle bir hakkı nasıl oluyor?
Şöyle var… Topladığımız verinin öğrencilerimiz ve bizim tarafından kullanılma süresi var. Bu kullanım süresi uzatılabiliyor. Amerikalılar, şu şahıstan onay alırsanız biz size veririz, diyor. Siz sadece zaman kaybediyorsunuz.
Başka bir örnek anlatayım. Mesela bir kamu kuruluşu… Elinde Marmara ile ilgili veriler var. Fransız ekibe sismik kesitler vermiş. Fransız ekibe verdiğiniz kesitleri bana da verin diye başvuruyorsunuz. Cevap veriliyor. Bu veriler gizlidir. Fransız’a gizli olmayan şey, bana gizli. Bu anlaşılmaz bir tutum. Marmara’da binlerce km veri var elinizde, yapacağınız işte hata payını azaltma gayretindesiniz. Gizlilik anlaşması dahi imzalarım diye başvurmuşsunuz ama sonuç olumsuz. Buna aldırmayıp çalışmaya devam ediyorsunuz. Yoksa zamanla iş üretemez hale gelirsiniz.
Siz de sabırla verileri topladınız…
Aslında daha önceden toplanmış verileri bir araya getirdik. Dağınık tespih taneleri vardı. Ben onları teker teker bulup, dizdim. Şu anda bütün Marmara’da toplanan verinin sadece yüzde 20’si bana ulaşmamış durumda. Oluşan verinin yüzde 80’i inanılmaz muhteşem.
“Muhteşem” dediniz. Bize ne faydası var bu verinin?
Marmara’da eski senaryolar artık geçersiz. Eksik bilgilere bakılarak önlem alınamaz, tehlikenin boyutu belirlenemez. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) yaptığı deprem senaryosu ya da MTA’nın (Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü) kullandığı Marmara Denizi aktif fay haritası artık yeterli değil. Yanlış değil ama eksik. Mesela Allah korusun siz bir hastalığa yakalandınız. Vücudunuzda semptomlar var, şüpheleniyorsunuz… İlk önce pratisyen, sonra uzman doktor, sonra tahliller… Ameliyat masasına kadar giden süreçte dünya kadar iş yapılıyor. Benim topladığım verilerde yüzün üzerinde bilimcinin emeği var. Çok sayıda geminin verisi var. Dağınıktı, birbirleriyle alakaları yoktu. Birbiri ile rekabet eden kişiler arasında dağılmıştı. Bunları bir araya özel bir yazılımla 3 boyutlu harita yapacak şekilde bir araya getirdik.
Daha önce Murat ile tarihsel depremleri hasar alanları ve fay arasındaki ivme ilişkisine dayanan tarihsel bir deprem modeli ürettik. Tarihsel depremleri analiz etmek için bir metodoloji geliştirdik. İlk defa yapıldı bu. Marmara Denizi yaptığımız bu 3 boyutlu harita ile iki yıl sonra tarihsel depremleriyle, deformasyonlarıyla, biriken ve değişen stresleriyle, olacağı biteceğiyle her şeyiyle en bilinen deniz olacak. Böyle bir model yalnızca San Andreas fayları için var.
Defaten duymaktan bıktığınız şeyi söylemek zorundayım. Yine de depremin zamanını veremiyorsunuz.
Depremin ne zaman olacağını bilmek istiyor musunuz? Bu yapıyla hangi cesaretle? Bakın depremde güvenli açık alan kişi başı 2,5 metrekaredir. Şu anda İstanbul’da kişi başına 50 santimetrekare güvenli alan, bazı yerlerde 1,5 metrekare. Bazı semtlerde 33 santimetrekare. İstanbul’un dar bir sokağını düşünün. 6- 7 katlı apartmanlar var. Aralarındaki sokak genişliği, kaldırım ve yolla birlikte 6 metre civarında. Her dairede ortalama 4 kişi yaşıyor diyelim. Apartman sayısını da düşünün, o insanlar deprem olduğunda nereye çıkacaklar? Evlerinin önüne. Peki evlerinin önünden ulaşabilecekleri güvenli alana kaç yüz bin kişi gidiyor olacak?
Marmara’da deprem bilinse dahi bilinmesinin sonuçları deprem kadar yıkıcı olacak bir yerleşim paterni var. Marmara’nın tüm nüfusunu 20 milyonla sınırlamayıp, bu nüfusu Bursa’da 4 milyona, İstanbul’da 20 milyona, İzmit’te 3,5 milyona, Yalova’da 1 milyona, Tekirdağ’da 2 milyona getirirseniz Marmara Bölgesi küvetin içindeki sifon deliği gibi bütün ülkeyi arkasından çeker götürür. Bir an önce bütün bakış açımızı, her şeyimizi değiştirmek zorundayız. Bu paradigma değişmesi tarihsel bir açmaz…
© Tüm hakları saklıdır.