Cumhuriyet gazetesi, 10 Kasım Atatürk'ü anma günü vesilesiyle yayımladığı haberinde "Kılıç Ali" adıyla bilinen Süleyman Asaf Emrullah'ın anılarına da yer verdi. Kılıç Ali Paşa, Mustafa Kemal Atatürk'e pokerde nasıl hile yaptıklarını "Ben, Salih Bozok ve Nuri Conker, aramızda şunu kararlaştırdık. Salih Bozok, Atatürk’ün arkasına geçecek, onun elindeki kâğıtları Nuri Conker’e işaretle bildirecekti. Tertibatımız tamamlanmış, oyuna oturulmuştu. Atatürk rölanslara veya rest çekmelere başladığı zaman Salih eline bakıyor. Nuri Bey’in görmesi gerekiyorsa gözlerini kapayıp usulcacık kafasını aşağıya indiriyordu. Bu yolla bir hayli kazanmıştık" ifadeleriyle anlatıyor.
Cumhuriyet'te "Üniformayı taşıması güçtür" başlığıyla yayımlanan (10 Kasım 2016) haber şöyle:
Aralov’un anılarında yer alan cephe gözlemlerinden bir kısmı Başkumandan’ın halkla temas ettiği, halkla ilişkileri hakkındadır. Mustafa Kemal gittiği her yerde okulları ziyaret etmekte, büyük ve önemli işlerinden fırsat bularak bu kurumların mütevazı etkinliklerine katılmaktadır.
“(Konya’da) Akşam öğretmen okulunun temsillerinde hazır bulunduk. Programda bir perdelik çocuk piyesi Avcı, Çanakkale’nin İngilizlere karşı savunulmasını canlandıran üç perdelik başka bir piyes, vatan şiirleri ve Yunan zulmünü anlatan Bursa Faciası adlı piyes sahnelendi. Bu son piyeste aşırı şovenlik bulunduğu için Mustafa Kemal bunu beğenmedi. Piyesin sonunda Mustafa Kemal, İtilaf Devletlerine karşı Anadolu’nun savunucusu olarak övüldüğü halde, temsili hazırlayanlara böyle eski bir şeyi hazırladıkları için çıkıştı...”
“(Konya’da) Akşam öğretmen okulunun temsillerinde hazır bulunduk. Programda bir perdelik çocuk piyesi Avcı, Çanakkale’nin İngilizlere karşı savunulmasını canlandıran üç perdelik başka bir piyes, vatan şiirleri ve Yunan zulmünü anlatan Bursa Faciası adlı piyes sahnelendi. Bu son piyeste aşırı şovenlik bulunduğu için Mustafa Kemal bunu beğenmedi. Piyesin sonunda Mustafa Kemal, İtilaf Devletlerine karşı Anadolu’nun savunucusu olarak övüldüğü halde, temsili hazırlayanlara böyle eski bir şeyi hazırladıkları için çıkıştı...”
Hayalperest Enver Paşa’ya tarihi yanıt
Harbiye Nazırı Enver Paşa, Mustafa Kemal’e Hindistan’a sefer yapmasını önerir. Eğer Mustafa Kemal bu seferi kabul ederse emrine üç alay verecektir. Enver Paşa’nın planına göre İran’dan halkı ayaklandıra ayaklandıra Hindistan’a kadar gidecektir. Bu teklife Mustafa Kemal’in verdiği yanıt şöyle olur:
- Ben o kadar kahraman değilim.
Talat Paşa bu görevi niçin kabul etmediğini sorduğu zaman da:
Bir harita getirilmesini isteyen ve harita üzerinde durumu gösteren Mustafa Kemal şöyle devam eder:
Hem niçin üç alay? Tek bir adam gönderin, yeter. Nasıl olsa kendi kuvvetini kendi yapmaya mahkûm değil midir?
- Bu fedailiği üstüne almalıydın, diyen Talat Paşa’ya alaycı bir şekilde şöyle yanıt verir:
- Eğer böyle bir şeye imkân olsaydı, sizin emrinizi beklemezdim. Kendim gider, kuvvetler bulur Hindistan’ı fetheder ve imparator olurdum.
‘Bağırmayın Ekselans!’
Atatürk, Hatay sorununu barışçı yollardan çözmek için Fransa’dan davasının haklılığını onaylayacak dostlar aradı ve ünlü bir devlet adamı olduğu kadar ünlü bir yaşar ve düşünce adamı olan Edouard Herriot’yu Türkiye’ye davet etti.
Bugünkü gibi uçaklar olmadığı için Samplon Ekspres’le gelen Fransız devlet adamını Edirne Garı’nda o zaman Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri olan Numan Menemencioğlu ile Protokol Genel Müdürü Fuat Abdusselam karşıladılar. İkisi de sağır denecek kadar ağır işitirlerdi ve iri kulaklıkları kulaklarındaydı.
Sirkeci Garı’nda Atatürk adına kendisini karşılayan İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ’ın da aynı özelliği vardı ve kulaklık kullanmazdı ama bir eli daima kulağının üstündeydi.
Ankara Garı’nda Ata adına konuğu karşılayan sabık Genel Sekreteri Hikmet Bayur da aynı yapıdaydı. Bağırılmadan duymazdı.
Başbakan İsmet İnönü’nün de bu özelliği dünyaca malumdu.
Herriot, bu muhataplarla bağıra bağıra konuşmaya öylesine alışmıştı ki, Çankaya’da Mustafa Kemal’le karşılaşınca aynı yüksek sesle konuşmaya başladı. Atatürk, bunun nedenini anladı ve güldü:
- Bağırmayın ekselans ben duyuyorum, dedi.
Herriot’un anılarında şöyle bir cümle var:
“Bir duyun adamı ki, çoğunun duymasına ihtiyaç bırakmıyor.”
‘Oh ne âlâ halkçılık!’
Ata’nın en çok kızdığı şey, hiç hoşlanmadığı ve istemediği şey ise bulunduğu yerlerde çevresinde polisiye önlemler alınmasıydı. Milletine çok güvendiği için şu emri verir ve bütün önlemleri kaldırtarak güvenlik görevlilerini hayli güç duruma sokardı.
"Bu millet bana ne kurşun atar ne de attırır!”
Cumhurbaşkanlığı’na ait bazı protokol kuralları onu gerçekten sıkardı. En büyük emeli, bastonunu eline ve yakın arkadaşlarını yanına alarak İstiklal Caddesi’nden, köprü üstünden herhangi bir vatandaş gibi rahatça geçebilmek ve yürümekti. Tramvaya binsin, trende halk arasına otursun, vatandaşlarına özel ziyaretler yapsın... Bunlar Atatürk’ün en çok sevdiği şeylerdi.
Otomobille gezinti yaparken otomobilini bırakıp tramvaya atladığı, trene bindiği, birdenbire Lebon’a girip herkesin ortasına oturduğu, Vefa’ya giderek oranın meşhur bozasını içtiği daima rastlanan olaylardı.
Bir sabah Florya’dan Dolmabahçe Sarayı’na dönüyorduk. Yeşilköy İstasyonu’nun önünden geçerken birdenbire otomobili durdurdu ve başyavere şu emri verdi:
- ‘Sorunuz bakalım tren var mı?’
Tesadüfen hemen hareket etmek üzere olan tren vardı. Hep birlikte otomobilden indik ve trene yetiştik. Karar aniden verilip uygulandığı için kimsenin dikkatini çekmemiştik. Neden sonra kondüktör bilet kontrolüne geldiğinde Atatürk’ün trende olduğunu anladı. Geri çekilmek istedi. Fakat Atatürk bırakmadı. Kondüktöre seslendi:
- Lütfen görevinizi yapın, diyerek bizleri gösterdi ve şöyle devam etti:
- Bu efendilere niçin bilet sormuyorsunuz?
“Paşam biz milletvekiliyiz. Tren bileti almayız. Parasız bineriz” dedik. Hem hayret, hem de bizimle alay etti:
- Bu ayrıcalığı hiç beğenmedim. Çok ayıp ve çok acayip bir kural. Oh ne âlâ halkçılık?
(Kaynak: Kılıç Ali)
‘Atatürk’e pokerde hile yaptık’
Bir gün Samsun’dan Ankara’ya geliyorduk. Atatürk, trendeki arkadaşlara şöyle dedi:
“Haydi poker oynayalım. Fakat bu kez ciddi oynayalım. Siz kazandığınızda vereceğim. Paraları alır, eğlenirsiniz.”
Ben, Salih Bozok ve Nuri Conker, aramızda şunu kararlaştırdık. Salih Bozok, Atatürk’ün arkasına geçecek, onun elindeki kâğıtları Nuri Conker’e işaretle bildirecekti. Tertibatımız tamamlanmış, oyuna oturulmuştu. Atatürk rölanslara veya rest çekmelere başladığı zaman Salih eline bakıyor. Nuri Bey’in görmesi gerekiyorsa gözlerini kapayıp usulcacık kafasını aşağıya indiriyordu. Bu yolla bir hayli kazanmıştık. Tam Ankara’ya yaklaşmıştık. Atatürk sırasını getirdi ve Nuri Bey’e bir rest çekti. Salih, Atatürk’ün eline bakarak hemen gözlerini kapadı ve başını aşağıya doğru salladı.
Nuri Bey de resti gördü.
Bu eli de alırsak kazancımız bir hayli yükselecekti. Fakat Salih, Atatürk’ün elindeki iki rua’yı görmüş, aldığı diğer rua’yı da dame zannetmiş, ona göre işaret vermişti. Meğer Atatürk, üç kâğıt alarak kare yapmamış mı?
Saatlerce emek vererek kazandıklarımız bir anda geri gitmişti. Bunun üzerine Nuri Bey, “Yahu be Salih, tam görmüşsün birader” deyince Atatürk işi anladı, kahkahalarla gülmeye başladı.
‘Gazete kâğıdına sarılı sigara’
Kanunlara göre, Cumhurbaşkanı’na hakaret edenler hakkında dava açabilmek için bu makamdan izin almak gerekiyordu.
Bir köylüyü Atatürk’e küfrettiği için mahkemeye vereceklerdi ve Atatürk’ün iznini istiyorlardı. Atatürk sordu:
- Ne yapmışım ben?
"Gazete kâğıdına sardığı sigarayı yakarken kâğıt tutuşmuş, eli yanmış, ‘Kemal Paşa alsın bunu içsin bakalım’ demiş ve arkasından da size küfretmiş”
Atatürk, bunları söyleyen bakana sordu:
- Sen hiç gazete kâğıdına sarılı sigara içtin mi?
“Hayır” cevabını alınca dedi ki:
- Ben Trablusgarp’ta içtim. Bilirim pek berbat şeydir. Köylü haklıdır. Onu mahkemeye vereceğinize doğru dürüst sigara içmesini temin ediniz beyler.
(Kaynak: Falih Rıfkı)
'Üniformayı giymek kolay...'
Mussoloni’nin, Roma İmparatorluğu’nun Akdeniz kıyılarındaki topraklarından söz ettiği günlerdeydi. İtalyan büyükelçisi, Atatürk tarafından özel olarak kabul edilmesini istemiş, ziyaretinde, ülkesinin Türkiye ile dost geçinmek arzusunu tekrarlarken diplomatik tabir ile “en çok müsaadeye mazhar ülke” statüsünün iki ülke için de yararlı olacağından söz edivermişti.
Atatürk, elçi sözü buraya getirinceye kadar sivil giyiniyordu. Konuğuna “Birkaç dakika bekleyin” dedi. Döndüğünde üzerinde kendisine çok yakışan ve saygı ile birlikte korku da telkin eden mareşal üniformasını giymişti.
Gülerek yerine otururken:
"Sinyor Mussoloni’ye şu son cümlelerinizi ve bundan sonra benzerlerini bu kıyafetimle dinlediğimi de yazınız” dedi.
Ve elçi, tabii amacını anlatamamış olmanın özrüne sığınarak izin istedi.
Atatürk, Mussoloni ve Stalin mareşal üniformasını giydikleri zaman, “Üniformayı giymek kolay, fakat onu taşımak güçtür” demişti.
(Kaynak Kılıç Ali)
‘Milletiniz ölmeye hazır mı?’
Bir gün Mısır’da bağımsızlık davası için çalışan liderlerden biri, Mustafa Kemal’i görmeye gelmişti. Kendisine:
- Bizim hareketin de başına geçmek istemez misiniz, diye sordu.
Olabilecek şey değildi ama insan yoklamalarını pek seven Mustafa Kemal:
- Yarım milyonunuz bu uğurda ölür mü, diye sordu.
Adamcağız yüzüne bakakaldı:
- Fakat Paşa Hazretleri yarım milyonun ölmesine ne lüzum var? Başımızda siz olacaksınız ya... dedi.
Mustafa Kemal’in yanıtı şöyle oldu:
- Benimle olmaz, beyefendi hazretleri benimle olmaz! Ne zaman halkınızın yarım milyonu ölmeye karar verirse o zaman gelip beni ararsınız.