16 Nisan referandum sonuçlarının protesto edildiği bir eylemde İzmir’de gözaltına alınan ve ardından tutuklananbelgeselci Kazım Kızıl, tutuklanmasına ilişkin olarak “Neye dayandırdıklarını 65 gün sonra öğrendim. O sırada eylemin içindeyim ve beni de atılan sloganlardan mesul tuttuklarını düşünüyordum” dedi.
Sendika.org’un Kazım Kızıl ile yaptığı söyleşi şöyle:
Kazım merhaba, öncelikle geçmiş olsun, aramıza hoşgeldin. Bize tutukluluğuna ve ardından serbest bırakılmana kadar giden süreci en başından anlatabilir misin?
17 Nisan’da bir eylem oldu şaibeli referandum sonuçlarına karşı. Daha çok üniversiteli gençlerin paylaştığı bir çağrı oldu. Çağrı, Bornova küçük parka yapılıyordu saat 18.00’a. Video çekmek ve belgelemek adına ben de gittim. Eylemde başlangıçta 16-17 kişi vardı. Hiç abartısız 150’ye yakın da polis vardı. Grup dağılırken polis gözaltı yapmaya başladı, ben de gözaltıları çekmeye başladım. Çok sürmedi zaten, bir dakika belki de. Sonrasında bir polis döndü bana doğru güdümlü bir şekilde geldi, sol kolumu büktü ve gözaltına aldı.
Seni tanıyorlar zaten, değil mi?
Evet, tanıyorlar. “Ben basınım” dedim, boynumda kartım ve makinem de asılıydı zaten. “Senin kim olduğunu biliyoruz” derken bir yandan da kolumu büküyorlardı. Darp ederek gözaltına aldılar, ensemden bastırarak, kolumdan bükerek sürüklercesine 200-300 metre götürdüler. Daha önceden de biliyorlar beni zaten gözaltına alınmışlığım da var. Israrla ismimi de söylüyorlar “Seni tanıyoruz”anlamında. Mahkemede de beraber gözaltına alındığım arkadaşları tanıyıp tanımadığımı sordular. “Eylemden eyleme bir ikisini görmüştüm” dedim. “Ama daha çok polisleri tanıyorum, her eylemde görüyorum çünkü” dedim.
Gözaltına alındıktan sonra 4 günlük bir ek gözaltı süresi istendi. Biz pazartesi gözaltına alınmıştık, cuma günü mahkemeye çıktık. Mahkemeye çıkmadan önce neyle suçlandığımız ortaya çıktı.
Seni neyle suçluyorlardı?
İlk başta 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Kanunu’na muhalefetten bir de en son referandum günü attığım bir tweet nedeniyle halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrikten suçlanıyordum. O sırada bunlar üzerinden emniyette ifadem alındı. Cuma günü bizi Bayraklı Adliyesi’ne götürdüler. Orada mahkemeden birkaç saat önce “halkı kin ve düşmanlığa sevk etme” suçlamasının düştüğünü, yerine yeni bir suçlamanın “cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasının geldiğini gördüm.
Bunu neye dayandırıyorlar peki?
Neye dayandırdıklarını 65 gün sonra öğrendim. O sırada eylemin içindeyim ve beni de atılan sloganlardan mesul tuttuklarını düşünüyordum. İlginç olanı yeni bir suçlama var ve savcı bununla ilgili ifademi almadı. Sonra mahkemeye çıkardıklarında da kimse bana bu suçlamayla ilgili bir şey sormadı. Onun yerine düşen suçlamayla ilgili soru sordular.
Ben de ifademde “Hiç kimseye hakaret etmedim” dedim, sonrasında tutuklandım ve Menemen T Tipi Kapalı Cezaevi’ne gönderildim. Tutukluluğumun 65. gününde iddianame çıktı. Hatta iddianameyi önce Cumhuriyet gazetesinde gördüm. Koğuşta arkadaşım gelip “7 seneye kadar hapisle yargılanıyormuşsun” dedi. Bir baktım attığım tweetlerden dolayı, ki bu tweetler referandum günü olan değil. Geriye gidip web sitem, Facebook ve Twitter hesabımın hepsi incelenmiş. Tweetler arasından seçmece yapmışlar resmen. İçinde diktatör, faşizm geçen tweetler ve hatta mizahi olanları seçmişler. Hiçbiri yeni değil, 2016 yılına ait birçoğu hatta en yenisi Kasım 2016 tarihliydi.
Adil yargılanma hakkının elinden alınması bu değil mi?
Dediğim gibi hakkımdaki suçlamanın kaynağını(!) tam olarak 65. günde öğrendim ve ilk savunmamı 85 günün sonundaki ilk duruşmada yaptım. 10 saat süren duruşmada ellerinde tutukluluğumuz için somut bir delil de yoktu ve haliyle serbest kaldık. Belirsizliğin kendisi cezadan çok daha ağır. Ne zaman mahkeme olacak, neyle suçlanıyorum hiç bilmeden içeride kalmak çok kötü. İçerideyken Zweig’ın Korku isimli kitabını okumuştum, Zweig orada belirsizliğin kendisinin cezadan daha kötü olduğunu söylüyordu. Bizim durumumuz tam da buydu. Tutuklamak haricinde belirsizlikle cezalandırıyorlardı bir yandan da.
Tabii ilk tutuklandığında sürecin nasıl işleyeceğini bilsen zamanını ona göre değerlendirirsin, psikolojini ona göre hazırlarsın. Bir yandan suçlamaya dair belirsizlikler bir yandan da mahkeme ne zaman olacak belirsizliği…
Bu belirsizlik hem avukatları hem de dışarıdan dayanışma örmeye çalışanları etkiliyor tabii. Neyle suçlandığını dışarı da bilmiyor yani … Peki cezaevi günlerin nasıl geçti?
Cuma gecesi tutuklandık. Gece olunca mesai yok. Bizi tecrit koğuşuna aldılar. Üç gecemiz orada geçti. İlk gecemizde battaniye bile vermediler. Bu sefer de orada başka bir belirsizlik var. “Koğuşlarımız neresi olacak, diğer arkadaşlarla beraber mi olacağız” belirsizliği başladı. O hafta sonu oldukça zor geçti bizim için. Pazar akşamı avukatlar gelebildi savcılık izniyle. O biraz iyi geldi. Dışarıdan haberler geldi en azından.
Pazartesi günü beraber, dördümüz yeni koğuşa alındık. Bu sefer de gardiyanların baskısı baş göstermeye başladı. Sözlü tacizler ve zaman zaman itme gibi fiziksel tacizler baş göstermeye başladı. Bir süre sonra bu baskılar bitti diyebilirim. Dışarıda dayanışma müthişti. Milletvekili ziyaretleri, avukatların yalnız bırakmaması, dışarıdaki haberler etkili oldu.
Koğuştaki dayanışma da iyiydi. İlk gün yanımızda hiçbir şey yoktu tabii. Birisi havlusunu, öteki tıraş bıçağını, eşofmanını verdi ve yardımcı oldular bu yönden şanslıydık diyebilirim.
Kaldığınız koğuşlar, koşullar nasıldı peki?
Adli koğuştu bizimkisi; uyuşturucu kaçakları, silah tüccarları, gasp, hırsızlık suçluları vardı. Başlangıçta 8-10 kişilik tasarlanan ama daha sonra ranzalarla 14 kişinin kalabileceği hale getirilen bir koğuşta biz 20 kişi kalıyorduk. Bizim de içinde olduğumuz 6 kişi yatıyordu. Tam olarak bilemiyorum ama 30-35 metrekarelik bir yerdi diyebilirim. Yani evinizdeki salonunuzdan azıcık büyük bir yerde 20 kişinin sürekli kaldığını düşünün.
Siz içerideyken dışarıda büyük bir dayanışma örüldü. Yurtdışı basınında bile yer aldı tutuklanmanız. Bundan ne kadar haberdar oldunuz?
Koğuşun gazete aboneliği yoktu ilk tutuklandığımızda. Ay başında ilk iş gazetelere abone olduk. İlk hafta ailemizden bilgiler aldık. İmza kampanyalarından, gelişmelerden böyle haberdar olduk. Daha sonra ziyarete gelen arkadaşlarımızdan ve gazetelerden bizimle ilgili gelişmeleri öğrenmeye başladık. Bu tabii bizim moralimizi oldukça yükseltiyordu. İçeride yazdığım bir mektupta okuduğum bir araştırmaya atıf yapmıştım. Araştırmaya göre kuvözde yaşamak zorunda kalan bebeklere her gün dokunma onların hayata bağlanma olasılığını artırıyordu. Ben orayı hep bir kuvöz olarak düşündüm. Tabii oradan çıkışımda ben yeniden doğuşum gibi olacaktı. Dışarıdan gelen her mesaj, her selam her dayanışma haberi bizim direncimizi artırıyordu. Tahliye sürecine etkisinin ne kadar olduğunu bilemeyiz ama bizi içeride güçlendirdiğini rahatlıkla söyleyebilirim.
Peki Kazım, aklında şimdi ne gibi çalışmalar var? Bir belgeselci, bir video aktivist olarak neler yapmayı düşünüyorsun?
İçeri girmeden önce yarım kalan bir çalışmam oldu İzmir’deki gökdelenlerle ilgili. Onun için yeni çekimler yapmayı düşünüyorum. Aklımdaki fikir de değişti biraz. Kurgusal bir belgesel olacak o şimdi. Başlamadığım bir fikrim daha var. Suriyeli çocuk işçilerle ilgili bir belgesel yapmak istiyorum. Konunun kendisi zaten yeterince kara, farklı bir dil kurmaya çalışacağım. Adana, Antep bölgesine de çekimler için gitmeyi düşünüyorum. Benim için bambaşka bir deneyim olacağını düşünüyorum.
Video - Bir Bakışta Bugün