10 Şubat 2025 19:10
Güncelleme: 10 Şubat 2025 19:24
Tüprag Kışladağ Altın Madeni'ne verilen olumlu çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) raporunun iptali için açılan dava, 20 yıl sonra yeniden görülmeye başlanacak. Davanın ilk duruşması Uşak İdare Mahkemesi'nde 12 Şubat’ta yapılacak.
Rapora karşı 2004 yılında ilk dava açanlardan biri olan Ege Çevre ve Kültür Platformu (EGEÇEP) Sözcüsü Uğur Sümer, 20 yılı aşan yargılamayı değerlendirdi. Sümer “20 yıl önceki dosyayla karar verilemez. Hem maden hem de çevreye verdiği zarar büyüdü. Mutlaka yeni ve bilimsel temellere dayanan bir bilirkişi raporu alındıktan sonra karar verilmeli” dedi.
EGEÇEP Sözcüsü Sümer sorularımızı yanıtladı.
- Tüprag Kışladağ Altın Madeni'ne karşı açtığınız davayı özetleyebilir misiniz?
Avukat Senih Özay kendisi ve benim adıma Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın Eldorado Gold- Tüprag’ın Kışladağ’da siyanürle altın madeni işletmeciliği için vermiş olduğu ÇED olumlu kararının iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle 14 Nisan 2004 tarihinde dava açtı.
Manisa İdare Mahkemesinin atadığı bilirkişi heyeti 19 Ekim 2005 tarihli raporlarında, diğer risklerin yanı sıra, madencilik faaliyetlerinin durdurulmasından sonra büyük bir açık maden ocağı gölünün oluşması sonucunda asit maden drenajı olasılığına ve bunun sonucunda yeraltı suyunun kirlenmesine işaret etmişler, ancak kirlenmenin boyutunu belirtmemişlerdir. Bunun üzerine mahkeme aynı bilirkişi heyetinden kirlenmenin boyutuna ilişkin ek rapor talep etti.
Büyük bir asit gölü oluşur diyen aynı bilirkişi heyeti hazırladıkları ek raporda bu kez açık maden ocağının çok derin olmayacağı, en fazla bir veya iki metre derinliğinde bir su havuzu oluşacağını belirtti. Oy çokluğuyla hazırlanan raporda ayrıca bakanlığın verdiği ÇED raporundaki ölçümlerin doğru olduğu ifadelerine yer verildi. Oysa ÇED raporunda bile maden ocağının bir kilometre çapında ve 450 metre derinliğinde olacağı yazıyordu.
Danıştay 6 Şubat 2008 tarihinde, Manisa İdare Mahkemesinin kararını bozarak ve yürütmeyi durdurma kararı verdi. Danıştay ayrıca maden, jeoloji ve çevre mühendislerinden oluşan yeni bir bilirkişi heyetinden yeni bir rapor alınarak karar verilmesini istedi.
Manisa İdare Mahkemesinde görülen davada Tüprag, bakanlığın ÇED raporunu destekler nitelikte bir uzman görüşü sundu. Yeni bilirkişilerce hazırlanan rapor da altın madeninin çevreye zarar vermeyeceği saptaması yapıldı. Davacıların bu aşamada hem bilirkişilere hem de rapora ilişkin yaptıkları tüm itirazlar hiçbir gerekçe gösterilmeksizin reddedildi.
Yeraltı sularının kirleneceği ve büyük bir asit gölü oluşacağı yönündeki ilk bilirkişi raporundan bir daha ne yerel mahkeme ne Danıştay ne de Anayasa Mahkemesi söz etti.
Yargılama sürecinde yaptığımız tüm itirazlar reddedildi. Altın madeninin çevreye ve insanlara verdiği zararı gösteren tüm deliller görmezden gelindi.
Anayasa Mahkemesi de başvurumuzu reddedince dosyayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıdık. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 14 Kasım 2023 tarihinde adil yargılanma hakkımızın ihlal edildiğine karar verdi.
Şimdi dosya bir kez daha idare mahkemesine geldi. Bu kez yargılama Uşak İdare Mahkemesinde yapılacak. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararından sonra dosya ilk kez12 Şubat’ta görülecek. Tüm bölge halkını bu dosyaya destek olmak için Uşak İdare Mahkemesine bekliyoruz.
- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin hak ihlali kararı dava açısından nasıl bir anlam taşıyor? Yeni bir yargılamaya mı gidilecek yoksa dosya üzerinden hak ihlaline neden olan tebligatlar yapılarak karar mı verilecek? Sizin beklentiniz nedir?
Hiç kuşkusuz yeni bir yargılama yapılması gerekiyor. AİHM kararına kadarki süreçte bir yargılama yapılmadı. Yargılama adına yaşananlar acıklı bir komediden ibaretti. Aynı oyunu tekrar izleyemez miyiz? Mümkündür. Ülkemizde hukuk mevcut iktidarın elinde şeytanın bile aklına gelmeyecek siyasi kararları uygulamanın yöntemi haline geldi. Kararlar mevcut hukuk kurallarına göre değil iktidarın talimatlarına göre veriliyor.
Fakat bu davada yürütmeyi durdurma kararının verilmemesi, bu madenin kapatılmaması bizce mümkün değil. Yirmi yıl önce uyardığımız her şey tek tek yaşandı. Başımıza geleceğini söylediğimiz tüm kötülükler bir bir ortaya çıktı.
12 Şubat’ta görülecek duruşmada altın madeninin kapatılmasına karar verilmese bile yeni bir bilirkişi heyeti atanmasına karar verilmesi gerekiyor. Bilirkişi raporundan sonraki duruşmadaysa bu katliama son verilmesi gerekiyor. Madenin durumu da çevreye ve insanlara verdiği zarar da 20 yıl içinde değişti. Dosyanın yeni bir değerlendirme yapılmadan ilk haliyle karar bağlanması büyük bir hata olur.
"Bir-iki metrelik su havuzu" dedikleri maden ocağının derinliği 800 metreyi geçti. Genişliği bir kilometreyi çoktan aştı ve maden sahası genişlemeye devam ediyor. Sularımız kurudu. Havamız zehirlendi. Bağımız, bahçemiz, bostanımız her yaz maden sahasından buharlaşan zehri taşıyan yağmurla kuruyor. Dağlarımızda ağaçlar bile kuruyor.
Altın madeni açılana kadar hayvanlarda hiç yaşanmayan ölü ya da sakat doğumlar, madenden sonra yaygınlaştı. Maden hem otlak alanlarını azalttı hem de hayvanların otlamak için gidebileceği alanı kısıtladı. Bu nedenle bölgede hayvancılık can çekişiyor.
2006 yılında 2000’den fazla insan bir haziran yağmurunda zehirlendi. Bu olaydan sonra dava da açıldı ama alınan kan örnekleri kayboldu. Eşme ve Ulubey çevresinde sulardaki arsenik oranı yüzde 213 daha fazla. En son Eşme’nin Elvanlar mahallesinde açılan belediyenin Eşme için açtırdığı suyla ilgili kaymakamlık içilemez yazılı talimat yazmak durumunda kaldı.
Altın madeni Uşak’a 3 kilometre mesafedeki Yeşildere köyünde yeni sondajlar yapmaya başladı. Mızrağın çuvala sığacak hali kalmadı. Sadece Eşme bölgesi değil, Sarıgöl ve Alaşehir bölgeleri de üzümlerini yaz asitli yağmurlarından koruyamaz hale geldi. Gediz ve Büyük Menderes Nehirleriyle tüm Ege Bölgesi madene yakınlığına göre ağır metallerle zehirleniyor. Bugün, Ege Bölgesi’nin en büyük sorunu temiz hava, temiz su, temiz toprak ve temiz gıdadır. Efem çukuru ve Kışladağ Altın Madeni’dir.
Bu tespitlerimizi bilimsel kriterlere uygun hazırlanacak bir bilirkişi raporu da doğrulayacaktır. Bölge halkı tanık olarak dinlense neler yaşandığı, madenin verdiği zarar ortaya çıkacaktır. Biz uzmanlardan oluşan bir bilirkişi heyetinden bilimsel bir rapor alınmasına karar verilmesini istiyoruz. Bu yapılırsa altın madeninin bir dakika bile açık kalmaması gerektiği görülücektir. Biz az da olsa bu ülkede hala onurlu hukukçuların, hakimlerin olduğuna inanmak istiyoruz.
- Davayı açmanızın üzerinden 20 yılı aşkın bir süre geçti. O günden bugüne hem maden açısından hem de çevre ve bölge halkı açısından neler değişti? Neler oldu?
Maden daha çalışmaya başlamadan bölge halkına her şeyden önce büyük bir korku getirdi. Jandarma köy köy dolaştı. Madene karşı çıkanların terörist olduğunu söyledi. Kaymakamı, valisi, jandarması ve polisi halkın değil Kanadalı Eldorado Gold-Tüprag’ın kolluk kuvvetleri, elemanları gibi halkın karşısında durdular.
Altın madeni 20 yılda çok büyüdü. Sürekli genişleyen maden sahası Uşak’ın 3 kilometre yakınına kadar ulaştı.
Bölgede kanserden ölümler o kadar arttı ki neredeyse yaşlılık dışında kanserden başka ölüm nedeni kalmadı. Sağlık Bakanlığı’na defalarca başvurulup bölgenin ölüm nedenlerinin istatistiği kaç kez istendiyse de hiçbir yanıt alınamadı.
Bölgeye zenginlik yerine daha çok yoksulluk getirdi. Şu anda madende çalışanlar bile aldıkları ücretten memnun değiller. Çalışanlar işsizlikten, mecbur kaldıklarından çalışmayı sürdürüyorlar.
20 yıl içinde bölgede tarım ve hayvancılık büyük zarar gördü. Altın madeni çevresinde geçimini hayvancılıkla sağlayan yörükler var. Şu anda çevredeki 30 köydeki koyun sayısı maden çalışmaya başlamadan önceki bir köyün koyunlarından daha az. Köylülerin söylediklerini söylüyorum “…her evde 80-100 başlık bir sürü varken şimdi köylerde birer ikişer sürü kaldı…”. Köylülerin sürülerini satmalarının asıl nedeni hayvanlarda altın madeninden önce hiç görülmeyen ölü ve sakat doğumlar.
Her yaz yağmurundan sonra bahçe, bostan ve bağlar kuruyor. Özellikle yakılmış gibi bir gecede birdenbire kuruyor.
Köylerde sulu tarım yapılabilecek su kalmadı. Yeraltı suları yok oldu. 50-60 metreden gürül gürül akan sular 250- 300 metreden çıkmaz oldu. Maliyetinden dolayı sondaj suyuyla tarım bitti denilebilir.
Bölge halkı arsenik, demir gibi zehirli ağır metallerin olduğu suları bile bile içmek zorunda kaldı. İmkanı olan yemek yapmak ve içmek için damacanalarla satılan suları kullanıyor. Madene yakınlığına göre yoğunluğu değişen oranda bütün bölge halkı yavaş yavaş zehirleniyor.
- Balıkesir Balya’daki madene ilişkin bir belgesel de hazırlamıştınız. O madenle bugün faaliyetlerini sürdüren madenler arasında nasıl benzerlikler ya da farklar var?
Ortak yanları geri dönüşü mümkün olmayan birer katliam oluşları. En kötü doğal afetlere ve savaşlara bile benzemeyen bir yıkım yaratıyorlar. Savaş ya da doğal bir afetle yerle bir olan bir şehri, bir ülkeyi yeni baştan yaratabilirsiniz fakat siyanürle maden işletilen yerde bir bitki yetiştirebilmeniz, toprağı ve suyu temizleyebilmeniz, orada yeni baştan bir yaşam oluşturabilmeniz mümkün değil.
Balya, yüzyıl öncenin imkanları ile 46 yılda ardında üç buçuk milyon ton atık bıraktı. Kışladağ’da ise 18 yılda 350 milyon ton zehirli atık oluştu ve her geçen gün bu miktar artıyor.
Balya ile bugünkü madenlerin büyüklükleri-kötülükleri dışında bir farkları yok. Tahir abi (Öngür) belgeselde sözlerini şöyle bitiriyordu: “… Balya, Eşme’nin yanında kötü fakat küçük bir örnek olacak kalacak.”
- Balya’yı ve bugünü değerlendirirken aradan geçen yüz yılı aşkın zamanda yaşanan bunca teknolojik gelişimi göz önüne aldığınızda altın madenciliği çevreye zarar vermeyecek ya da daha az zarar verecek bir noktaya gelebildi mi?
Siyanürle maden işletmeciliğinin çevreye zarar vermemesi mümkün değil. Böyle bir teknolojinin üretilmesi de mümkün değil. Bu ateşin yakmaması gibi bir şey. Doğada pasif halde bulunan ağır metallerin siyanürle aktif hale gelmesini engellemenin bir yolu yok.
Teknolojik gelişmeler çevrenin değil, madencilerin lehine oldu. Yeni teknolojiler sayesinde daha hızlı ve daha derine kazı yapmak mümkün hale geldi. Kamyonlar, kepçeler ve siyanürü kayalara püskürten pompalar büyüdü ve güçlendi. Yani gelişen teknolojinin yararı değil zararı oldu. Balya’da maden 1892’den 1938’e kadar 46 yıl çalıştı ve 3,5 milyon ton zehirli atık bıraktı. Kışladağ’da ise 2006’dan bu yana geçen 18 yılda geride bırakılan atık 350 milyon tonu buldu. Ayrıca teknoloji böylesine gelişmiş olmasaydı Kışladağ’daki gibi çok düşük tenörlü alanlarda altın işletmeciliği yapılamazdı. Mevcut teknolojiyle altın elde edilemeyecek hiçbir toprak yok. Altın madenleri kesintisiz siyanür ve ağır metaller üreten fabrikalar haline geldi. Ülke altın madenciliği işletmecilerinin odağı oldu.
Balya’nın doğaya ve canlı yaşama zararları 100 yıldan fazla bir süredir devam ediyor ve daha kaç yüzyıl süreceği belli değil. Kışladağ bir siyanür ve ağır metaller dağı haline geldi. Şirket burayı terk ettiğinde geride bıraktıkları asit gölü yeraltı sularını zehirlemeye belki de binlerce yıl devam edecek. Şimdi de zehirliyor. Maden sahasında biriken asitli suları bir sel gelmiş gibi Kale Deresi’ne pompalarla boşaltıyorlar. Balya’da Çevre Bakanlığı’nın 2000 yılında yaptırdığı analizler sonucunda “…kaynağı belirsiz siyanür tespit edilmiştir…” denildiği raporlara geçmiş durumda. Yüzlerce milyon tonluk siyanürlenmiş bir dağdan her yağmurla birlikte toprağa, suya siyanür ve ağır metallerin karışmaması düşünülebilir mi? Hiçbir önlem bunu engelleyemez. İliç’teki gibi zehir dolu atıkların kaymasına, heyelan olmasına gerek yok.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Uşak’ta Tüprag Kışladağ Altın Madeninde siyanürle altın çıkarılmasına ilişkin ÇED raporunu onayladı. Bakanlığın bu kararının iptal edilmesi için çevreciler 14 Nisan 2004’de Manisa İdare Mahkemesinde dava açtı. Manisa İdare Mahkemesi, yapılan keşif ve bilirkişi raporuna dayanarak davayı reddetti. Danıştay, mahkemenin ret kararını, karara dayanak olan bilirkişi görüşünün ÇED raporu hakkında olumlu ya da olumsuz bir kanaate varmasını sağlayacak yeterli teknik değerlendirmeleri içermediğini belirterek davayı yeniden Manisa İdare Mahkemesi'ne gönderdi.
Yeniden yapılan yargılama sırasında altın madenini sahibi olan Tüprag, mahkemeye bir uzman görüşü sundu. Bilirkişi de bu görüşü esas alarak raporunu hazırladı. Ancak uzman görüşü davacılara tebliğ edilmedi. Manisa İdare Mahkemesi, bu rapora dayanarak davayı yeniden reddetti. Danıştay ikinci kez önüne gelen dosyayı bu kez onadı. Davacılar bu kez Anayasa Mahkemesi'ne başvurdular. Anayasa Mahkemesi, başvuranların şikayetlerini yalnızca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesinde öngörülen "özel hayata ve konuta saygı hakkı" kapsamında incelemeye karar verdi. Adil yargılama hakkına ilişkin başvuruyu ise değerlendirmeye almadı. İç hukuk yollarının bitmesi üzerine dosya, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşındı.
AİHM, Tüprag Kışladağ Altın Madeni ile ilgili davada adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vererek yeniden yargılamanın yolunu açtı. AİHM, Manisa İdare Mahkemesi'nin davacılara dosyadaki belgeleri vermemesini hak ihlali olarak değerlendirdi. AİHM’in hak ihlali kararının ardından çevreciler yeniden yargılama başvurdu. Manisa İdare Mahkemesi görevsizlik kararı vererek dosyayı Uşak İdare Mahkemesi'ne gönderdi.
Dava, Uşak İdare Mahkemesi'nde 12 Şubat 2025 tarihinde görülecek.
Botoks ücreti ne kadar olmalı, Türkiye'de yasal olan markalar hangileri; Dr. Nurhayat Gül anlattı
|
© Tüm hakları saklıdır.